Hikâye ACI KAVUN Kendimi müstebit bir patron karşısında zan ediyordum: Etrafımız, deminkinden daha kalın bir insan çenberi ile çabucak sarılıvermişti. Herkes, bizim mu- haveremizi hayretle dinliyordu. kimsenin ağzı açılmıyordu. Neden ve nereden icab etti bilmem, üstad, mesliğimi sordu: — Gazeteciyim. Dedim. İşte bütün trajedi, dudaklarım- dan hafif bir sesle dökülen bu bir tek kelime ile bitiverdi. Sanki'ben: — Ulan bana bak bir saat- tir kafa tuttuğun şu karşındaki adam, bir kraldır be, kraldır, ulan! Demiştim. Hazretin yüzündeki hiddet me- ger maskeymiğ; düştü; altından mütebesaüm bir çehre çıktı. Sanki, üstad, çocuk korkutu- yormuş; sesinin derecesi, don had- de indi, Hiddetten sapır sapır tit- riyen dudakları, bir saniye içinde koparılmış ve, yerlerine gülen bir adamınkiler konmuştu. Bir kedi sokulganlığı ile yanıma yaklaştı; son derece cazip bir gü- lümseme ve sakin bir sesle: — Siz, dedi; benim kusuruma bakmayın; ben de eski gazeteci- Yeni Neşriyal : RADİESTEZi (Radiesthâsig) Bu kitabın nezariyağ kısmı pek meraklı olduğu gibi tatbikat kısmı da pek istifadelidir;: Keselâ hasta- likların teşhisi, ilâçlarının tayini, su aramak, maden veya define ara mak, hattâ doğacak bir yavrunun erkek veya dişi olduğunu bildirir. bel, Mondiyal ve Ahmeh Halid Kitap- eylerinde bulunur. 238 — Servetifünun — 2380 Tuğrul DELİORMAN lerdenim. Bir zamanlar, filân filân gazetelerde felsefi makaleler yaz- mış. Fakat o, sadece kupkuru fel- sefi mevzular içinde boğulmaz, ak- tüsliteye, siyasetede temas eder- miş. Ve yazılarının çıktığı gazete- ler, kapış kapış olurmuş. Çünkü, Pervasızca herşeyi tenkit edermiş. Bözünün burasında, göslerini, üçüncü mevki yolcuları üzerine çevirerek haykırmağa başladı: — Ben, şunların yükselmeleri için hayatımı mahvettim, Fakat, gazeteci bey, hayatımı kendilerine vakfettiğim hayvan sürüsünden biri çıkıp da bana: “Nasılsınf, bile demedi. Birkaçı genç, geri kalanı da esnaf ve köylü olan atkamdeki in: sanlardan bir hareket bekledim. Bu ağır sözlere tahammül edemi- yerek herifin.üzerine atılacaklarını umdum. Fakat, onlar, slınlannı bile kırıştırmadılar. ' Filozof Hafız Hüseyin, onların sükütu hallerinden cesaret alarak sesini daha fazla yükseltti ve «hay: van sürüsü» tâbirini, daha sık kul- lanmağa başladı. — Rica ederim, gazeteci bey, diyordu; bizde kaç filozof vardır; söyleyin rica ederim; kaç filozof vardır bizde f.. Bendenizi hesaptan çıkarırsanız hiç değil mi 1. Hiç, biç!.. Bendeniz de, yarından itibaren hu- duttan çıkmış bulunacağım. On- dan sonra 1.. Zaten, bizde, sadece bizde değil bütün dünyada, bütün tarih bo- yunea gelmiş geşmiş hangi filozo- fun, hangi &limin, hangi şairin kadri bilinmiştir!. Bir Sokrat, baldıran zebhirini içerek öldü. Fakat, Sokrat her fani gibi ölmüş müdür? Ne münasebeti Bir Nesimi, derisi yüzülerek bu darı dünyadan kaldınldı. Fakat Nesimi öldü mü 1 Ne münasebet! Bir Fa- rabi, bir İbni Batuta, bir Ruso, Şeyh Bedrettin, bir Galile, zaman- larının maşkarasıydılar, Her gün hayatın tekmelerini yiyorlardı. Bi- zim gibi insanların tecellileri bu... Fakat, biz ölmüyoruz. Tepine tepine bağrıyordu : — Biz ölmiyeceğiz. Biz bütün filozoflar, dünya yerinde durdukça yaşıyacağız. Gözleri, «hayvan sürüsü» diye tavsif ettiği insanlar üzerinde, kin- li bakışlarla dolaştı: — Bizim katillerimiz işte bun- lardır. Bunlar; şu hayvan sürüleri. Bunlar, her devirde dehâların önü» ne taş kafalarından sedler örmüş- ler ve kendileri için çırpınan bu yan ilâhlar, taş duvarlara çarptıra çarptıra öldürmüşlerdir. - Ben, kafamia, yıllardanberi bu memlekete hizmet etmekteyim. Mükğfatım bu mu olacaktı! Beni anlıyamadılar. Beni anlı- yamıyacaklardır. Fakat, tarih, in- sanlara her şeyi öğretecektir. Bir filozof, bilhassa yirminci agırda heryerde aradığı hayat şart- iarını bulamıyor! Susmuştu. Sağ avucuna yana- ğını yaslamış düşünüyor ve hizli hızlı soluyordu. Fakat, bu süküt ta uzun &ür- medi, Arka taraftan duyulan bir ses, üstadı ekrar harekete SE O ses şünu sormuştu — Felsefede hangi aletöine isti- nad ediyorsunuz, Bey amca Bütün gözler, sesin sahibin &- raştırırken, aniyen üstada çevrildi, Çünkü, matruş filozof, sual biter bitmez öyle bir parlayış. parla- mıştı ki: — Bana bak, konuşmeanı öğren- de ondan sonra karşındakine hitab et, kabak. Amea değilim ben; git seb amcanı köyünde ara... Liseden yeni mezun olduğunu sonradan öğrendiğim çocukcağız, sorduğuna dâ, soracağına da piş- mân olmuşta. Tamire çalıştı: — Kusura bakmayın efendim; ben... — Sus be. Gayri ihtiyari gülümsedim, Halk arasında da gülüşenler oldu. Üstad, hiç oralı değildi.