ür. elâş ve hüznümüzü T büyük bir limana getirecek olau va- pur o gece şaat ikide kal- kacakmış. Bunu, en geç ben duydum. Yanan büyük bir mahallenin dumenını an- dıran vapnr bacalarile do- lu limanda kırkbeş giin do- laşmıştım. Rengârenk ban- diraları bir araya topleyı güzel bir Japon “Gheishe,, sine en câzip bir kimenoyu hediye etmeyi tesarlıyor- dum. Muhacirlerinbir ha- sırla araba üzerine kıvır- dıkları kulübede yatmış ve bunların arasından gitme sıraları gelenlerin tombul yüzlü kızlarının peşinden tayfadolu liman meyhane- lerinde sarhoş olmuştum. Muhacirdim, benim için günü tespit edilmemiş bir hareket günün- den ve terkettiğim yerleri hatırla- maktan başka bir şey kalmamıştı. Binlerce ve rengârenk kıyafet- leriyle sabaha kadar, konakladık- ları mezarlık boyunda uzanıp, çe- şitli memleket türkülerile vakit geçiren Deliorman muhacir kafi- lesinin bir ferdiydim. Her arabadan uzanan fenerin ışığında ber akşam bir kaç çehre gidecekleri yerlerden ve iklimler- den konuşuyorlardı. Bâzıları köyde terkettikleri bir köpekten, bazıları ise köy mezarlı- ğında unutulmanın karını bekle- yen ecdatlarından bahsediyorlardı. & Sonbahar bizimle alay eder gibi sırta sırıta geldi,. O günler- de, Köstencede, denizle sis yarışı- na çıktı. Şehirden kanburu yukart doğru üzüm ezme arabaları civara çıkar- ken şehre sepetler dolusn ayva ve arabalar dolusu miısırla sonbahar giriyordu. Mezarlıktaki muhacir arabala- rının önüne yemek pişirmek için kurumuş mısır sapı ve koçanların- dan &teşler yakıldı. Şose tozunun yanaklarını pud- raladığı, üzüm arabasıyla gelen Romen kızları bize bol-bol üzüm veriyorlardı, Bazı gün ve geceler şehrin ışık- lı caddelerinde bir hayalet arıyor- dum. Fakat bayağı kadın ve bun- 176 — Servetifünun — 2375 KN, VA PÜR Yazan: Cavit Yamaç larara benzer bakirelerden başka bir şey bulamadım. Aradığım ise mütevâzı bir lokantada siyah bir önlüğün arkasında gizleniyordu. Sis çiğe tebeddül ederken mu- hadirler mezarlık boyondan lima- nın çimentosuna indiler, Şimdi kısa bir mesafe ile aynı hizaya atılan iki büyük sandık veüstlerine konulan bir üçüncüsüyle masallar- daki gibi bir ânda bir ev kuruluve- riyordu. Erkekli kadınlı çolnklu ve ço- cuklu gruplar, vapurun demir at- tığı tarafa gelmekle hareketlerinin bir ân daha evvel vukübulacağını zannediyorlardı. Buraya geldikten sonra, öğle- leri liman civarındaki parkın sıra- larına uzanıp büyük bir şâir hey- kelile hayat hakkında hasbıhaller ediyordum. Akşam üzerleri buraya çiftler ve gittikçe beyazlaşan denizi sey- retmek için müteksitler hücum ediyordu. Parkın deniz içine doğru iler- liyen çıkıntısındaki kazineda, ru- letin tekerleği kalpler çiğniyordu. Denizin içerisine mertçesine dalan deniz fenerleri &inirli sinirli göz kırpıyordu. Gece, muhtelif lisanda küfre- den sarhoş tayfalar gemilerine dö- nerken, sandıklar arasında yatmış binbirinci defa gideceğim yerlerin tagavvuruna dalıyordum. Sabahları herkes birer olta ile vapur ve imotör yağı içine denize niyet fırlatıyorken, ben parka doğru sivişiyordum... Muhacirler (o havuzdaki bütün gemilerin isimlerini ezberlemiş gidenleri tees- sürle arkalarından seyredi- yorlardı. Deniz, sonbahar günle- rinde, ağzı köpürmüş bir kuduz köpek gibi sahile hücum ediyor ve parkın u- zayıp giden demi: parmak- lıklarında beyaz bir tuz tabakası bırakıyordu. Gemilerin keşmekeşi i- çinde hüküm süren beynel- mfel : «Mola, Firo» kelime- lerinin temposuyla bir sa- bah gözümü açarken, Deli- orman kızlarından sağlam ve olgnn vücutlu birisi, bir çığlıkla, parmağını de- nizin göğü yaladığı yere uzattı: Bizi götürecek olan vapur geliyordu. Vapurun gelişi bize hareket gününü yaklaştığını anlattı. Bu kadar vakıttanberi hasretle bekle- diğimiz bu gemiye ilk önce neş'e sonra ise ürkeklikle dolaştık. Gitgide gemiden korkmaya baş- lamışdım. Gemi, küfür ve hiddetle eşya doldurulurken, hareket için müsait hava bekliyordu. Limandan şehre kaçtım. Şehir, eski bir âşinam gibi boy- numa garıldı. Caddelerde bütün vitzinlerin üstündeki yazıları ezberliyecek kadar çok dolaştım. Rir demir parmaklığın üzerine serdiği polis romanlarından bir kaç tane satın aldığım şair tasla- ğıyle ahbap oldum. Caddenin or- tasında güneşi gözetleyip şakrak havalar çalan bahriye bahdosunun bütün melodilerini ıslıkla çalmaya öğrendim. Muhtelif renk ve boyda kızların peşine takıldım sonra kendi ken- dime çıkıştım. # Akşam, vapur bacalarından sıyrılarak şehri kapladı. Gün ba- tarken gökyüzünde kırımızı bir dağ göründü. İskelede vapura korkak hay- vanlar bindiriliyordu. Şehir, bir fabrika düdüğüyle beni dâvet etti. Eski Romalı bir mütefekkirin heykeli yanında, Kösetencenin en canlı yerinde bu şebri ve dolaşdığım diğer yerleri düşündüm, Ayrıldı ğım insanları özledim,