No. 2174—489 Sanat konuşmaları : İddiacı bir- edebiyat Nasıl bir edebi yol tutmamız gerektiğini za- man zaman Anlattım. Fakat dayandığım mantık, dikkat nazarlarını çektiklerime soğuk geldi. Ben şairim «istersem Bodlerlerden, istersem Nirvanalardan baha edebilirim»le cevab vermekten kendilerini alamadılar. Yani bu tarz düşünce saf sanatın gereklerinden imiş. Çünkü ne sanatın, ne ilmin milli bir hududu yokmuş. Hududu var mı, yok mu, onu diğer yazılarımda, —I9l4 genel kavgasında Alman, Fransız müverrihleri- Din Alsas Loren meselesindeki iddialarını misal göste- rerek, izah etmiştim. Hattâ bu iddiayı felsefeye teşmil ederek onun da milli bir karakter ve damgası ol- duğunu iddia ettim. Çünkü ne Gotamanın mantığı, ne Revak'yunun felselesi bizi tatmin edemiyeceğine kaniim, Bütün bunlara rağmen Bodlerden, bahset- miyelim demiyorum, onlarin kim olduklarını anla mak için içlerini Dışlarını deşelim, fakat ikide bir, Bodler, Zerdüşt deyib tutturmıyalım, zira: bu şu demek olur, bu, Bodlerler, bu Zerdüştler arkaların- dan aşla irişilemiyecek kimselerdir. Binaenaleyh bu, neticede yabancılar için bir fütuhat ve hakimiyettir. Halbu ki, bütün büyük kitaplarda meselâ, cihan tarihinde, felsefede, tababet tarihinde hâkim ve fatih olan bizler, edebiyat fütuhatını neden Andrejidlere Omerlere terk edelim? Cihan tarihinin baş sayfaların- a mutlaka 'Türk başbuğlerının kumanda verdikleri, ve İbni Sinalar önünde tefekkür tarihinin eğildiği görülür, Binaenaleyh edebiyatta neden muharrirle- rimiz, şairlerimiz ayni mevkii almasınler?, Biz bu kitabların da başbuğu olmak istiyoruz. Şark, garb iskolaatik zihniyetile değil, kendi milli diyalâktiğimiz- den ateş almak ve yeni bir serlevha yaratmak isti- yoruz. Bu ülkü, bu fütuhat, ancak ve yalnız, çizme. sini çekince kürei arzın her hangi bir noktasına bir tak dikebilen milli kudretlerimize dayanmakla ka» bildir. İskolastik mütearifelerin, türlü macerbler, sergüzeştler ve nihayet muvaffakıyetsizlikler içinde asırlardır yüzdüğünü, aksiyon sahasından çoktan pie ve bugün bir enkazdan başka bir şey ol- adığını biliyoruz. Bizim mütearifelerimiz ise, tarih sahalarında asır- lardanberi puslalık yapagelmiş bizzat mantıktır. Eğer, tefekkür tarihi, mutlak hakikat denen mefhum- ların diyarını arıyor ve tecessüslerini dindirmek is- tiyorsa, onu, ne Hflatunun mağarasında, ne Kantın fenumen ve nümenlerinde, ve ne de Bergsonun entivisyonunda bulabilecektir. Onu ancak, bağrında anafartalar yükselten milli Türk tarihipde görecektir. O halde gerçek, ne Bodlerlerin, ne Janjakların dergisi değil, bizim evet veya bayırlarmızdadır, Ta- rihi baştan başa kat eden milli vekeyi, Türk tefek- kürünün ne kadar mutlak ne kadar isabetli olduğu- nu ifade etmektedir. Biz bir daha söylüyoruz ki: mıgraları gurubların altında medet çeken bir ede- biyat değil, milli tarihin nutkunu baykıracak bir edebiyat istiyoruz. Mark Orel derki degil, Ben derim UYANIŞ 343 diyen ve kendi milli kültüründen #teş alati muharirler istiyoruz, Asırlardır, Dünya ilitirisila hajrın bağıra sa- vaşa gelmekte olan bir milletin edebiyatı; sayfaların» dan iskoslastik mütearifeleri def edecek, medet terane- lerini susduracak ve yalnız atılgan, yıldirgan Türkün milli gururunu baykıracaktır. Dünün törlü, türlü tarih maceralarını durduran, beşerin maküs taliini kurtara gelmek için, çocuklarını yemenlere, Galiç- yalara dönmemek üzere gönderen Türkün, destanı dururken, bir iki aşık bedbinin tecessüsüne sahne olacak bir edebiyat, bundan sonra mutasavver değil- dir. Oymamiızın izini tarihin baş sayfaları nasıl ebediyen taşıyacaksa, muharrirlerimizin de adını, böylece bütün kitabların baş sayfalarına taşıtmak mefküremizdir. İskoslastik zihniyetten bu kadar nef; ret etmekte haksız değilim. Çünkü onun prensiple- rinde atılmak, yıldırmak, bir kelime ile bamlei ha yat yoktur. O bilâkis adam sende düsturuna salik bir prensiptir. Adam sende ise, davesız, fütuhataız, tahakkuksuzdur. İlerlemek, Ç hamlesine, bu adam sende, gerilmiş bir dıvar Vazife gailesi namevcud Dili böyle bir iskoslas- tik prensip, yirminci asır dünyasında nasıl hüküm sürebilir. Bedbin milletler edebiyatından gelmiş olan bu eski düstur enkazlarını hudutlarımızın dışına şür- mek, onun yerine kendi mefküremizden gelen hi- tapları aksettirmek vazifemizdir. Yani biz edebiyatı, dünün mütearifelerine göre değil, bugünün tariflerine göre yapacağız. Mazi, edebiyatı şöyle tarif etmiş: Edebiyat, edebiyat içindir. Biz ve istikbal ise, ede- biyatı şöyle tarif ediyoruz. Edebiyat bir şey için Tür milleti içindir... Hotantolarda ve Afrikanın diğer kabilelerinde ye pılan Taks ve söylenen şarkılar, aksiyon hareketleri- ni kolaylaştırmak maksadile yapılmaktadır. Bir çölü geçmek mecburiyetinde olan bir yolcu için de, bir düşman sürüsünü püskürtmek isteyen bir alay için de, böyledir, Biz edebiyat diyince yal- nız bir kitabı değil güzel sanatların bütün şubesini hatırlıyoruz.. Bu meseleler henüz mevzu bahsolmuş değildir. Bilhassa 314 de Yunan harbinden sonra milli bir edebiyat ceryanı uşanmış ve onu genç kalemler takip etmiş ise de, mualesef bunlar da san'atı mücerret olarak telakki etmişler ve bizim sanüt telakkilerimizden uzaklaşmışlardır. Çünkü onlarda, ötedenberi süregelmekte olan şu iskoslastik zihniye- te saplanmışlar; sanatın zorlanamıyacağına, emir ve nehi tazyiki tanımıyacağına, onun da zaman ve mekânı aşan prensipleri olacağına hükmetmişlerdir. Büyük tenakuslar koparan bu iddia, sanatın ne, ve ne için ? olduğunu tarif ve izahtan aciz ve uzaktır, Evet böyle bir sanat, belki Hindistanda hüküm sürmektedir. Fakat bizde ancak Lfle devrinde yaşa- mış, Avrupanın heyeti mecmuasında ise on doku- zuncu asrın başlangıcına kadar devam edebilmiştir. Müsbet ilmin tahakkuk ve taammüm ettiği bir an- dan itibaren mücerret sanat bir müstehase bir efsane oluvermiştir.. Sanat şimdi, köşe başlarında Leylâsını bekleyen kara sevdalıların terennümü olmaktan çı- karak mitralyöz ve şarapneller tarrakası çalmağa başlamışdır. İZZETTİN METE — Devamı var —