TIYATROCULAR r Bu harp, vurguncularla bize yaradı, beyciğim. Bekiden : «eh, aç kalmıyacak kadar çıkarıyoruz.» derdik. Şimdi, görüyorsunya, ar- Pacı kumrusu gibi düşünmeyi bı- raktik; meybanelerde, şen, çatır rakımızı içiyor, gürültüsüz patırdı- mz hesabımızı gördükten başka, bahgişimizide veriyoruz. Hülâsa, beyciğim, ahvalden memnunuzya dünyada şu veya bu olmuş; hiç v- murumuzda bile değil, Fakat «para yapabiliyormusu- nuz bari?» diye hiç sorma,— Bi- zim çamurumuzda, ne ararsan var; iylik, doğruluk, neş'e, sebat, işi- mize bağlılık — bilhassa bu!—, enerji bir kütleyi iyiye, doğruya yükseltmek hasleti, biraz batakçı- lık — isteyerek yapmayız, Allah bize, biz — muhterem alacaklıla- ra —, har vurup harman &avur- mek, sarhoşluk.. daha sayayım mı? Lâkin, cimrilik, nekeslik, yarını düşünmek!.. Aşla, beyciğim, asla,— İ Bugün kazanır, bugün yeriz; arın, Allah kerimdir. Kazanmaz- #ak, eski yediklerimize tutar, aç, çıplak gezeriz. Meselâ, geçende, garip bir hal başımıza ?geldi: Geliboluda, her gece kalahalık bir seyirci karşı. sında on beş gün kadar tem. sliller verdikten sonra, «Bs kasa- basına gitmeğe karar verdik. Tam zamâuı jdi. Malümya, orası zeytin memleketidir, «Şimdi halkta, avuç avuç zeytin parası vardır; orada- da bey gibi yaşarız.» diyorduk. Telgraf filân çekmeğe lüzum gör- meden vapura atladık. Dört başı mamur bir güverte &lemjnden sonra «B> ye geldik. Geldik amma, eskelede karşılaştı- ğımız bir dostun kara haberi kar- şısında, bende surat bir karış ol- du. Arkadaşlara hiç birşey sezdir- memeğe çalışıyordum. Lâkin, on- r anlmıştı vaziyeti... Meğer, kasaba halkı, kasabadan bir -iki kilometre uzaktaki zey- tinlikten, — onların tabiri ile -- Tuğrul 154 — Servetifünun — 2373 çayırdan henüz göç etmemişler. Kasaba içinde, bir kaç esnaftan, bakkal çakkaldan, memurdan bağ- ka kimseler yokmuşğ. Bu havadis, bizim çocukları- da allak bullak etmeğe kâfi gel- mişti. «Hele bir hana ineyimde çaresine bakarız. Aldırmayın; her şey düzelir.» dedim. Halbuki, en fazla üzülen bendim. Kumpanyam- da on beş kişi vardı. Canım kadar sevdiğim bu insanları, kendilerin- den fazla benim düşünmekliğim gayet tabii idi. “Geldik efendim hana. üzeri- mizde yol yorgunluğu vardı. Ço- enklar, yatakları görür görmez uzandılar. Biz, gece kuşları gibi yiz; göndüz uykusuna bayılıyoruz. Fakat, beni bir derin uyku tutmı- yordu. Yatakta mütemadiyen &8i- gara pofurdatıyor, yastığın altına koyduğum bir kaç kuruşumu 8a- yıyor, civar kaşsabalardan en ya- kınının hangisi olabileceğini, ora- ya şu birkaç kuruşla gitmenin imkân dahilinde olup olmadığını düşünüyordum. Senin anlayacağın, beyciğim, bütün tahminlerim, hakikatın iki yakasını bir araya getiremişordu. Bu t#irada, kumpanyanın direği aâdettiğim aktor Münip içeri gir- âdi. Yüzünün çizgileri daha derine batımış, kanburu daha fazla çık- mıştı, <Bir adam yaratmak» daki «Husrev bey» rolünu oynayormuş gibi hoşnutlu bir sesle: — Sende, diye başladi; zerre kadar tahsil olsaydı, avucundaki babadan kalma para ile tiyatto kumpanyası değil, bir mahalde bakkal dükkânı açardın. Kendini idareden &cizein; kalkmış başına bir temiz insan toplamışsın. Söyle şimdi ne yapacağız! Yinemi aç- lık?.. Yüzünün bütün adaleleri ve sesi, titreyordu: — Söyle bre utanmaz; yenemi açlık 1.. bre S5. Nahit BİLGAYA Onu teskin etmeğe çalışıyor- dum. Fakat, otuz senedir. bu san- atın ne kadar zülmü, ne kadar be- lâsı, ne kadar kepazeliği varsa hep- sinin şiddetli darbolerini yiye, yiye nihayet sinir kuvveti denen şey tamamen kaybetmiş olan bu çok kıymetli elemanı teskin etmek güçtü. Kendisini, kumpanyamdan kaçırmakta istemiyordum. Artık, yatakta pısırıklık etmek, hele uykuya teşebbüs manâsızdı; kalktım belki bir ümid kapısı bu- luruz diye sokağa fırladım. Zaten Belediye ve Kaymakamlığa gidip malüm formaliteleri halletmek lâzımdı. Akşama kadar dolaşmak bir faide temin etmedi. Zaten, işin çıkma yolu yoktu. Halk çayırda- ki damlarda yatıp kalktığı için Halkevi salonunu kitalamağa te- şebbüs etmek, zararı büyütmek- ten başka bir netice vermeyecekti, “Adam sende; nereden ince ise oradan kopar. Yarın akşam bir temsil verir, çıkardığımız parayı yemez, içmez yol parası yapar kendimizi “K,, kasabasına atarız.» diye kendime cesaret vererek bir meyhaneye şığındım, Bilmem ka- gınci kadehte idi, omuzuma vuran bir el, beni, daldığım kara batak- tan çıkardı. Baktım, kumpanyanın çığırtkanlığım, efişçiliğini yapan ve arasıra küçük rollere çıkan bi- zim Veli oğlan... — Ne düşünüyorsun be, ağa bey, dedi; binin yarısı beş yüz; oda bizde yok. İm Fakat, gözleri gülüyordu. — Nerede idin şimdiye kadar? Seni aramadığım kahve, dolağma- dığım meyhane kalmadı, hadi, ba- nada ışmarla; sana müjdem var. Asabi idim: — Git işine be, diye onu ter ledim; senin müjden ne olacak! Böyle söyledim amıma; çocuk, ben- de bir ümidin parlamasına vesile olmuştu. — Devamı var — OR MAN m