230 — Peki öyleyse..... Suyunu ben dökeyim, deyip kovayı yakaladı. O döktü, ben yıkadım. Ne o dök- mekten bıktı, nede ben yıkamaktan.. Kovanın dibinde kalanı birdenbire yüzüme öyle bir serpip septi ki gömleğim su içinde kaldı. Benim arkası sıra koşup yakalıyacağımı aklı keserek bakracının birini orada dolu bırakarak kaçtı. O günden sonra bütün ümidim kuyu başında top- landı. Onu su çekerken ele geçirmek için gözlerimi dört açıyordum. Bir sabah onu bizim bahçeye geç- miş hatmi toplarken gördüm. Pencereden usulca : — Geliyorum...... dedim. O avucunda topladıkla- rını eteğine koyarak uzaklaştı ve - boşuna yörüulma - diye ara kapıyı sürgüledi. Ve arkasından küçük bir kahkaha koyuverdi, O gün gözlerim dalmış bir mu- ziplik düşünürken karşıdan doğru bir kıpırdama sez- dim, başımı kaldırdığım zaman kumral komşu kızını çiçeklikte buldum. Kıvırcık saçlarını bir çile ipek gibi arkasına toplamış üzerlerini örtmek istediği in- cecik başörtüsü geriye doğru kaymıştı. Yüzü her gün- künden daha kızıl, gözleri her zamankinden daha parlaktı. — Hoş geldiniz, yavaşça diyişime gülerek kar- ılık verdi. Sonra birden geriye bakarak parmağını dudaklarına götürdü - sus - işaretini verdi. Ve içeri girmemi söyledi. Ben içeriye çekildim. Kıyıdan gö- zetledim. Hem yanında babasının kırçıl saçları belirdi, — Kızım, ne yapıyorsun buradaâ.... — Hiç... çiçeklerime bakıyorum.. Üç dört gün sulanmayınca, bakın ne hale girmiş, Ah baba eh, ben size bir gece kalıp gelelim dedim — Sen üzülme ben daha iyi binlerde bulup alırım. Kurnaz kıs, sanki fazlaca acımış gibi solan sar- dunya, ıtır yapraklarını topiayıp, toplayıp babasına gösteriyor. — Ah ne yazık, hepsi de solmuş - sözlerile kar- şısındakini büsbütün inandırıyordu. - Adamcağız içeri girdi Kızı da elinde su dolu bir kovayla tekrar çi- gökliğe geldi. Korkuyu atlattık işareti üzerine ben yeniden pencereden göründüm. — Yüzüstü bırakıp gittiniz çiçeklerin solduğuna mı üzülüyorsunuz 1... diye fısıldayışıma gülümeedi. İçeri doğru elini uzatarak: — Hep onların yüzünden yoksa ben çiçeğimi sol- durdum. — Hoş siz suladıktan sonra onların yeniden yeşe- rip çiçek vermesi pek elletinde değildir ya... Kaç gündür neredeydiniz * — Dayımlara gittik.. Bu kadar çok kalmağa ni- yetimiz yoktu ama, salıvermediler. Bu sözler benim pek hoşuma gitmedi. Çünkü git- tikleri evde yalnız dayısı ve yengesi olsa iyi, fakat, birde yetişkin erkek çocukları var. Çapkın mı, şap- kın... Hiç unutmam, bir gün onlar karşıkilere gece yatısına gelmişlerdi, Daha ilk görüşte teyzemin geli- nine takılınağa, kaş göz etmeğe kalkmıştı da, ben 8- SERVETİFÜNUN e YEYİI Yo id PEST eyi pm pa an | gi (ll, “un. il (1 (b ar KR e A AL. pl e e kk İkinrs ald na No.2090—405 Fi Lİ 1 Tü Dslğr / ) rays girip işlerini bozmuştum. Kır, son söylediği sözlerden sonra, benim birden sustuğumu görünce, araya lâf karıştırdı. — Görmiyeliberi büyük anneniz, anneniz, t6yz€- niz nasıl? Sonra unutmuş gibi ayrı olarak: — Yengeniz ne yapıyor 1. Ben hiç istifimi bozmadan: — Tekirden başka hepsi iyi. Yalnız o basta çir- kin çirkin öksürüyor, öteye beriye kirletiyor. Bizim Tekirin hastalığı onu çiçeklerden daha çok üzdü. Bİ bette benim gibi o da acıyacaktı, çünkü eskiden bir- likte öcülük oynadığımız zamanlarda Tekir, bizim canlı bebeğimiz olurdu. Onu paçavralardan yapma yatağı nasıl koyarsak öyle kalır; sözümüzden dışarı çıkmazdı. Son zamanlarda saçının kordelâsından ke- sip Tekirin boynuna takan sevgilim öteden beriden işittiği ilâçları sağlık vermeğe başladı. Ben, gülerek - — Adam sen de, dedim, Onu da kendinize bir tasa yapmayın. Bu sıra da kız, biraz içeri çekilerek elile teyze- min oturduğu bölüğü gösterdi. Dudaklarile hafifçe - yengen pencerede - diyip kaçtı. Öğle üstü teyzemle gelini bize oturmıya gelmiş- lerdi. Ben, kadın topluluğundan ayrı kendi odamda» bulunnyordum, İçeriki odada çılgın bir kahkâhanın kopması üzerine kulak kabarttım, söz arasında gık sık adımın geçtiğini duyuyor, fakat bütün kelime- leri anlıyamıyordum. Birden içeriden doğru annemin sesi yükseldi ; — Oğlum, Tekire ne ilâçlar öğrendin bakayım. Demek teyzemin gelini bütün işittiklerini bizim- kilere anlatmıştı. İçerideki gülüşlere ben, hiç ses çı- karmadım. Sözde uyuyormuşum gibi minder üstüne uzandım. Yalancıktan derken ben, sahiden orada uyuya kalmışım. Ev bir dedikodu fırtınası ZE çalkalanırken ben, bir başka göz aşinası bulmuştum. Bu evimizin soka ga bakan yüzile karşı bii duran sarı badanalı kârgir evin esmer kızıydı. Uçları sivri ince parmak- larile, dipleri sürmeli kıvırcık kirpiklerile kafes geri- lerinden pek belli olmıyan filiz boyluyu bakınız na- gıl gördüm : Bir gün, tam demin &8ize yerini anlattığım evin karşısına düşen misafir odasına girmiştim, Boy aynü- sında yeni giydiğim elbiselerin biçimine bakacağım yerde kenarları püsküllü kadile perdelerin gerisinden karşının kafesleri kalkık pencereleri gözüme ilişti. Pencerelerden birisinin camlarını silmeğe uğraşan eşmer güzeli kızın gözleri de bana takıldı. Bir kü- çük gülümseyişten sonra, içeri çekildi. Biraz sonra, diğer pencerenin kıyısından usulca beni gözetlediğini sezdim. İri kara gözlerindeki uçurumlara bir yuvar- lanan gönül artık ne kadar çırbınsa kurtulamazdi. Karanlık saçlarının koyu çergivesi içinde iki yıldız gibi pırıldışan gözbebekleri içerimin ışıksız köşelerini aydınlatmıştı. Birkaç ay önce annemin Beruttan gel-