, No.1948—263 münasebetile : Tesamaf. ha, o SERVETİFÜNUN 61 ÇIKAR YOL Kaç yıldır bize yerli malı kullan diye haykıran kişiler, yalnız paramızın dışarıya, yad ellere girme- sinden korkuyorlarsa bakları vardır. Ama biliyorum ki iş bu kadarcık değil; yerli malı kullanırsak, yalmz paralarımız yurdumuzda kalmış olmıyacak; birbirimizi korumuş ve birbirimize dayanmış ta olacağız. İncirimiz, üzümümüz gibi yer yüzünde çok anılan, çok isteklisi olan yemişlerimiz var, Bunları dışarı sürerek, yurdumugsa epice para girer, Ya şimdiki gibi süremezsek, bu yemişlerimiz dallarında çürüsün ve bunları yetiştiren köylülerimiz aç kalsın, «Onlar aç kalıran bize ne» diyemeyiz. Sonra buğday yetiştiren köylüler ne yapacak! Yetiştirdiğini nereye, kime satacak? Hep birbirimizi koruyacağız. Dışarıya mal satmayı düşünmekle bera- ber, satamadıklarımızı kendi aramızda harcayacağız. Birbirimize yardım ede ede, bem kendimizi, hem yurdumuzu koruyacağız. Biz ne yapıyoruz! Bundan bir baylı yıl önce ev- lerimizde dokuduğumuz kumaşlarla giyinirdik. Sonra Avrupa bize ucuz, ucuz mal satmağa başladı. Evler- deki tezgâhlarımızı bıraktık. O güzelim bürümcükler yerine ottan yapılma çürük malları, ucuzdur diye, almaya başladık. Alnımızın terile kazandığımız para- cıklar Avrupaya yağdı, durdu. Artık ellerimiz, iş tutmaz oldu, Çalışmanın, kazanmanın yolunu unuttuk. Cumhuriyete kadar, baydi üç beş fabrika açabi- lirdik. Bunların çıkardığı malların yüzüne bile bak- madık. Avrupa malları bize daha parlak, daha ucuz göründü. Bugün Cumhuriyet, yurdun her bucağında fabrikalar açmağa, açtırmağa uğraşıyor. Biz, yine bunlara rağbet etmiyecek olursak evinin temelini kendi baltalıyan kişiye dönmez miyiz? Ne yüzden baksak, bu gidişle işimiz dumandır. Na iyi ki Cumhuriyet, paramızı yad ellere kaptırma- mak için elinden geleni yapıyor. Bizim borcumuz bu yolda hükümetimize yardım etmektir. Yurdumuz- da yetişen tatlı şeyleri yemeli, sağlam malları kul- lanmalıyız. Artık mirasyedilik edecek sıra değil. Paramızı yatırdığımız bankaya heplmiz gücümüzün yettiği kadar daha fazla para yatırmağa çalışacağız. Yıllarca çalışa, çabalıya biriktirdiğimiz paraları, bir düğün için, bir iki gün içinde eritivermek en aşağı deliliktir. Yurdunu seven, hiç olmazsa çoluk çocuğunu düşünen kimse kalkıp parasını olur olmaz şeylerin, temelsiz eğlencelerle kül etmez. Bize <Yerlil malı kullan. Paranı biriktir» diye bağıranların sözlerini dinlemeliyiz. «Ulu sözü dinle- miyen, uluya uluya yolda kalır.» Diyenler çok doğru söylemişlerdir. Yer yüzünde geçen işleri, olan şeyleri görüp öğrenenler ulularımızdır. Onlar bir şey bili- yorlar, bir şey görüyorlar ki, bize böyle öğüt veri- yorlar. Onları dinliyelim. Bir elin nesi var, iki elin sesi var.» Öyle ise ellerimizi birleştirelim. Birbirimize sarılalım, birbirimizi koruyalım. Bugün içinde bocaladığımız güçlükler, başka türlü yenilmez; yüzlerimiz başka türlü gülmez. İşi oluruna bırakmak, «armut piş, ağzıma düş» diyen ahmaklık yolunu tutmaktır. Kendini düşünmeyeni kimse düşünmez. Kendi işini kendi gördüğü için kurdun ensesi kalınmış. Biz Türkler de kendi işlerimizi kendimiz göreceğiz, kendi kazancımızla kendimiz yaşayacağız; yabancıların elle- rine bakmayacağız. Bunun başka çıkar yolu yok. Kâzım Nami olmuştu? İlk iş randevuyu temin, Fakat bunun için birçok ihtimal vardı: Ya kabul etmezse, bir. Ya yalnız telefona razı olursa, iki. Ya Tokatlıyanda resmi bir surette görüşmeğe gelirse, üç. Ya Rüştünün yazı odasına gelirse derse, dört. Veya doğrudan doğ- ruya buraya gelirse, beş. Uykvasunzluktan, ağlamaktan yorulmuş olan Şükrü ba beş ihtimali bulduktan sonra dünyayı keşfetmiş gibi sevindi. Yüzü güldü. — Muhakkak bunlardan biri olacak... Dedi. Ve bunun üzerine biraz uykuya daldı. Ertesi günü Rüştüyü ancak öğle yemeğinde göre- bilecekti. iünkü arkadaşının sabah varifeşi vardı, kimseyi kabul edemez, hele böyle aşk ve alâka işle- rile meğgul olamazdı. ü uyanması, yıkanması, gitmesi zaten öğleyi buldu. Yemeği arkadaşile beraber yiyecekti. Çıktı, gitti. Filhakika Rüştü de Şükrüyü bekliyordu. Uzun uzadıya 'Tokatlıyan meselesini anlattı, Vaziyet fena değildi. Sabır ve tahammül lâzımdı. İstikbalde mu- vaffak olmak çok mümkündü. İşte hülâsası bu. Fa- kat bugünlük ne vardı! Şükrü nasıl biraz kendine gelecek, yaşıyacak, istikbale kadar dayanacaktı? — Randevuyu ne yaptın? — Dedim a. Mesele bugünlük değil, ilerisi için, Bu aralık sizin görüşmeniz mümkün değil gibi, — Ben beş ihtimal düşünmüştüm. Rüştü bu söze pek güldü. Arkadaşının bütün gece bir erkânıharp gibi her türlü ihtimalleri düşündüğüne hayret etti. Fukat Şükrü durur mu? Birer birer ih- timalleri söyledi ve: - Birinci ihtimal çıktı... Diyerek iyi düşündüğünü göstermiş olmak için biraz sevinir gibi oldu. Fakat birden yine her vakit ki hüznüne daldı. Suphi Nuri