28 Kasım 1940 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 13

28 Kasım 1940 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 13
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ber kendini tabloda seyretti. Onlar gıbi şaşkın şaşkın ayrıldı ve ertesi gün yine geldi. Tabii tabloyu bir Amerika'lı satın aldı. Ondan sonra Mauwra uzun zaman resim yapmadı, Okuyup, gezdi, dardu, bitmeyen günlerce bir şey yapmadan, uyku ile uykusuzluk arasında, yatarak bir hasta gibi kalmıştı. Günler ve geceler geçti... Işık ve karanlık nazarların kaynayışından fırlıyan yanaklarına değdi Hiçbir şey (düşünemiyordu. Evet. Düşünce hayret içinde kalı- yordu. Bâzen şarkı söylüyor, bazen bağrıyor, yüzüyor, kayıyor, söylü- yor ve susuyor, susuyor ve sanki yine konuşuyor, Hafif, daha yük- sek, daha hafif, Kora bakarak orada : duvarlar, ağaçlar, merdi- venler, ellerini uzatmış insanlar, ince parmaklı eller, örümcekler gördüğüm gibi.. Ve birdenbire gözlerin açılıyor ve herşeyi izah ediyorsun. Bu, tıpkı boş bir odada oturup dururken bir kelime duyul- masına benzer. Bunu kim söyle- mişti? Onu, birakis gibi tekrar etmek isterşin, fakat hatırlıyamaz- sın. Düşünce hayret içinde kala- maz... Gün haylaz haylaz tekerlek yürüyüşü gibi uzaklaşmıştı. Maura onu ellerinde ve şukak- larında duyuyordu. Tıpkı bir nin- nide gibi, sükünet onu uykunun tomurcukları arasına fırlattı. Onun odası dâima soğuktur. Çok yüksek kar yığınları gibi yal- nızlıklar etrafında büyümüş. Onun odası dâima soğuk. Bunun için Maura elbiselerini üzerinde unuttu. Yarın kendi kendini çekiştirecek, ve yarın ayni şey başına gelecek. Çünkü yarında bir «bugün> olacak. Ziyade ve başka hiçbir huşusiyeti olmıyan bir «bügün» olacaktı. Dünde ayni idi. Bu diğer evlerde ateş yakılmamıya başlanıldığından beri, Ve hakıkaten ; güneş iyi, sıcak, havayı altüst ederek, yaprakları yararak, pencereleri titretircesine vurarak içeri daldı... Cavit YAMAÇ SANAT KÖŞESİ — 18 inei sayfanın devamı — mının Yunanlıların tesiri altinda vücuda geldiğini gösterir. Milâd- dan önce 4 ve 5 inci asırlarda Bü- yük İskenderin şarktaki fütuhatı ta Hindistanlara kadar olan şark eyaletinde Yunan Harsının yerleğ- mesine sebebiyet verdi. Genc ve güzel musikişinas Yunanlı kızlar Hind Prenslerinin o saraylarında pek rağbette idiler, Keza Yunan edebiyatı da ayni şekilde Hindi« tana girmiş değilmidir.t unan harsının tesirleri altın- da vücut bulan Hindistanın klâsik musikisi üç sna makamdan mü- tekkeptir. Üçü de (yediser) tali makamlara ayrılır ki cem'an (21) eder. İran da coğrafi vaziyet dolayı- sile Yunan musikisinin tesiri Al- tında kaldı. Onlar musiki tabirle- rini bile tamamen Yunancadan al- dılar. İran bestekârlarının Bizans sa- raylarında geçirdikleri birkaç 6e- nelik sefihane hayatları ve birka- çının da zevcelerinin Rum Pren- sesleri olduğunu da nazarı itibara alırsak o zaman İran saraylarında hükümferma olan muşikinin Bi- zana vasıtasile İrana geçen Yunan müsikisinden başka bir şey olma dıği meydana çıkar. Tarihi vesikalara nazaran bu zaman musikisi, olduğu gibi ay- nen cenuba doğru İniyor ve bu şekilde Arabistanda da benimsen- miye başlıyor. Türkler Maverainehri (o geçer geçmez bütün İran ve Arap âlet- lerine büyük bir zekâ ile hâkim oldular. Fakat meşhur İranlı mu- sikişinaslar bidayette yine arasır& Türk #araylarına gelip eserlerini bir bir gösteriyorlardı. En nihayet Yavuz Sultan Selim, Dördüncü Sultan Murat zamanında İranlı musikişinaslar tamamile garp &a- raylarında yerlegtiler. Bu suretle her ne kadar alaturkanın bütün makamları İrandan alınma isede Türk bestekârlarının cümlesi bu makamları kendi zevklerine göre incelttikleri ve bazı kısımlarin ilâ- vesile fihristi ogenişlettikleri mu- hakkak gibidir.) Böyle olmakle beraber görülü- yor ki, bu musiki bizden ziyade İranlıların malıdır. Hakiki Türk müziği tamamile Türk atmosferleri üzerine kurulacaktır. Öyle ise garp tekniğini hakkile kavramış ve tam manasile artist olan ve mill me- yasını muhafaza eden her Türk bestekârının vücuda getireceği her eser bu vasfı haizdir. Çünkü o Türk atmosferlerini pek alâ can- landırabilir. İşte bu vasfı hâiz Türk bestekfirlarından ibaret olan her varlığa (Türk ekölü) diyebili- riz. Yoksa çeyrek sesler müziğimi- zin çok sesli olmasına muhaliftir. Toplantılar yapıp Türk musikisi- nin istikbalini düşünmek, alatur- kamsı makamları tonalitelere ayır- mak ve bu makamlara göre gam- ların tasnifini yapmak boş bir emektir. Çünkü önümüzde büyük bir hakikat var. Oda Rusların tuttuğu yol... Toplantılarla mili musiki düşünülmez ve şaheserler vücut bulmaz... Ortaya büyük eser- lerini koyan dâhiler bilâkis vaya çekilerek masaları başında çalışmaları ve gayretleriledir ki, büyük devirleri kurmuşlar, mek- tepler tesis etmişler ve milli san atlarını vücuda getirebilmişlerdir. Yaksa san'atın ve dolayısile mu- sikinin başka bir tekâmülü olamı- yacağı kanuntindeyiz, inzi- Bir minyatür 23 — Servetifünun — 2310

Bu sayıdan diğer sayfalar: