280 SERVETİFÖNUN No. 2246—3563 meğe elverecek kara toprak daha gün doğuya düşer. Eh, berkesin bâlına, vaktına göre karınca ka- rarınca üç beş evlik toprağı var- dır önsem. Arasıra bunları anlatmaktan sonsuz bir eza duyuyormuş gibi başını yorgun yorgun duvara dayı- yor, yaşadığı anları tekrar hatırla- mak bile kendisini heyecanlandı- rayordu: — Köyde bir kaç vüz boş de YArı, dönüm dönüm tarlası olan ağlar olduğu gibi bir karıklık top- rağı olmıyan fikârelerde epey çok- tar, ne yalan diyeyim. Zatı mukaatların çoğu böyle mal hırgürlerinden azar ne olur, Başımıza belâ kesilen şu malımızı mülkümüzü elimizden alsalarda gaygısız oluvesez! Sadullah, kendiliğinden, alaylı ve basit bir köylü (mantığıyle anlatıyor, omüatalea (yürütüyor çok heyecanlı kimseleri az telaşlı hareketlerle elini kolunu oyna- tıyordu. Bir ara durdu, uzak günlere ait dağınık hatıralarını toplamak istiyen jeslerle elini alnından geçi- re geçire düşündü; — Bize bubacıktan sözüm ona bir tarla deydidine. Eh, olmıyacak geder ekip biçeridik. Nedecen na- vakamız bu yüzdenmiğ. Bıldırdı, tam harmana konmelı olduk. Bir sabah kuşluk vakti tarla. ya varıp baktığımızda ne görsez bayenisin? Bir davar sürüsü bizim tarlaya girmemiş mi? Çoban kepe- negine sarınmış fosur fosur uyku çekip batır. orak vakti gelmiş maşül külfaç olmuş, davar heçini silip süpürmüş; bize de anızını bı- Takmış. Halbukisim biz de o sabah orak biçme vardıydık. Bir yıl cefa çek, kendini para: la, ça sonunda bu halle karşılaş, İnan olgun bey, imiğim akta- rılmış, altıpatları sıyırdım biliah vermişim dumanı, Tabanca sesine çoban uyandı, komşu taladan koğuştular, Sekiz on davarla iki köpek öl dürmüşüm, sürünün ağası köyün kalbur üstü gelen zenginlerinden Güdük oğluymuş. Davarlarile kö- peğini vurduğumdan ötürü bize kin bağladı. Napan zarara girme- veredi arlariımiğii sürüsü... Ben, ben «Sadullah, aman Gü- dük oğlu düşürecemiş, dendi ayanı denk al» dediler. «Güdük oğlu pu- su kurucamış diye» kapatma av- rat gibi kapı dışarı çıkmaçamıyızt. Adam #ende kuracağı varsa göre- eeği vardır helbet, dedik. Aradan epeyce geçti. O yl masül kaldıramadığımız- dan ben köy içinde ayak ticareti- ne bulaştım. Bir akşam &uları als- ca karanlıkta Havrandan dönüyor- dum. Tam Güdük oğlunun saya- larm geçecemize yakın pusuya düştük. Onlar, ben, ben onlar baş- ladık ateş açmaya.. vallâ bileme- yecem emme cenk epeycene sürdü, dabanca patırdıları ortalıkta darı kavurdu.. aradan çok geçmedi «aman Sadullah ateşi kes, ben et- tim sen etme gözünü sevem> diye kulama bir üu geldi. «Aman» di- yene ateş etmek gahbelik olmamı yat, Aya kalktım sındığım çukur- dan.. aman diyene gideyim dedim. Senmisin gelent Bir dabanca pat- ladı, bir, bir, bir daha.. sol kolu- mun omuz başı yanar gibi oldu. Deli baş hayvana dönüvermişim, Hendekteki yatan herifin üstüne nasıl şullandım bilmiyecem.. altı- patlardaki fişeklerin hepsini Güdük oğlunun göbeğine boşaltıvermişim. Ertesi gün ikindiye doğru Ka- zadan Kaymakam, Mudemum, çen- derme kumandanı, tokdor gibi kü- kümat adamları köye köçtüler. Bi- zi Güdük oğlunun ölüsü başına götürdüler. Öldürdüğüm herifin ile- şini görünce beni kan tuttu, Gü- dük oğlunun yüzü sapsarı kesil- miçti, gözleri de bildiğin cam gibi ışıl ışıldı. Ağzı güler gibi ayrılmış altın dişleri görünüyordu. Bey be, zengin ölüsünün gülüşü bile sltın dişli oluy. Saduilah sustu. Mes'ut, ferah insanların sakin güler yüzlüğüyle bir bana, bir hemen az ilerimizde öbek öbek toplanmış hastalara ba kıyordu. Yalnız dudaklarımda ni- kotin acılığı halinde tüküremedi- gim acı bir gülümseme vardı, Sa- dullahın üç dört pozu vardır ki, unutamam, İşte buda onlardan biridir. > Aradan iki gün geçmedi, Sa- dullahi bilmem neden ameliyat falan yapmadan taburcu ettiler, Giderken bana birşey söylemek is- tediği halde söylemekte tereddüd eder gibi bir hâl sezdim. Ve ken- disini hapishanede ziyaret edece- ğimi söyledim. Evvela inanmadı, sonra boynuma sarıldı, bir çocuk gibi burnunu çeke çeke ağladı. İki #ç günümü bir hastaneden diğerine nakledilen köylü dostum- dan ayrı geçirdim. Fakat bir gece yarısı tekrar getirdiler. Çok ağır hastaydı, hiç konuşamıyordu. Geç vakte kadar başında bekledim, göbeğine buz. torbası koydum. Gece yarısından çok sonra «yat- sana diye halsiz hareketleri ve gözleriyle öyle yalvardı ki, sırf onu üzmemek için biraz uzanma ğa mecbur oldum. Yorgunluktan: yatar yatmaz uyuya kalmışım... Sabab uyandığımda koğuş ayak» taydı. Sadullah ölmüştü; Sebebini sonradan öğrendik: Apandisiti pat- lamışi. Koğuştaki hastalar, onun gece hiç bir «ıh» layışını olsun duyma- dıklarını, sabah ölü bulduklarınb söylüyorlardı, Fakat - ihtimal ses çıkarmamak o için»kendisini bir hayli zorladığı yüzünden belliydi. Çenesi çekilemediğinden ayrık ka- lan ağzı, canlı zannedilecek kadar diri gözleri, sapsarı tıraşı uzamış. ölü yüzüne güler gibi bir hâl ve- riyordu. Ve Sadullahın ölüşü, ken- di tarifide göre, altınsız bembeyaz dişlerini göstererek bir fakir gülü- şüyle sırıtıyor gibiydi. Mustafa Niyazi San atkâr Kemâl Gürses ıçın : Yakında «Beyoğlu Halkevi» nin (Nur Ziya) sokağındaki «Ok Spor> salonunda bir toplantı yapılacak; Ok Spor genel sekreteri Bay Safi- Bin, açış söylevinden sonra arka- daşımız Cemâleddin Server, sanat- kârın hayatını ve eserlerini tahlil eden «Dostum Kemal» mevzulu bir konferans verecek, bestekâr Sadeddin Kaynak, merhumun 84- nat şahsiyetini; Salih Saim, mesleği * meziyetlerini tebarüz ettirecekler- dir. «Sanatkârın sesi» nden parça- lar dinletilecektir. AHMED İHSAN Basemevi Ltd.