20 Mayıs 1937 Tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4

20 Mayıs 1937 tarihli Servetifunun (Uyanış) Dergisi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

# 402 | o O SERVETİFÜNUN No. 2126—441 Serâpâ Heyecan Ve Samimiyetin Bir Şaheseri: Halid Ziya Uşaklıgılin Sözleri.. En büyük romancımız Halid Ziya Uşaklıgil için, 5 Mayis Çarşamba gününü takip eden gece, Eminönü Halkevi salonunda yapılan ve saat 21 buçuktan 2ye kadar süren toplanlıyı geçen sayıda tafsilâtile anlatmış, bu toplantıda kendisine dair söylenilen takdir ve hayranlık 8ö2.” lerini de etraflıca belirtmiştik. Yüksek kıymetli edibin, bu 55inci saat yılkı toplanlısının en sonunda söylediği, ed heyecan ve samimiyelin bir şaheseri olam üslün değerli sözleri - tam bir çekilde - bu sayımızı süslüyor. İşte; bette beni taltif eden muhterem heyetinizin karşısına büyük bir heyecanla çıkıyorum; ay- nile hariçteki dostlarımın telâkkisinde de bu iltifatı görmekteyim. Küçücük mevcudiyetimin bu kadar kocaman gizgilerle büyütüldüğünü görünce, önce yarı karanlık bir gecede ay ışığında duvara akâeden bü- yük gölgesini görüp ürken bir adam gibi korkup ayaklarımın ucuna basa basa buradan sessizce kaç- mak istedim. Fakat, buna imkân bulamadım; sanki bir kasırgaya tutulmuşum gibi, bir hamle beni şürük- leyip buraya getirdi. Neden? Ne yapmak için?.. İhtimal ki gördüğüm büyük sevgi tezahürüne karşı duyduğum şükran hissini bildirmek arzusu, beni bu- raya getirmiştir. Buna imkân bulabilecek miyim ! Belki bir iki cümle daha söyledikten sonra heyecan- dan sesim kısılaçak, ancak bir iki cümle daha keke- leyip ineceğim, belki de coşacağım, daha uzun 8öy- im, Her iki takdirde de eminim ki beni ma- gur görür, affedersiniz. Uzun bir ömürle geçmiş yılların yeniden canla- nan bâtıralarile bu geceki toplantının bana verdiği intibaların. heyecanları müzdahim bir halde birlbirine karışıp içimde dalgalı bir çağlayan gibi akıp gidiyor; bu çağlayanın üstünde bir saman çöpü gibi bir ke- ilme yüzüyor. Çağlayan, üstüne düşmüş bir dalı döndürüp dolaştırıp nasl girdaba sürüklerse, dilimin ucuna gelen bu wer de öylece bir uçuruma doğru gidiyor : jübile kel Jübile kelimesi “İbennioedeki jübile kelimesinden alınmıştır. An'anatı Museviyede ellisenede bir ahkâmı şet'iye değişirmiş; bu değişikliğin neticesi elli senede bir yapılan toplantıda büyük merasimle balka ilân edi- lirmiş; buna Beniisrail jübile derlermiş. Papalık her elli sanede bir yeni bir nas neşrederek bir takım erbabı me'siyete muafiyat bahşedermiş; bunun için de jübile kelimesini kullanmışlar, Bunu bir yerde tesadüfen okumuştum; ihtimal sizler de biliyorsunuz, Jübilenin âsıl manası, elli sene... Bugün san'at hayatımın ellinci senesini tes'iden bana bu ikramı ediyorsunuz. 50 sene, ne demektir ? Elli sene neleri değiştir. memiştir?. Beniisrailden bahsettim; elli sene ahkâmı şer'iyeyi değiştirmiştir, elli sene günahların ve kaba- hatlerin affına vesile viğipniştir, elli seve içtimai ha- yatı değiştirir, kanunları değiştirir; nasıl istersiniz ki elli sene insanları, sau'ati ve edebiyatı değiştirmesin! Değişmiyen bir şey vardır; o da insanlıktaki ha- sâili güzideğir, Eekiliğe, yaşlılığa az çok eser bırak- B u gece kendimi biç müstehik saymadığım nis- mış olan bir ömre karşı iltifat ve kadirşinaslık kabi- linden birtakım hasâili güzide vardır ki onlar değişmi- yor. Sizler bana bu gece bu suretle iltifat etmekle bunun bir burhanını göstermiş oluyorsunuz. Ben bu meziyeti benim eserlerimin hesabına, kendi lehime değil, sizin hesabınıza, gençliğin hesabına velehine kaydediyorum. Eekilik, yenilik... Eskiler, yeniler davası,.. Bu her devirde cari olan bir davadır. Riz eskiler yeni iken de bu dava mevcuttu; bu dava mevcut olmalı mıdır ve makbul esbaba müstenit midir? Ben zannetmiyorum. Eğer eskiler arasında unutulduklarından veya inkâr edildiklerinden muğber olanlar varsa veya yenilikten müctenip olupda yenilikte vuku gelen tezahürata muhelif vaziyet alıyorlarsa onlar kaideli mantıkiye haricinde birtakım istişnalardır. Kökiler, yenileri, gençleri karşılarına alıp onlarla hasbihal eden muallim ve mürebbilerdir ve muallim- lik, mürebbilik hep sevgi esası üstüne müstenittir, Yenilerde eskilere karşı bir unf ü kin ve bürudet mevcut işe, buda belki pek meşru ve makbul olan bir ilerlemek, kendilerine yol açmak hevesinden ileri gelir. Fakat bizde san'at sahası o kadar geniştir ki genç nesil buruda istediği gibi koşa koşa ve biç kimseye çarpmadan, çatmadan ilerleme imkânlarına meliktir. Ve karşılaşacağı hiç bir engel yoktur. Eski Yunanlılarda bir rasime varmış: Meşale ko- şusu... Bir yevmi mahsusta şehrin bir meydanında yaşlılar, daha az yaşlılar ve daha az yaşlılar ve en gençler sıra ile toplanırlar ve devvar bir halka teşkil ederlermiş. En yaşlılar önde; daha az yaşlilar daha arkada olmak üzere koşarlar ve koşarlarken en yağlı elindeki meşaleyi kendisinden daha az yaşlı olana verirmiş. Böylece meşale sönmeden en yaşlıdan en gence doğru elden ele ilerleyip geçermiş. Yaşlılar bilmelidirler ki ellerinğe bir meşale varsa onu söndürmeden gençlere geçirmiye memurdurlar, Meşale zaman zaman dolmiğilaşabilir, fakat yeter ki elden ele geçsin ve sönmdün. Yaşlılar bunu bilirler ve ellerindeki meşaleyi kemali iftihar ü ibtibaç ile kendilerinden genç olanlara verirler ve isterler ki o meşale dalma mtnevver kalsın ve münevver kılzın ! Meş'aleden bahsederken bizim edebiyat hayatı. mızda en yüksek meş'aleyi kaldırmış olan büyük Abdülhak Hâmidi anmamak ve ona huşüla derin bir ihtiram selâmı göndermemek, ne mümkün; onun elinde meş'ale daimi bir güneş halinde parlamıştır ve bu güneş hiçbir zaman sönmiyecektir! Sabrınızı suiistimal etmekten korkuyorum; fakat

Bu sayıdan diğer sayfalar: