302 Bir Eski Zaman Tipi: HAMU Sokak ğer girer girmez: — Misafir gel Dediler, on bizim konakta çok yardımı do- kunmuş, dedemin epice hayır duasını kazanmış emek- tar bir kadıncağız vardı. Nemiz olduğunu adam- akıllı kesdirememekle beraber dedeme «suyunun 8ü- yu» kabilinden bir karabeti mevcut olduğanu hatır- hyorum. İşte, gelen misafir babamın ölümündenberi gö- rüşmediğimiz bu hatuncağızmış, Beni görünce, babamı ve dedemi hatırlamış ole- cak, birden gözleri yaşardı. Elini öptüm. Tevurle- rında minnet ve şükran borcunu ödemediğine ya- nan bir insan hali vardı. Kadıncağızın bu yük 9i- tında daha fazla esilmesine vicdanım kail olmad. Gönlünü alırım ümidile, şakak kemikleri fırlamıs, derileri kat kat olmuş, buruşuk, etsiz yüzünden öp- tüm. Böyle ansızın çıkagelen bu ihtiyar hatun çocuk- lağumun en ele avuca sığmaz günlerine ait hatıra- ları kafamda canlandırıverdi. Asıl ismi «Hanımşah Hanım» dı. Fakat bildim bileli, kısa ve kolay olsun diye, «Hamu kadın» de- nirdi. Allah gani gani rahmet eylesin, babam hamur işini çok fazla sevdiği için, dedemden kalma bir iti- yatla ona, gelip gittikçe tatarböreği, mantı, kolpi- desi, kadıngöbeği, lslange, kaygana yaptırır, tatlı- ların harcını hiç esirgemezdi. O zaman çok küçük: tüm, Lâkin «Hamu kadınsa bacak kadar boyumla, hayli yardımım olurdu. Yeyinti bahsine dokunduğu için unutmıyorum : Babacığımın canı hamur işi istediği vakitler, «Hamu kadınsın evine «sureti mahausada» haber gi- der; misatirliğe . Haftırımızdan çıktığı hiç vaki değildi. Gelir gelmez soyunup dökünür, parmak- ları kınalı ellerini sıcak sabunlu gu ile ta bileklerine kadar üzene bezene yıkar, küçük porselen ibrikten döktüğüm su ile durulardı. Benim pek hoşuma git- tiğini bildiği için durulanırken ellerini birbiri üze- rinde sıvazlıyarak gicir gıcır gıcırdatır, sonra da sü- zülen damlaları, kabkahaya boğmak için yüzüme gilkelerdi. Daha ellerini kurulamadan, ms yaymak, or- tagına hamurtahtasını oturtmak benim vazifelerim- dendi. «Hamu kadınzın kollarını sıvayarak tahtanın başına, çömelişi görülecek bir şeydi. Babamın siki tenbiblerine rağmen: —Ah, şeker «Hamu kadın»cığım, ne olur, bana da biraz hamur ver... Ben de yım. diye yalvarışlarıma ayten, yaşı ile uygun olmıyan bir atiklikle beni belimden yakalıyarak, SERVETİFÜN UN KADIN «elaman!» kabilinden yanına çökertir, önüme de biraz hamur sürerek kendisine yardım etmeme müsaade ederdi. İşte o zaman keyfime payan olmazdı. Bir müd- det sesim çıkmadan uslu uslu hamuramla oyalanır- dım. Fakat, ansızın aklıma eser, kadıncağızı çileden çıkaran bir muziplik icat ederdim, Faraza, dir çcö- küp de hamurları iyice yuğurabilmek için var kuv- vetile abandığı bir sırada hamurtahtasını öbür ucun- dan hafifçe kaldırır, etrafın allakbullak olmasına sebe- biyet verirdim. Kendi hamurumla, güçbela, becerdiğim börekleri, gözümün önünde tepsinin bir kenarına yerleşdirtir, ayırdedebilmek iğ de üzerine, hiç kimsenin anlı- yamıyacağı gerip garip k yinemi koyardım. Tepsi, ara, nar gibi küre bir halde dön- düğü vakit, emeğimle meydana gelen böreğe <Ha- mu kadın» bile el sürmeğe cesaret edemezdi. Ancak ben, bin bir eziyet içinde böreciğimi küçük kayık biçimi tabağıma ayırır, eğer «kolpidesis ise; — çün- kü en sık yapılanı bu idi — sarırasaklı yoğurdu bol- ca dökmeği hiç ihmal etmezdim. «Hamu kadın», börek ve tatlı işi bitip de köşeye kuruldu mu, snnemin tabirile «yumuvcaklığımı» gös- terir, sülük gibi yapışarak «İlle saklambaç oynıys- lım !» diye tuttururdum. Çabucak kanardı. Akıl ede- miyeceği dolaplara girer, kapı aralarına, karyola, masa ilemi, saklanır, bikıncıya kadar aratırdım Hele bir defasında izimi kaybetmemek için olanca hızı ile koşmağa savaşırken çarpık bacakları birbi- rine takılmış, merdivenden aşağı yuvarlanarak bileği ei m vakadan sonra bir daha saklambaç oynadı- dün: hatırlamıyorum. Geçmişin derinliklerine gömülü bu hatıralar birer birer gözümün önünde beliriverdi. Çocukluğumda bana gücümün yettiği kadar arkadaşlık eden, türlü yapmacıklarla avatmıya çalışan bu hatuncağız, artık büsbütün ihtiyarlamıştı. Oyası solmuş, uçuk renkli yemenisinin kenarından gözüken &9çları tamamile ağarmıştı. Zaten ağır işiten kulakları daha ziyade paslanmış, yanı başından geçen tank arabalarının gürültüsünü bile duyamıyacak bir bale gelmişti, Burkulur gibi oldum. İ e bu —i igin sevgi ile dolu bir merhamet hissi u «<Hamu kadın»ı karşımda, benim lğ çek- tiği eziyetlerin, katlandığı acıların, sükranı ödenme- miş ihtimamlarının hesabını istiyor, sandım. Gözlerim buğulandı. Bu hüznü gidermek için içimden gelen özlü bir arzu ile kollarımı boynuna dolayarak kırışık yü- zünden, alnından, yanaklarından tekrar uzun uzun öptüm. 1—3—933 SAFİYE RANA No.1919—227