No.1920—235 NX EÇ | EN tiyıliysbiye ir gi ağ e Dıtey-lig.lıp Diyorum — Küçük kardeşime — Ümitler içinde yaşadığın an, Sen buna imanla gözlerini yum, Ümitler bir hayal içindir yavrum! Düşün ki hayata girdiğin zaman; Peşinden günleri sürüyen yollar, Ömrünü bir yumak gibi toparlar,. 931 Yakup Sabri ———— — —— ———————— man m Münakaşa hararetini kaybetmiyerek sütlerin, yağ- ların, kremaların nevilerine, yapılmalarına geçiyor. Bu münakaşa İstanbul hudutlarından İzmite ks- dar bitmedi, Orada ikiside indiler. Sonra ne yaptılar bilmiyorum. Fakat şu muhakkak ki bu münakaşadan tüccar arkadaşım da, ben de, ve ekseriyetletle gazetesini okur gibi yaparak bizi dinliyen hanım arkadaşım da epey istifade ettik. İzmitten sonra Ankaraya kadar kompartimanımıza kimse gelmedi. Köşe kapmaca oynar yibi, dört arkadaş kompar- timanın dört köşesinde idik. Ben Ankara'ya kadar uyumadım. Bazan dışarı çıkıyor ve koridorun açık penceresinden bakıyorum. Lokomotif alevler saçıyor. Mecmuada trenin şimdiye kadar geçirdiği terakki devrelerini görmüştüm. İlk zamanki makine ile bugünkü arasında okadar fark varki... Acaba bunu ilk keşfeden; keşfettiği ma- kinenin birgün böyle bir ejder olabileceğini zanne- der miydi 9 Mavi gözlü Marmaranın sıfırndan Ankara'nın 1000 metresine çıkarken içimde zaptedemiyeceğim birşeyler hişsediyorum. Bu, herşeyden siyade fevkalâde sevilen ve hasreti gekilen bir mahbubea kavuşmanın sevincidir. Halbuki ben iki sevgiliye kavuşuyorum: Gazi ve Ankara... Senin sözün hepimizin sözü, senin kalbin hepimi- zin kalbidir. Senin gözün ve senin kalbinle çalışmak için sana geldim, ulu Gazi.. Senin sevincin benim sevincim; senin kederin be- nim kederim. Senin sevincin ve kederinle yaşamak için sana geldim, Ankara.. Ankara Sehap Nafiz SERVETİFÜNUN Kalemin Ucundan /slâhat Hükümet İsviçreden bir mütehassıs profesör getirerek İstanbul Darülfünununu sslâha başla- dı, Verilen haberlere göre, yapılacak iş, tsldâhat değil, daha doğrusu Durülfünunu kapalarak, onun yerine yepyeni çekilde modern bir Univer- sit açmaktır. Cümhuriyet Hükümeti'nin, mem- lekete, bütün manasile hakiki bir universilâ he- diye etmek tsteyişi kadar isabetli bir fikir olamaz. İstanbul Darülfünunile az veya çok, uzaktan veya yakından alâkadar her şahsı, daha doğrusu her münevver Türk bu zaldâhatt zarurt görüyordu. Darülfünunun asıl maksat ve gayelerini iyibi- lenler için, hükümetin yapacağı bu ısldhat işt kadrr kıymetli bir şey olamaz. Cümhuriyel Halk Fırkası programına dahil bulunan İstanbul Da- rülfünununuu aslâha meselesi, hükümetin ilme ne kadar ehemmiyet verdiğinin kâfi bir delilidir. Şahsi fikrim olarak söylüyorum: İstanbul Darülfünunu o kadar valâha muhtaçtır ki, yalnız hoca, talebe vaziyeli, laboratuvar, teşkildi ve sa- ire ilibarile değil, her şeyile tslâha muhtaçtır. Hattâ odacılarile bile.. Evet, sslâha muhtaç olan orada esen hava, oradaki ruh ve zihniyeliir. Darülfünunda hâkim olan şark zihniyeti yerine bir garp sihniyeli koymak sarureti vardır. Odacılara kadar, her şey tslâha muhtaç, dedim. Dinleyiniz: Islâhata memur profesör M. Malche, Darül. Himında kendisine tahsis edilen bir fakülte rei- sinin odasında çalışmağa başladığı ikinci gündü. Profesörü odasına girmek üzere iken gördüm. Kapının önünde elpençe bekliyen odacı derhal hepıyı açtı. Yerlere kadar eğilip bir şelâm ver. dikten sonra profesörün elinden şapkasını al. mak üzere atıldı, Profesör bir an durmuş, hayret eimişti. Şapkasını vermedi. Bir adım daha atarak odaya girdi. Paravanın arkasın- daki vestiyere şapkasını astı. Bir dakikanın içine sığan bu küçük sahnede, şark ve garp zihniyeltlerini temsil eden her iki adamı da, derhal tefrik ettim. Bir odacı, bir profesörle mukayese edilmez, diyeceksiniz. Bu odacıyı böyle kim alıştırdı?... R. F.