366 SERVETİFÜNUN No 2097—412 Yazan ; Paul Ziflerer Roman: 38 MEÇHULE DOĞRU.. Çeviren : Ferid Namık Hansoy Mur, kendi kendine soruyordu: Bana niçin Dostum diye hitab ediyor? Benim ona yapmış olduğum hizmet onun menfaatine işlenmiş bir suç, bir ihanet telâkki edilebilir mi? Bu şüphelerile hem mahcubiyet ve hem de Glanorun kuvvet ve iradesini hissediyordu. Pedr, devam etti: — Sizi nihayet yanımda görmekle çok bah- tiyarım. Bizimki gibi bir macera çok kuvvetli bir rabıtadır. Beni daima görmeğe geliniz. Si- zin naşihatlerinize ihtiyacım var... 'Tatyanayı tekrar bulmak lazımdır... Bu hareketli sözler yalan gibi görünüyor; Mur, bütün bu sözlerdeki ince hesabı anlıyor; bununla beraber fazla bir israr ve münakaşaya lüzum görmüyordu. Gözleri yaşlı olarak hasmının elini sıkmak için ileriye doğru bir hareket yaptı; fakat diğeri daha çabuk davranarak eli aldı; bir işin neti- celendiği vakit yapıldığı gibi, kuvvetli kuvvetli sıktı. — Gene görüşelim, dedi, sizi yarın Otel Savuada beklerim. Mur, Pedr Glanorun salonunu tekettiği va- kit otelin ışıkları sönmüştü. Birdenbire karşısına çıkan ve içki kokusile hiç şüphesiz, bir suva- reden gelen, ipek şapkalı ve siyah elbiseli bir adam gördü. Bu adamı derhal tanımıştı. Fakat, bu tanıyış, yüzünün hatlarından değil, keçi gibi çıkan sesindendi. Bu adam Kilimyandı. Ermeni ; — Enfes bir ev, diyordu. Güzel yemek... Fevkalâde şarap... Efendimiz galiba, büyük ada- mın nezdinde yemek yediler. İsmini söylemeğe lüzum yok ya... Arzı tebrikât eylerim;.. İyi bir yol üzerindesiniz. Benim de bu büyük şah- siyetle bazı işlerim var da... Mur, ayaklarını açmıştı; Kilimyanın geve- zeliği onu takibediyor; yerde uzanıyor, duvar üzerine tırmanıyor ve tavana doğru kayıyordu. Artık Kilimyan değil, el ile tutulamaz ve çok korkunç bir gölge konuşmağa başlamıştı : — Na... İşte her ikimizde şeytanın elinde- yiz. Zaten milyonlarlainsan hiç bahasına ruhları nı satıyorlar... Dünyanın modası böyle... Dünya, insanların hisle hücum ettiği büyük bir mağa- zadır. Bu insanlardan her biri diğerinin daima sarlettiğini ele geçirmek arzusundadır... Birik- tirmek ve yığmak istediği şey bilgi ve paradır. Sen ne yapıyorsun, zavallı ? Pek geniş zengin- lik senin nene gerek; çünkü artık, hiç birşey hakikat değildir. Sen hayaletlerle yaşıyorsun. Toprak derindir... Ah! Ne kadar delisin!.. Şu- nu bil ki, herşey elden ele, münavebe ile do- laşır... Hiç bir ferd kendi malını ilânihaye ya» nında saklıyamaz .. Bütün bunlar ateş gibi ya- nar ve her kim ona elini sürerse ölmeğe mec- bur kalır. Mur, heyecanlı ve daima âteşin olan dostu- nu düşünerek bağırdı : — İmdat Halef Bey! Uzaklarda bir cevap işitir gibi oldu: — Zavallı, ileri yürü!.. Münnkiol!.. Sen sırtını güneşe döndün ve uşıktan mahrum kal- dın. Burada ne duruyorsun? (Surba giden yolu- nu takibet! Bu garp artık senin küçük, zavallı kıt'an üzerinde değildir. O da denizlerin öte tarafına hicret etmiştir. Murda sınki bir mengenenin arasına yaka- lanmış gibi bir intiba hasıl olmuştu. Önünde ve arkasında kin ona tuzak kuruyordu. Kaygusuz bir tavurla cebindeki eski defter» leri, notları çıkardı. Bir ilim vetetkik adamı- nın dağarcığını teşkil eden bütün bu kâğıtları kendisinden uzaklaştırmak için hiddetle kaldırıp attı. Bu uğursuz yükü, ihtimamla notedilen fi- kirleri, mühim bir çalışma neticesi olarak yapı- lan projeleri, bir takım intibaları saklamaktan ne çıkacaktı? Neye yarar Avrupalı? diye gecenin karan- lığını kamçılağı, Gar meydanı üzerinde Kristof Kolombun heykeli önünde yapayalnızdı; deniz, uzaklara kadar parıldıyordu. Heykele doğru yumruğunu göstererek ba- gırdı : — Niçin geminle oralara gittin? Bir diğerinin ismini taşıyan başka bir kıt'a keşfetmek için mi?... Beşeriyete geniş ufuklar daha uzun sa- halar vermek için mi?.. Yalan!.. Yalannn!., Senin aradığın altındır; sen ruhlarımızı, bütün benliğimizi avucu içine alan altını arıyordun. Eski dünyayı genişletmek istiyordun, değil mi,