122 SERVETİFÜNUN No. 2082—397 Yazan: Andre Gide Dünya Nimetleri Çeviren : Avni İnsel Güzün, yaylâda tek başına soğuklara maruz kalmış bir ağaç sararmağa başlıyan yapraklarını döküyordu. Toprağın emdiği suyun, ağacın köklerini epeyzaman doyurabileceğini düşündüm. Bu yaşta, nemli toprağın, bataklıklardaki su çalkantılarının, çamurların ılıklık veya serinliğinin çıplak ayaklarıma teması lâtif oluyordu. Suyu ve ıslak şeyleri niçin bu kadar çok sevdiğimi biliyorum; çünki su bize havadan daha çabuk müte- havvil hararetlerinin ihsasını verir. Sonbaharın ıslak rüz- gârlarını severdim.. Normandiyanın yağmurlu toprağı. Ta Rögue. Arabalar kokulu otlarla döndü. Samanlıklar yulafla u. Yollarda sallanan, meyillere çarpan ağır arabalar beni nice defalar kuru otlar üzerine uzanmış olduğum bir halde, tarladan, otları demetliyen gürbüz oğlanlar arasına götürdünüz. Değirmen taşları üzerine uzanarak akşam oluşunu bir daha görmek acaba bana nasip olacak mı? Ak- şam olunuyordu; ambarlara vasıl oluyordu; çiftlik avlu- sunda son şualar gecikiyordu. EYE. ÇİFTLİK Çiftçi | Çiftçi i çiftliğini terennüm et! Orada bir lâhza dinlenmek ve yazın kuru otlarını hatırlattığı ambarlar yanında düşünmek isterdim. Anahtarlarını al ve bana, birer birer, kapılarını aç!.. Birinci kapı ambarlarınkiydi. Ah! Zamanlar sadık olsalardıl.. Ah! Nice defalar ambarların sıcak otları üzerinde yatlım... Serseri iken, şevk ve ateşinliğim sayesinde çölün seriliğini yenebil- dim... Orakçıların şarkılarım dinliyecek ve paha bişil- mez sakin ve durgun ekinlerin gelişini - arzularımın sorduğu suallere beklenen osvaplar gibi - görecektim, Arzularımı tatmin edebilecek şeyler aramak için artık yollara çıkmıyacağım; onları burada dahi doyurabiles ceğimi sanıyorum. Gülmek zamanı olduğu gibi, - bir de, sonradan, gülünen bu zamanı hatırlamak vardır. Nathanaöl, akşam rüzgârında sallanan fakat, şimdi kuruyan - kesilen her gey gibi - bu otlara bakan ve onların yaşamalarını, yeşillenmelerini, sarışınlaşmaları- nt gören bendim, başkasıdeğil. - Ah/ Çimenler üzerine uzandığımız o günlere bir dönebilsek... Orada aşkımızı derin otlar karşılıyordu. IX Avlar, yapraklar altında dolaşıyordu, patekaların her biri muazzam caddeler gibi görünüyordu; toprağa eğilip çiçekten çiçeğe, yapraktan yaprağa baktığım za- man bir şürü haşerat görmüştüm. Toprağın rutubatini, çiçeklerin tabiat ve parlaklığından anlıyordum. Papatya lar, çayırların birime irıldıslar gibi dağılmışlardı. Lâkin tercih öltiğimiz ve aşklarımızin müstefit olduğu çimen- ler bazıları hafif, diğerleri kesif m geni sayvanlarla beyazlanmış olanlarıydı. Akşam üzeri, yükselen sislerin kabarilığı ve derinleşmiş gibi görmin otlarda bu 8ay- vanlar, serbeşt, sâklarından kopmuş, parıldayan medüz- ler gibi sallanıyorlardı. İkinci kapı tavan arasınınkiydi. Buğday yığınları, sizi medhediyorum. Hububat; sarı ekinler, intizar halinde olan serve; paha biçilmez zahire. Ekmeğimiz varsın Hikensin! Kilerler anahtarlarımz bende. Ekin yığınları siz oradasıntı; açlığım yorulma- dan hepimiz yinecek misiniz Tarlalarda semanın kuş- ları, kilerlerde fareler, masalarımızda fakirler var. Ekin yığınları acaba açlığımın sonuna kadar kifayet ede- ok mi1... Ekin daneleri! Sizden bir avuç sakladım. Onları tarlama €kiyorum, hem de iyi bir mociwimele, danölerin biri yüz, diğeri bin doğurur. Daneler? Açlığımın mebzul olduğu yerde siz daha mebzul almalısınız | Yeşil bir ot gibi büyüyen ekinler, söyleyin, sizin eğrilen sâkınızı hangi sararmış başak taşıyacak? A mn renkli başak sapları, ekin demetleri; sorguçlar - bir avuç ektiğim daneler. Üçüncü kapı süthaneninkiydi. İstirahat; sükünet; kalburdan süzülen peynirler; ma- deni borulara dizilen tezekler; temmuz ayında daha taze görünen yoğurt kokuları. Büyük bir temizlikle tutulan yayıklar. Lâhna yâap- rakları üzerindeki yağlı Çifigi kadının kırmızı elleri, İlüima açık duran fabat, kedi ve sineklerin gir- mesine mari olmak için demir ağlarla örülmüş pencereler. Yağleri toplamak #çin sıra sıra dizilmiş çanaklar ve onların içinde, yağları gitgide sararıp salha çıkan, sililer. Yağ satha çok güç çıkıyordu. Satıhia beliren yağın kabarmış ve buruşmuş bir hali vardi. Sonra, yağca fakir- Ieşen südü yağdan ayırırlardı. (Lâkin Nathanaöl, sana bunların hepsinden bahsedemem, Ziraatle meşgul olan ve sana anlattığım bütün bunlardan nefis bir tarzda bahseden bir arkadaşım var. O bana her şeyin faidesini anlaivyor. Ondan, yağı çıkarılan bu sütün nasıl zayi olmadığını öğrendim.) (Normandiyada bu sütü domuzlara verirler. Böyle yapacaklarına, onu başka yerde kullansalar daha iyi etmiş olurlar.)