No. 207y—394 den bir kapı, onun karşısında denizin maviliklerine bakan dar bir pencere, köşede kenara âtılıver- miş gibi bir sedir, biraz ilerde bir masa ve üzerinde ağzı kırık bir su destisi, gene bütün bunları saran hakiki bir karanlık. İşte senelerce dalgıç Azizin benliğini yıpratıp, ruhunu karartan ve içinde canlı olarak yaşadığı mezar. Oh zavajlı varlık! Kalk, şu höcrede yattığın sedir üzerinde, kemiklerini ağrıttı- ğın yetişmedi mi? Şu pencereden dışardaki temiz havayı kokla, gü- neşin doğuşunu gör, tabiatın birbi- rine uygun hayat fışkırıcı renkle- rine bak ki, sönük gözlerinde Şu mahpus odasının siyah ve öldürücü rengi silinsin. Senenin kışı geçti, bahar geliyor. Ağaçlar on kuşlar ötüyor, Korkma, seni tabi atın bütün tatlı anlarından ayıran insanlar sana şu höcredeki pencereyi çok görmek küstahlığında bulunma- dılar. Haydi koş ona, güneşin ora- dan bir hayat armağanı gibi uza- yan ziyâsına vücudünü ver göz- lerin renkle dolsün, Truhun ısınsın, zavallı mahküm ! Di küçük kirli duvar, demir- Aziz, sedirin üstünden bir gölge gibi sıyrılarak âyağa kalktı. Bir iki defa esnedikten sonra yavaş yavaş gerindi. Uykusuz geçen bir gece- nin verdiği halsizlikle pencereye doğru giderek başını soğuk demir- lere dayadı. Serin bir hava yüzünü okşıyarak ağırlaşan gözkapaklarına bir hafiflik verdi. Hapishanenin ö- nünden beyaz dumanlar saçarak geçen trenin keşkin düdüğü, uzak- tan bir uğultu gibi gelen satıcıla- rın sesleri kulağında birbirine ka- rışıyor; sâkin bir deniz, bulutauz bir sema ve sabahin sisli güneşi tatlı kızıllığile ruhuna ne hoş bir tesir yapıyordu. Biran gözlerini kapadı. Sâkin deniz dalgalandı. Güneş kay- boldu. Sema sanki bir siyah ıman- toya büründü. Oh, o çok sevdiği balıkçı köyü. Denizin karaya, ka- Tanın denize &irt verdiği yerde, asır görmüş çınar ağaçlarının sesâiz getelerde derinden derine uğulda- dığı köy; o akşam daha karanlık, sokak başlarında ölü bir köpek gözü gibi yanan lâmbaların donuk yiyaşı çiseliyen yağmurla ıslanan taşları, parlatıyor, çekingen adım- larla evlerine giden yolcuların tit- UYANIŞ Hikâye DALG Ç Yazan: LAâtif Evrensel rek gölgelerini eski kaldırımlarda uzatıyor, uzanıyordu. Köyün öbür başına doğru giden karanlık bir sokağın nihayet ucun- da, ancak farkedilen iki küçük sırt arasından akan köy deresinin ya- nındaki ev Azizin babasından kal- mıştı. Okadar oturulabilecek gibi olmamakla beraber kendilerine ye- tip gidiyordu. Güzel bi: karısı var- dı. İyi batırlıyordu ki daha küçük- ken şevişmiye başlamışlar, herkes onları kıskanmış, fakat hiç kimse bu sevişen gönülleri birbirindeu ayıramamıştı, Aziz, o zaman daha genç olan karısını, birçok defa ke- nara çekmiş kafasının aldığı kadar ona aşkı gulatmış, ve birbirini her gün biraz daha fazla seven insan- lar için hayat, zevk, neşe ve dev- gidir, demişti. Karısının da ayni fikirde olması, bu iki vücudü bir- birine öyle kaynaştırmıştı ki; bera ber gülüyorlar, birbirlerinin elem ve kederlerine beraber iştirak edi- yorlardı. Köyün bülün delikanlıları Azizi sayarlardı, Onun kadar kuv- vetli, onun kadar iyi yüzen yoktu. Zaten bunun içindir ki, ona dalgıç Aziz derlerdi. Oouu meziyeti yal- nız kuvvetli olmuk değildi. Ayni zamanda köyün ibtıyariarına hür- met, zayıtlarınm yardım eder, vel- hasıl herkese bir iyiliği doknnurdu. Sonra hiç kâr olmasi ekmeğini taştan çıkarır takımındandı. Kız- kardeşi biraz dikiş bildiği için o- nunda yardımıdokunmuyor değildi. Anasına gelince evin işini görüyor. Karısı da ağ işlişordu. Gelirleri yo- lundaydı. Ame Aziz, karısını ve kardeşini köyün temiz gezen kadın- jarı gibi giydirmek istiyordu. Bunup için de kılıçbalığı zamanını bekle» miş ve istediği parayı eline geçirir geçirmez ne lâzımsa hepsini almağa 72 RR ği karar vermişti. Fakat mevsim sonu olmuş, ötekinin, berikinin ağına takılan bir iki balıktan başka şöyle herkesi memnun edecek bir balık akını başlamamıştı. Hem balık o 81- ralarda para da ediyordu. Dışarda yağmur dinmiş hafif bir rüzgür esmeğe başlamıştı. Aziz, her zamanki köşeye çekilmiş, ihti yar anası du diğer köşedeki min- derde pinekliyor, karısı ve karde deşi de mangalın yanında oturmuş» lar, bir şeyler fısıldaşarak konuğu- yorlar ve arada bir ds gülüyorlar dı. Birden evin önünde bir ayak gürültüsü işitildi ve bir get; — Aziz uğabey, diye bağırdı, Aziz, hemen oturduğu köşenin yanındaki pencerelerde birini sürdü. — Sen misin Ali, birden sesini alamadım ! Haydi, ağları hazırla- dın ya, gidelim dedi. — Hazırladım ama Aziz ağabey, Mustafa reisin dediğine bakılırsa sabaha karşı bir fırtına olması ih- timali varmış. Aztamah çok ziyan getirir, derler. İstersen bu akşam çıkmıyalım 9. — Canım kulak aama öyle çey- lerö sen, bak kaç gündür metelik- siz geziyoruz. Aziz, karısına: — Neriman, bu akşam da balık tutamazsam bir daha ağlara elini sürme, Öyle değil mi Meliha * di- ye kardeşine döndü. Meliha Alinin söyledikleri üzerine biraz kızarmıştı. — Ne olur ağabey, bu akşam balığa çıkmazanız, bak haya boz cakmış! Bilmem gene sen bilirsin, dedi. Ve Nerimana yalvaran göz- lerle baktı. Neriman, Azize döne- rek kardeşinin söylediklerini tasdik eder gibi başını salladı. Ve: — Bu akşam gilmeseniz, kor- kuyorum dedi, — Adam sende, dedi Aziz, Şim- diye kadar denizlerde büyüdük ne oldu sanki! Hem bu akşam içime öyle doğuyor ki, kısmetimiz açık galiba, Sonra aşağıya seslendi : — Hazır mısın Ali? Geliyorum dedi. Aziz, odadan çıkmadan son bir defa kardeşine baktığı zaman onun sarı gaçlı başını karısının göğsüne dayıyarak kendine dalgın dalgın baktığını gördü, Meliha, hlesediyor- du, Fakat neyi, işte bunu kendisi de anlıyamıyordu. — Sonu &80inci sayfada — #