öm zu 8... © 2 b. muştu. 6 SERVETİFÜNUN Ankara Mektupları: No.1920—235 İSTANBUL - ANKARA İlk kompartiman arkadaşım; traşı gelmiş yüzünde dudakları bir istifham işareti gibi bükülü bir şahıs oldu. Elinde, çantası, bavulu, veya her hangi bir ihti- yacını giderebilecek hiçbir şeyi yoktu. Başında fötr şapkası, sırtında rengi uçmuş, ya- kası kalkık paltosu olmasaydı ona gipaivri bir adam derdim. Kompartiman kapısından girer girmez hemen or&- ya oturdu. Ve kalıbı bozulmuş kahverengi şapkasını, ne de paltosunu çıkardı. Hatta, ta Ankari'ya kadar o nçuk renkli paltosunun yakasını bile indirmedi. Doğrusu bütün hareketleri geribime gitmiş. Çok tuhaf bir adamdı. Kederli görünüyordu. 3ağ elini paltosunun sol koluma, &ol elini sağ koluma sok- Şimdi ismini hatırlıyamadığım; baş tarafları va- gonda çekilmiş bir Rus filinindeki bir tipe ne ks- dar da benziyordu. İkinci arkaşım tahmin edebileceğiniz kadar ince — fakat sipaivri değil — bütün vücudü müteaddit yarım daireler içine hapsedilmiş bir hanım oldu. Ha- lik muhakkak bu vücudü meydana getirmek için bü- tün ibda, kuvvetile çalışmıştı. Ve sanki bu vücut, hayatını san'atine vakfetmiş bir pergelinden çıkmıştı, Ben, tren giderken pencere açıldığı zaman rüzgâr vurmasın diye pencerenin yanına fakat ters oturmuş- tum. İkinci kompartiman ar ncerenin y8- nında benim karşıma tesadüf eden yeri işgal etti, Trenin kalkmasına on dakika İstasyonda koşuşmalar, düdük Çatak Şu tarafa bakıyorsunuz; şişe ile su ve içki satan küçük bir araba. Bu tarafa bakıyorsunuz hemen hemen ayni şeşit bir araba içinde gazeteler Bomam- lar, resimli mecmuslar. Bu canlı ve lâstik tekerlekli küçücük arabanın içine bütün cihan sığmış gibidir: Hiçbir rütbe, hiçbir fark gözetilmemiğtir. Meşhur bir İngiliz romanı yanında bırakan Bür- gan Cahidin e ve Bir Alman romanı yanında bam- başka birşey vard Korriyera Bella Sera; İl Popolo Ditalya; Akşam ve sonposta ile yanyana. Üçüncü kompartman arkadaşım gençlikten ziya- de ihtiyarlığa yaklaşmış birisi oldu, Kısa sakallarıma ekserisi sğarmıştı, Bununla he- raber bütün hallerinden hâlâ gençliğini muhafaza et- tiği anlaşılıyordu. Sonradan öğrendim ki, İzmitte gütçülük, yağcılık, kremz ve tavukçuluk yaparmış. Birbiri arkası sıra kompartimanımıza iki kişi da- ba geldi. Gene sonradan öğrendim ki, biri Ankaralı bir tüccar, diğeri İzmilti bir sütçü ve yağcı imiş, Hanım srkadaşım kompartimâan penceresinden bir erkekle konuşuyordu. Ama neler! Konuştuklarının hemen hiçbirini anlıyamadım. Zira her ikiside bir bahis üstünde iki cümleden fazla ii zl ama Eni bazan cümleleri bile tamam. tarı h Hareke ediyoruz. Hanım arkadaşım konuştuğu genç erkekle öpüştü. Tren kalkınca bütün komparti- lk ie pencere önüne koşuştular, Ben ba- ANI la di yüzü üstünde dudakları bir istifham işareti gibi bükülü ilk kompartiman arkadaşım, ya- kası kalkık açak renkli paltosu ve başındaki şapks- sile ayni vaziyette duruyordu. Genç kadın çantasından çıkardığı küçük bir men- dili gardan çıkıncaya kadar salladı. Şimdi şu satırları yazarken bu dakikaları tekrar düşünüyorum, Yirminci asır tesirini sade medeniyet, ilim ve fen sahasıuda değil insanın ruhu üzerinde de göstermiştir. Her şeyin yerine maddeyi ikame eden bu asır hissi i i i i m hissin yerine de ayni şeyi koymuştur diye- Bugün en ferdi hereketlerimizden en içitimai ha- reketlerimize kadar her şeyimize madde karışmıştır. Bugünkü insan, ruhiyat kitaplarında yazılı olan ve çocuklarımıza okuttuğumuz teessür denilen şeyi unut- mak üzeredir. Bir umumi harp insanlardaki bu teessürü kaldır- mıya ve onlara taştau bir kalp koymıya kâfi gelmiştir, Umumi harpte senelerce gözleri ateş; kulakları top; burunları kan kokusu almıya alışan insan evlât- ları ancak bu sayededirki, bugün bir tramvaya veya bir otomobil kurbanın gözlerini kırpmadan ve içle- rinde birşey burkulmadan bakıp geçebiliyorlar... Bana bunları yazdıran istasyondan ayrılırken gör- düğüm manzara oldu. Her kompartiman penceresinden birkaç mendil sallanıyordu. Fakat bununla beraber ne istasyonda ne de trendekilerde ufskta olea bir teessür gölgesi yoktu. Şüphesiz bir kısımı böyle olmamakla beraber bunların ekserisi anasından, babasından; kızından, karısıdan ayrılmış kimselerdi. Belki ben biraz yufka yürekiiyim; fakat muhak- kak ki, insanlar eskisine nazargfi çok değişti. Serin bir rüzgârla beraber kglihpartimanımıza ge- ce dolmıya başladi, camı kapsmmak lâzım. Hanım arkadaşım gazetesini okuyor. Birinci arkadaşım ge- lip nasıl oturdu ise hâlâ ayni yaziyette. Bu adam hakikaten bir muamma; Tüccar ile diğer iki sğtçü arkadaşım hararetli bir süt ve yağ münakaşasına tutuştular. Birisi şu kadar sütten şu kadar yağ ve şu kadar krema çıkacağını söylüyor..