Hüseyin Hülki'nin bir hikâyesi ORMANIN SARKISI dâvasına bakılıyordu. D&- vanın mevzuu bir hırsızlık vak'asından doğmuştu. Fakat hâ- disenin muamma halini muhafaza eden tarafı genç bir adamın; ken- disine ait, hiç te değeri olmıyan eşyayı çalarken cürmün işlenmesi keyfiyetinden ileri gelmekteydi. Maktulün, şiddetli tazyik neticesi şakağına çarpan demir parçasiyle öldüğünü gösteren doktor rapor- ları dosya meyanında bulunuyor- du. Mahkeme salonu, bu esrarlı vak'ayı gazetelerde okuyup da ge- len dinleyicilerle o kadar dol- muştu ki, polisler bir kısmını dr- şarı çıkarmak mecburiyetinde kal- mışlardı. Bu yüzden ikide ilân edilen dâvaya ancak sast üçte baş- landı, Heyeti hâkime yerlini işgal ettiler. Maznun hâkimlerin kargı- sındaki parmaklığın önüne geldiği zaman bütün mütecessis gözler üzerine dikildi. Fısıltılar başladı. Maznun sik, kabarık saçlı, hasta denecek derecede solgun benizli, sırtı hafifçe kambur bir gençti. Gözleri geniş alnının altında ve koyu gölge içinde kaybolmuş; ma- hiyeti anlaşılamıyan bir mâna al- mıştı. Bu gözler, yakından bakı- lınca marazi, hülyalı ve kapakları hafifçe örtülü birer siyah benek gibi gözüküyorlardı. Kahve rengi elbisesi uzun müddettenberi sırtta taşınmasından öfürü; yaka ve cep ağızları hizasından kirli lekeler hasıl etmişti. Her maznunun kar- şılaştığı kısa bir tercümei hâl sor- gusundan sonra hâkim ciddi fakat yorgun bir tavırla: — Vak'ayı anlatınız, dedi, nasıl oldu ? Yalnız mevzudan hariç ve hâdise ile ilişiği olmıyan ifadeler- de bulunmağa lüzum yok.. Genç adam birkaç defa yut- kundu. Gözlerini hâkim kürsüsü- nün arkasındaki duvarın kenar motiflerine dikti. Orada, bir şeyler arıyormuş gibi bir müddet dalgın ve mütehakkim baktı. Sonra ya- vaş ve emniyet telkin eden bir lisanla : eza mahkemesi salonunda; ( o gün garib bir cinayet 284 — Servetifünun — 2384 — Hayır, pek uzun anlatamı- yacağım, Reis Bey diye cevap verdi. Zaten kudretim yok.. Fakat kendimden bir nebze bahsetmeden önce cereyan eden vak'anın size hiç bir şey öğretmiyeceğinden kor- karım,. Müsaade ederseniz, haya- tımı kısa hatlarla gözünüzde can- landırayım. Bu, benim için çok mühimdir. Yirmi beş sene evvel basit bir burjuva ailesinden dün- yaya geldim. Babam doktordu. Teknik itibarile ileri, fikir ve ruh itibarile geri bir adamdı. Annemin tam aksine... İlk terbiyemiu yayı- lışınış aile ocağı ve mektebimden ziyade tabiata borçlu olduğumu itiraf etmeliyim 1.. Çünkü bir ta- rafta mistik, diğer cihette de ta- mamile maddi ve ruhsuz iki zıd tesirin cenderesi içinde kalıyordum. O zamanlar şehirden çok uzak; bir sayfiye evinde otururduk. uçâaüz bucaksız kırlar, kümes hayvanları, dağ çiçekleri arasında uçan sarı kanatlı kelebekler içimde &an'at dnygusunu besledi. Fakat, (san'at aşkı) ne demektir Reis bey, bir ingan için kâfi mi bu.. ve henüz istikrar bulmamış muhitlerde (ya- rım artistler) yetişmesine sebep ol- muyor muf,. Bu, tesadüfen kısır topraklara düşen birkaç tohumun cansız filizinden başka nedir?, Evet bu ruh bende de mevcutt, Mek- tepten kaçar, saatlerce orman kuş- larının ötüşlerini taklit eder, dağ tavşanlarını kovalıyarak vakit ge- girirdim. Tarlalarda, şurada; bu- rada gördüğüm en hakir otların isimlerini öğrenmiş, böceklerin ve ağaçları kemiren benekli beyaz kurtların çeşitlerini tanımağa çalış- mıştım. Kırlarda dolaşırken, tüm- sek toprakta bir karınca yuvasına tesadüf ederim de, bilmiyerek çiğ- nerim korkusiyle içim titrerdi. Ba- zı günler, havs karardığı demlerde, küçük kayalığın eteğine oturarak; koyu yeşillikler ardından ölen gü- nü seyrederdim. Tabiata ait hiç bir şey benim için hakir değildi. Bilâkis bütün mevcudat ruhumda derin bir tesir bırakıyordu, Bir golucanla bir zanbak arasında fark görmezdim. Babom benim bu hs- lime üzülür ve isyan ederdi. Uzun ve inatçı tekdirlerine rağmen ço- cukluk çağım böyle devam etti. Neyse uzatmıyayım efendim, daha sonraları şehre taşındık. Mektep hayatım kötü geçiyordu, Sınıfları iki yılda, güç halle atlıyobiliyor- dum. Babamın (hayat mücadelesi) ve (zaman sdamı) nazariyelerile kafam şiştiği anlarda; nefes alma; için kendimi gene kırlara atardım. Cıvar çocuklardan dostlar peyda etmiştim. O zamanlar, bir keman tedarik ederek, bu tahta âletle sevdiğim melodileri ezberlemeğe gayret ediyordum. Bir aralık kü- çük dostlarımdan kurmağa çalıştı- ğım, dört armonik, (obua) denilen zurna, trumpe ve filütten ibaret (kır orkestro)sunu bahsetmeden geçe- miyeceğim, Musikiye karşı sonsnz bir aşkım vardı. Şurada, burada dinlediğimiz melodileri ufak dost- larıma, falsolarla çaldırmağa uğ- raştığım zamanları şimdi düşün- dükçe içim sürurla doluyor.. Reis burada, maznunndan bu başlangıcın kâfi olduğunu ve vak- aya doğrudan doğruya girmesi key- tiyetini istediği zaman, genç adam yine ayni telâşsız ve dokunaklı ifadesiyle devam etti: — Vak'a... evet, hep vak'alar.. dolambaçlı hâdiseler... ve, drama- tik mevznlar.. beşikten mezara kö dar aradığımız bu değil mif.. Fa- kat, bunlar nerede çıkıyor, insan- lar bu vak'aları hangi saikle, nasil . ve ne gibi zorluklarla yaratıyorlar; bilebilirmiyiz $... Cürüm, haddi z9- tında keyif için mi yapılıyor! Mesele, insiyakı bir arzunun tat- mini ise akıl doktorlarının meşgul olmaâı lâzım gelmez mif,, Yalnız dekor ve dram bizi ilgilendiriyor |. (Biraz durdu. Yüzünde mahcup bir ifade vardı, sonra..) Affınızı di- lerim, Reis efendi diye başladı. Şimdi mevzudan harice çıktım.. vâk'aya geçiyorum.. evet, tabiat sevgisi beni, san'atın en eskisi ve asili olan musikiye sürükledi. Kü-