No. 3290—3535 UYANIŞ 241 Ben hiç bir şey anlamadım, vesselâm! Onun anlattıklarını kay dedeceğim yalnız. Çünkü anlağıl- maz birşey olmasına rağmen, din- lenecek bir şey. Ben onu dinler- ken sanki ıssız ve derin bir orma nın t& yüreğinde duruyorum da, gayri mer'i varlıkların esrarengiz fısıltısını duyuyordum. Mehmedi bilirsiniz, birdenbire içeri girip karşıma oturdu. Bakış- larında sergüzeşti okunuyordu. Şa- şa kalmış gözlerdi onlar, Korkulu değil ama, sanki gözleri apansızın bir şey görmüşdü. Gurupda uçan bir penbe buiut! Pakat şeklini kavrayamadan, bulut eriyivermişdi. Kadir gecesi gök şak olup cennet şimşek gibi görünür- müş &! Mehmed bana “bir adam gördüm!,, dedi, güldüm. Bir milyona yakın nüfuslu ko- ca İstanbul şehrinde, bir insana değil, bin insana raggelinir. Bu sözde merakla kulak kabartılacak bir şey yokdu. Az kalsın “elinin körünü gördün! ,, diye cevap vere- cekdim. Fakat onda mühim bir şey gören, haber vermek için ko- şan ve önüne raatgelene, soluğu soluğuna, sıcağı sıcağına harıl hani anlatan bir insan hali vardı. Onu üstün körü dinliyemezdim. Meh- medi tanırsın. Gazetelere güzel ya- zılar yazar. Duygulu bir adamdır. Fakat sesi tâ can evinden kopup geliyordu. O bir şey görmüşdü. Asıl merakım Mehmedin raâtla- dığı adamdan ziyade, Mehmedin neye hayret ettiğini anlamakdı. Mehmede “gsonra,,dedim. Mehmed bütün iziyle kendini kapıp koyu» verdi. “Bilirsin bay, bu gün eve yiyecek almak üzere balık pazarı- na gittim. Kalabalık, çamur, sin- Bin yağan yağmur. Kaplunbağa sırt- ları gibi kara kara şemsiyeler. Her günkü cidal. Çiy etler, kırmızı kırmızı, yıkılmış, asılmış hayvan kadavraları ölü balıklar. Haykırış- lar, pazarlıklar, bir parça eti ko- parmak için çekişen kediler gibi didinişler. Yırtılış, koparışlar. Ye- Tükenmeyen Halikarnas mek! Yemek! Tıkınmak! Ne için A canım dikket et be! Gök kub- besi diye ağır bir kurgun kâbusu sanki tencere kapağı diye üzerimi- ze örtmüşler. Lâpa lâpa kara ku- rumlar ve isler, kahve telvesi gibi yüreklere çöküyordu, gönlü ve gözü kör ediyordu. Hele o dapa- dar gündelik kaygular yok mu! Huysuz bir karı. Münasebetsiz bir evlâd, hiç bir işin düzgün git mez. Ödenecek borç. Çocuk hasta. Ocak tüttü. Bu adam tahkir etti. Beriki haysiyete tecavüz eyledi. İşte, ciddi, haysiyetli ve şanlı iş- lerimiz. Ben ölü etleri elliyor, ölü balıkların kulaklarını koklıyordum. Satıcı nazik davranıyordu. Zavallı ezile büzüle lâf söylüyordu. Neza- ketine bakınca insan gayri ibtiyari beni nasıl aldatacak acaba diye kuşkulanıyordu. Ya malını ya ken- disini satacak olmasa, nazik dav- raumazdı ya. Neyse Jâfı uzatmıya- lum. İstediğim şeylere param yet- medi. İstemediğim şeyleri satın al- dım. Köşede biri çiçekler satıyor- du. Hah! Hah! Hayatın gülen du- dakları hal? Bu cenaze alayını süslüyecek çelenklerdi. Bu dert yarın yine bugün olacakdı. Yarın- ki derdin kapkara abanan heyulâ- sını sırtımda taşıyarak dönüş oto- büsüne tırmandım. Otobüsün içi insanla sıkıfıkı tı- kılıydı. Kapının yanındaki aksa- kallı eski püskü kılıklı bir adam oturuyordn, Her nedense onun bir gemici, bir denizci olduğunu anla- dım. Yanında bir Bay oturuyordu. Pantalonunun ütüsünü ve kendi kü- çük hayatında âdet edindiğini kanu- nu hilkat telâkki edenlerden biri. Bu Bay yedi yaşlarındaki çocuğile be- raber gelmişti. Çocuğunu elbiseleri o denizciye dokunur diye, çocuğu ayakta durdurmak istiyordu. İhti- , Bakış Balıkcısı yar adam: «Burada yer var efyn- dim, çocuk sığar» dedi. Sesinde, sessiz bir sükün vardı. Serbest olarak yaşamış bir adamın sesi, Onda bilâ kaydü şart hürriye- tin verdiği ilâhi lâkaydi vardı. Ben adamın gözlerine baktım; ve öyle bir bakışın ancak böyle bir âesi olabileceğini anladım. Kaptan mıy- dı; gemici miydi! Her neyse o adu- mın nezaketine mukabele edeceği- ne, o Bay kaşlarını çattı, ve çocu- gu büsbütün uzağa çekti. Sanki ço» cuk ihtiyara dokunursa kirlenecekti. Kirlenmek mi! Herifde hür ola- rak uçan kuşların, esen rüzgârların, uzaklardaki gurub ışığının safiyeti vardı, Ö Bayın bu hoyratlığına ih- tiyarlı güceneceğini sanmıştım. Fa- kat ne gezer! İhtiyar adam Bayı hiç görmemiş gibiydi Ne diyeyim saba, hayran kaldım A yavrum biz hayatımız dedi. ğimiz zaman yaşamıyoruz, yaşudı- ğımızı İfarzediyoruz. Yapmak mec- buriyetinde olduğumuz bir sürü ufak tefek geyler var. Hergünkü ufak tefek üzüntüler. Günbegün yapılacak ufak tefek vazifeler, bir sürü tahdidet. İşte bunların hepsi, uykusunda yürüyenin kâbusu gibi bizi kavramış. Bu kâbusun dışında görülecek güzel rüyalar ver. Eli- mizi sallayıp © rüyaya uzanamı- yoruz, uyanmıyoruz. Karşımda otü- ran ak sakallının mavi gözleri âma o rüyayı görüyordu. Ne diyeyim | Hattâ küçük çocuk olarak anamı- zın dinde otururken bile kulağı- mızı vır vir edip deliyorlar. Bize asıl öz canımızın ne istediğini bul- mak için vakit vermezler, bizi mütemadiyen iter kakar, dürterler. Ve her türlü yalana dolana ve başkalarını çiğneyici şeylere bizi alıştırırlar. Ve adam oldu diye çok — Devamı 253 irci Siyfıce —