UYANIŞ Karalı Nine — Apak — Ninelak saçlı, ak ruh- lu, ak dnygulu, ak tenli.. Bü- tün varlığı apak bir kadınsın da sına niye, neden < Karalı Nine » diyorlar? Hiç düşünmedi : — Yavrum, dedi, adıma eklenen «kara» saçımın, bâşı- mın karası değil, alnımın ka. rasıdır | Sözünü söylerken acı ve alaycı bir çehre takınan nine- nin gizlediği birderdi ve sızısı vardı. Onun nineliği anamın ve- ya babamın anası olduğundan değil, yaşının büyüklüğünden .dolayı verilmiş sadece bir si- fattı. Elinde, kucağında büyü- düğüm bu kadının «yanaşma» İığile beraber akrabamızdan ol- madığı da unntulmuştu. Büyük, küçük herkes ona «Nine> der- ken cından bir bağlılık duyar, saygı ve sevgilerin en büyüğü- nü gösterirdi. Bende itiraf ede. bilirdim ki onu annemden çok İazla seviyordum. Dokuz on yaşımı kadar ni- neye «katı kalpli kadın!» de- mişdim. Aradan seneler geçip de hissiyatımı irade ve mnuha- kememle idare etmeğe başla- yıncı okatt dediğim kalbin içinde, sert kabukların içine saklanmış yumuşak meyveler gibi, gayet narin ve daygulu bir ruhun bulunduğunu anla- dım. Onu anamdan çok sevişim, ta küçüklüğümdenberi her iste- diğimi yapan ve yapdıran bir sığanağım olmasından ileri gelmiyordu Bilâkis beni müş- küllerimle başbaşı bırakan ve onları kendi kendime yenmemi iseyen bir kadındı. Ufak bir hastalığım veya sıkıntım esna- sında annem «ah evlâdım! » <ne yapsak ki?.» diye yayga- rayı basarken o, soğuk kanlılı- ğını elden bırakmıyarak annemi yanımdan uzaklaştırmağa çalı şırdı. İşte bn hallerini görür- düm de: «İnsafsız kadın, anne- mi bana çok görüyor » derdim. Ona hayatı tanıtan yıllar, geçmiş zaman dediğimiz bu vasitasız terbiyeci, banada o nun hakiki hüviyetini öğretmiş- ti... Yavaş yavaş ninenin sev- gisi içime işlemeğe başlıyordu. Zaman zaman beni dizinin di- bine oturtur, öğüdler verirdi. <Ömrümüzde gördüğümüz saa- det, çekdiğimiz acıların yarısı- nin yarısı kadar bile değildir; ama bir dakikalık neş'e, günler. ce süren acıları, saatlarce akan gözyaşlarını dindirir.» diyişini hiç unutamam. Bugün benim metin irade- min yapıcısı işte odur. Bu akşam bahçenin bir kö- şesine serdiğimiz hasırın üstün de onunla omüz omuza oturu- yoruz. Dudaklarında hafif titre- meler uçuşuyor, dalgın dalgın düşünüyordu. Onda dolüpta taşmak istiyen bir içlilik vardı. Taşmak, içini boşaltmak, ken- dinde, hiç bir gizlilik bırakma. yıncaya kadar boşalmak isti- yordu. Gittikce donuklaşan göz- lerini Ogözlerime çevirmeden dalgın dalgın yere, toprağa ba- karak titrek sesile söze başladı: — Evet, dedi, adıma ekle- nen kara; saçımın, başımın, kılığımın, kiyafetimin karası değil, yüzümün karasıdır! an- İayormusun yavrum ?. Alayla gülmeyi tecrübe et- No. 2060 —379 Nine — Sacid Okyaya — mek istedi, muvaffak olamadı. — Anlamıyorum, nine? — O karayı bana bulaştı. ranlar da anlamamışlardı, evlâ- dım. Bana alnı kara» diyenler kendi saçlarının akından utg- nanlardır. Onlar sadece benim alnımı kararttılar. Fakat vicda- nımın alnı açık ve apaktır. Saçlarım gibi.. Bilmiyorum neden? Bugün içimde, benim kara yüzlü ol- madığımı anlattırmak istiyen bir duygu, bir isyan hissi var. Belk? bir gün, ben öldükten son- ra, karalı ninenin karalanma hikâyesini başka ağızlardan işitirsin de beni lânetle anarsın. Bunu sana ben anlatayımda alnımı ruhumdan gelen pis his- ler mi kirletmiş, yoksa etrafım- dakiler mi? anla!.. Yeni gelindim. Kocam be- ni çok seviyordu. Tabi bende onu.. Evlendiğimizin ilk ysl- dönümüydü. Köyümüzde büyük bir kıtlık oldu, biç mahsul alamağık. Bütün bir yaz süren bu kıtlığın asıl acısını kışın çektik: varimizı, yoğumuzu sat- tık, yedik. Bu halimize karı - koca için için ağlardık. Üstü- müzde başımızda birşey kalma. miştı; kuru tahtalar üstünde yatıp kalkıyorduk, Birgün köyün mültezimi geldi, vergi istedi. Kocam ha- limizi anlattı. Adam lâf anla- madı. Kocam, kulubemizin ka- pısını açtı; bir köşesinde uzanıp ağladığım odayı, topu topu bir tane olan odamızı gösterdi : — İşte! dedi, satılacak bir şeyim varsa al, götür ağam!.. Mültezim beni görünce göz- lerini süzdü, dudaklarını büz-