SERVETİFÜNUN UN No. 1919—234 Çağlayanlar Memlekelinde Bir Portakal bahsi Gezdim | Bulutlar çürük bir atlas perde gibi yer yer parça- lanıyor. Ufuk portakal renginde.. güneş yeni doğuyor.. Dallarımı denize doğru uzatmış büyük bir sakız ağacının altında çimenlerde oturuyoruz. Boşlukta kopar gibi uzanan, uzandıkça kopmıyan uğultulu se8- ler var; sn sesleri. Yanıbaşımızda bir çağlayan kö- pükten kahkahalarını denize fırlatıyor. Az ileride bir daha ve birkaç tane daha... Körfez bir göl kadar durgun. Ufak bir dalga bile yok. Yüzümüze ince bir tüy gibi dokunup geçen rüzgâr saçtığı güzel koku ile ruhu- muzu büyülüyor. Çağlayan- lardan başka ber taraf ses- sizlik içinde. Ağaçlar, çimen- ler, bulutlar bile bu kokuyu Hapmlnya içiyor. Arkadaşım seslendi — Doğu yeli esmeğe baş- ladı. Portakal bahçelerine gidelim mi! Sessiz yürüyoruz. Güneş biraz daha yükseldi, Su ses- leri yavaşlar gibi oldu. Hissettim ki, cenup sahille- rinin bu sihirli kokusu Balkanların çocuğunu sathoş ediyor. Arkadaşım beton bir duvara yaslanmış büyük bir kapıyı itti. Kapı açıldı. İçeriden hücum eden ılık bir rüzgâr kudurmuş bir dalga gibi suratıma çarpa Ve ayni koku ta iliklerime ka- dardoldu. Durakladım. İlâhi kokunun menbâına geldiği- mizi anlamıştım. Bir mabede girer gibiheyecanlı adımlarla içeri girdim. Büyük bir bahçe. İnsan boyunu biraz geçen sayısız ağaçlar, portakal ağaçları. Beyaz çiçekleri ve kırmızıya çalan yapraklarile portakal Çağlayanlar memleketinden bir köşe. Batıya bakıyorum. Orada da ayni bayrak var. Yalnız doğudaki bayrak çağlayanlar memleketinin sayısız bahçeleri; batıda bayrak da Toros mradağları- nın Akdeniz'e kavuşan son parçalarıdır. İçimden bilmediğim bir ses körfezin iki tarafında birbirine benziyen bu iki cihanın esranniı ruhuma an- latmağı başladı. Neler öğreniyorum neler? Meğer: Bu uçsuz bucaksız bahçelerdeki taze ağaçlar, ihti- yar dağların tepesindeki ak saçlara imrenerek her sene bu vakit yeşil başlarını beyaz örtüyle gizlerlermiş: güneş görmesin diye. Hakları da varmış. Çünkü buranın güneşi başka diyar larınki gibi zayıf ve ihtiyar değilmiş. o genç, daha ateli ve daha hainmiş. İşte bu sebepten bu taze ağaçlar yeşil yapraklarını beyaz bir örtüyle güneşten gizler ve bir müddet murat larına ererlermi: Ne çare ki ilkin bembe- yaz olan bu örtü zamanın avucunda yavaş yavaş sl değiştirir, pembeleşirmiş. İşte o vakit güneş e rüzgârdan yapılınış insafsız kırbacile bu örtüyü Ne yere dökermiş, Artık taze ağaçlar ümitsizliğe kapılır, ağlamağa başlar ve gözyaşlarından tomurcuklar doğarmış. Bu tomurcuklar her günü hafta, her haftası ay, her ayı sene heşabile büyür, olgunlaşır ve bütün güzelliğini takınan birer sarışın yoşma olurlar- mış. Ayın altın rengini çalan bu sarı kızlar sarardıkça gü- zelleşir ve yalnız bu sıcak iklimlerin değil şimal mem- leketlerinin bile en sevgilişi » ağaçları. olurmuş. Bu sarışın yosms- Hendesi ey lar çehrelerile karanlık kulü- trek biraz daha güz Ni Antalya'da Hadriyanos kapısı. belere ışık, ışıklı salonlara olan bu ağaçların he ASLEN Bener ini Li iler briimdan 'Loniri müzesine süa olur ve kokularile ümitsiz ilir gibi nazlı, Aralarında yü kları ilâhi kokuyu her iâhze ciğerlerimize pşaltıyoruz. Onlar da sabah rüzgârından k başlarını eğiyor ve o kızarmış meli ra bizi selâmlıyorlar. Korkak adımlaria. biç an köşke kadar geldik. Balkona çıktık. Hâlâ susuyoruz. Sanki çağlar yanlar bile susmuş. Ya emektar kulaklarım beni sl- yahut ben fazla sarhoşum. Elimde savat işle- rile süslü bir bakır tas var, içinde portakal şuyobu. İgiyor, içiyor ve gün doğuşuna bakıyorum: Gözün görebildiği kadar uzanıp giden iki renkli bir bayrak var. Tabiatın bayrağı. Alta yeşil, üstü beyaz. “ gönüllere ferahlık verirler. miş. Batıda dağlara gelince: Onlarda önlerinde uzanan bu uçsuz bucakez ye- şiliğe âşık olduklarından sonsuz bir azap hisseder ve bu hisle denize yakın yamaçların yeğile boyarlarmış. Yalnız bulutlarla öpüşen kısımlarını beyaz bir ör- tüyle sarar ve hiçbir mevsim bu örtüyü başlarından arımış: matemlerini kimse anlamasın diye. Fakat bir şair kadar içli olan bu dağlar, şairlerin sağır diye hitap ettiği bu türlü dağlar her en ihti: yarlıklarını hatırlar ve için için ağlarlarmış. Bu gözyaşları çılgın bir sel halinde sayısız kollarla ovaya dağılarak susamış topraklara can verir ve coşkunluğunu kaybetmeden denize karışırmış.