Yakub Yakub Kadri'nin bu derin bed- binliği acaba sıcak bir yaz gece- sinde, yalnız başına çimenlere u- zanmanın verdiği bir melânnkoli midir? Yoksa daimi midir? Onun sonra düşünüp bütün insanların ayni kaza ve kadere tâbi olmasını kabul etmesi - yalnızlığı şiddetle hissetmesine rağmen - melânkoli- sipinilgeçici olduğunu ve Yakub Kadri'nin bir hayat felsefesi bulup müteselli olacak kadar kuvetli ol- duğunu gösterir: ”Sonra, daha sonra düşündüm ki, ötekilerde bütün insanlarda ayni kaza ve kadere tâbidir.,, “Cemiyeti beşeriye de sema gi- bi malül bir sahayı nefiy ve gur- bettir. Her fert bir değerinden baş döndürücü, arzuşiken, uzun, müeb- bet bir uzaklıkla uzaktır. En refik ve en hemhali görünen iki insan beyninde bile birindeki felâketi ru- hiyenin öbürüne, öbüründeki derdi dimağının diğerine vusulünü mene- den hain bir mesafeyi maneviyat mevcuttur.” “Bu boşluğun ismine insanlar dudaklarında lâkayd bir tebessümle, sadece ihtilâfı tebayi derler. Birbir- lerine uzanan iki dost eli düşün- düm ki hiç bir vakit kalbi yekdi- gerine kâmilen raptetmemiştir.” ”Biz de yıldızlar gibiyiz. diye düşündüm. Biz de zahiren biribiri- mize yakın, birbirimize komşu, bir- birimize mütelâsık görünüruz. Bu tenha yolda omuz omuza, elele, başbaşa yürürüz. Fakat ruhlarımız arasında mesafeler vardır, fakat ruh- larımız, daima, yekdiğerine uzak daima yalnız, yapyalnızdır., Yakub Kadri'nin mensürelerinde tabiat görüşü nasıldır ? Bunu , Ey- ll” ve “Bahara dair bir hitabe,, de aksettiriyor: “Eylül hulül etti. Melül krizan- temler mevsimi kulül etti. Ruhuma eylâl etti. Ağır başlı, melül krizan- temler, rayihalarıyla ruhumu melül etti, GEMİ FECRİ Kadri'nin Sanati - | ve tiyatro XIX Orada, ufukta tepelerin menekşe eşkâli ve deniz sincabi sisler içinde müzap (oldu. Sermesti sayfu ziya karuya bir “Ah,, gibi badı hazan doldu. Ağaçların arasında korkan, titrek, nâlegir, gürizan yapraklar koşuştu. Kuru yapraklar koşuştu. Tabiatın hasreti neşat ile memlü göğsünde eşkâl elsaanı silen nâmer'i, matemi bir el dolaştı ve kuşlar u- zaklaştı ve mihmanı mevsimi bahar olan kuşlar uzaklaştı. Sen de gittin, sen de gittin. Bah- çede, yağmurlar, rüzgârlar, kuru yapraklarla ayak işlerinin ziyanını gördüm ! Bahçede manolyaların ih- tizarını gördüm. “Sehap olan neşidesiz tabiata artık penceremi kapıyorum... Yakub Kadri'de bahar her şey- den evvel rayiha ve bu rayihaları getiren rüzgârdi : “Rayiha, rayiha, rayiha... Galiba semada veya nesimlerin menbaında meçhul ve nihayelsiz bir bahçe yandı. Eybâd, söyle, sen muhakkak snehgüzarında bu lâtif behşti yan- gına müsadif oldum. Söyle, bu ya- nan nasıl bir bahçedir ? Kimin mâ- likânesidir ? Ve kimlerle meskün- dur ? Ufukların bu kadar muattar bir hararet saçan, bütün şu mavi kubbeyi bu kadar nüşin bir yanmış gül tütsüsüyle dolduran ve alevler- den kalblerde bu kadar çılgın, şeh- vetnâk akisler yapan bu dilfirib, esrarâmiz harikin aslına aslına ey bâd, beni azât eti, “Rayiha, rayiha, rayiha... Sanki semanın, yıldızların, güneşin, yağan yağmurun, gezen kamerin, her şe- yin bir kokusu var! Sanki sema bir çiçek tarlasıdır, sanki yıldızlar birer papatyadır, sanki güneş kudsi bir demettir ve yağmurlar, sanki nâmer'i sevda perilerinin ateş vü- cutlerinin teridir ve kamer geçen) hazandan kalmış metrik ve mah- zun bir krizantemdir.,, ATI NT öv) Fecriâti Fakat Yakub Kadri bununla kal- maz. İnsanların tabiat karşısındaki vaziyetini, onun aczini düşünür : «Ey fâni! Niçin ellerin bu ber- zan papatyalara, bu kut'i demete ve şu mahzun krizanteme kadar u- zanmıyor? Niçin bu nihayetsiz çi- çek tarlası sana böyle müebbeden © nâkabili vusul kalıyor ? Niçin ru- hun, matemi çoraklığı bu gaddar ve rayihadan damlalar kâmilen nâşa ve massa hâdir olamıyor ? Sen, ne- den bu kadar küçük, bu kadar ze- lilsin ? Ve ruhun neden bu kadar dardır ?» Bu suallere Yakub Kadri yazı- sinın sonunda cevap verir : “Sakın bahar seni ezmesin | Se- nin gıdan hulyadır. Sen bahardan daha kanisin | Ve ondan daha mü- sekkinsin.,, Şüphesiz ki bu mensüreler “Bir Serencam,, muharririni “Erenlerin bağından, ve “Okun ucundan,a götüren teknik arayışlarla doludur. TİYATRO Edebiyatı Cedide tiyatro ile meş- gul olmamıştı. Fecriâti bu nev'e ehemmiyet verdi; telif, tercüme, a- dapte eserler, tenkitler, tetkikler vü- cude getirdi: Şurası şayanı dikkat- tir ki Fecriâti tercüme ve adaptede büyük muharrirlere gitmemiş, İb- sen'i pek az göstermiş, klâsiklere yaklaşmamış ve devrin şöhretinde kalmıştır. Feçriâti'nin tiyatro hakkındaki fikirleri aşağı yukarı Tahsin Nahid- 'in çJon Türk” piyesinin sonuna dercettiği (Tiyatro ve hakkında bir mütalea) dan anlaşılabilir ; “Bir milletin beşeriyet içinde şerefli bir mevki ibraz etmesi için hissiyatının yükselmesi, fikirlerinin tenviri, malümatının artması lâzım- dır. Bunlar da tahsil, matbuat, ti- yatro gibi vasıtalarla olur. 57 — Servetifünun — 2365