, 306 i PU) — SERVETİFÜNUN yl Mo güğg—d0ğ Eskı Türk Edebiyatında Sevgi Hastalığı! Değerli Hocam Süheyl Ünver'e e a e Türkler, ezeldenberi ince duygulara lâzımgeldiği kadar yervermeyi bilmiş bir millettir. Tarih kitapları bu duyuş kabiliyetinin yarattığı medeniyeti; Türkün san'at kudretini dünyanın dört bucağına gösteriyor. Ta Orta Asyadan akın adip gelen bu incelik, ken- dini, daha «Ergenekon» un mitolojik vasfında bile gösterir. «Turfan> ise artık bir efsane değildir. Nihayet her gan'at sahasında, bir taneliğini gös- teren Türk, hekimlikte «İbni Sins» yı, >Razi» yi; yapı işlerinde «Sinan»ı kâinatla beraber yaşıyacak birer örnek gösterdiği gibi yazı işlerinde de «Yusuf Has Hacib» den, *Ömer Hayyam» den başlıyan, ve «Şeyh Galib», «Fuzuli», <Baki>, «Nef'i», «Nedim»; bu gibi sayısız san'atkârlarla sürüp gelen «Kalem tutarlar» yetiştirdi. «Kılıç tutanlar» ı - ki Türkün baştan aşağı hep- sidir - burada yalnız söyliyerek geçiyorum ! |. Duyguyu, sezme ve yaratma kabiliyetini ellerinde birer kuvvet olarak yaşatan milletimin, hayatını naklettiği edebiyatına, sevgisini nası geçirdiğini aradım Bu hususta ençok ve en güzel «Fuzuli» divanı oldu. Nefi, Nabi, Fazıl, Haşmet, Senih, Ragıb, Baki, Galib, Fitnat Hanım, Sultan Süleyman, Neş'et, İzzet Monladan da birkaç beyit aldım. Bir hekim namzedi için bu mevzu, belki itira- hat zamanlarının dinlendirici çalışması kabilinden bir iş olabilirdi. Ama, ben edebiyata, bilhasan divan edebiyatına geçen sevginin âdeta bir «Maraz», sevenin «İlâcı bu- lunmamış bir hasta», güzelin bu «hastalığa sebep», bakışın bazan «iyi edici», bazan «öldürücü»; sevginin bazan «zehir», bazan da <«abıhayat» olduğunu görün- ce, mevzudan kendime bir yakınlık payı çıkardım. payveren de Tende canım yoğiken ben talibi canan idim diyen Sultan Süleyman bile kılıçtan artan zamanını verdiği işret, sefahat âlemlerinde eğlenirken san'at işlerinde de güzel eserler bırakırdı. Kadeh redifli bir gazelinde : Meolisi meyde öper çün lebi dildarı kadeh Ölicek eyleyeler toprağım: bari kadeh der, Ve burada ölüme kadar süren sevgi hastalığının ölümden sonra da derdini çekmeği âdeta nimet bilir. Vadii vahdet hakikatte makamı aşkiır Kim müşahhas olmaz ol vadide Sultandan geda Yazan: Bedri Ayar diyerek bütün tabakalarile insanları ayni sıraya di zen Fuzuli, feragatin, benliğinden vazgeçmenin en başda gelmesi lüzumuna inanmıştır. Fuzuli meşhur «Leylâ ve Mecnun» unda şöyle der: Aşk derdinin devası kabili derman değil Terki can derler bu derdin muteber dermanına “a Derdine durmadan çare arıyan Fuzuli bunu bir gazelinde de şöyle bulur; Ey Puzuli bize takdiri gam etmiş ruzi Kılalım sabr nedir çare rızadan gayri Halbuki bu derdin bir «Araz» ondan biraz şonra da gene soruyor; ı da kararsızlık; Ey her Maraz ildoma hükmeyleyen tabib Bimarı derdi aşk olanın yok mu çaresi? Vegene giirinin sonuna doğru az evvel kendisinin de söylediği sabrı tavsiye edene şöyle diyor: Ey söyliyen Fuzuliye aşk öçere sabr kıl Söyle bu merhem ile kimin bitti yaresi? Sabır ve rızada çare bulan kendisi. Başkasına kaç kişi bununla iyi oldu ki? diyen gene o. Bu tezatlar bize lâzım değil, onun şair yaradılışına bıi- rakıyorum. O sadece feryad etmiş: Ne yanar kimse bana ateşi dilden özge Ne açar kimse kapum badı sabadan gayri diye bütün ömrünün yalnızlığını, aranılmayışının açısını çok içten anlattığı bir gazelinin sonundada Fuzuli, derdi yüzünden niçin ahettiğini şöyle anlatır: Bezmi aşk içre Fuzuli nice ah eylemeyim Ne temettü bulunur bende sedadan gayri ve sedasına akşiseda gelmeyince : Kamu bimarına canan o Devayı derd eder ihsan Niçin kılmaz bana derman Beni bimagr sanmaz mı? diyor, “a Ey Fuzuli eyledi her derde derman ol tabib Bir brnim zakmımdır anoak bulmıyan merhem henuz Diyen Fuzuli, « Vuslat merhemi » ile bir çok derde deva bulunduğu halde kendisinin hâlâ hasta olduğunu söyler. Buna sebepde kendisidir. Çünkü söylediği merhem, onun kendi için derman saymadığı bir çaredir: