306 SERVETİFÜNUN , Ne. .1913—227 Chateaubriandın Türkiye seyahat «1 Itinörsire de Parisâ Jörusalem» Chateaubri- and'ın eserleri içinde en muvaffak olanlarından biri gibi telakki edilmiyor. Doğrusunu söylemek lâzım ge- lirse bu eser şair ruhu ile gezdiği yerlerin tahassüs- lerini yazan bir yolcunun seyahatnamesinden başka birşey değil. Kitabın bazı tarafları küçük, ehemmi- yetsiz vak'alarını bütün teferruatile anlatılmasında fazla israr edilmesi dolayısile okuyncu üzerinde fazla büyük alâka myandıramıyor. si eserde, muhar- ririn hissettiklerini gelişi güzel yazdığı xengin parçır lar, ve renkli lâvhalar yok ik değil, Seyahatnamenin ikinci kısmını teşkil eden «Ege deniz Anadolu ve İstanbul ziyaretis, vadetmiş oldu- ğu kadar veremiyor. Meselâ, Atala mubarriri, bir asır evvelki İstanbul hakkında uzun mütatslealar yürüte- cek yerde, acele ile karalanmış iki, iki buçuk sayfa lık yazıyı kâfi görüyor. Boğaziçinin, hassas bir kalp üzerinde bırakabileceği derin tesirler Chateaubriand da görülmüyor. Muherrir: <İstanbul'da kaldığım müd- det zarfında pek Sıkıldım, çünkü ben yalnız san'at yahut faziletin güzelleştirdiği yerleri ziyaret etmek- ten zevkahrım» ; diyor. Pıerrie Gatinin, İstanbul hakkındaki coğkun tahassüslerine bakılırsa, bütün Bretonların gürel pre karşısında ayni hisleri duy- maâdıkları anlaşılıyor. Chateanbriand'ın ilânı İstanbula kara tariki ile gel- mekti; fakat bu plân da, bütün seyahat plânları gibi, saya düşmüş, 'Troie harabelerini görmek arzusu, onu kestirme yolu bırakıp, uzun yolu tutmaya mecbur etmişti. Bir Fransız kendişinebu arzuyu bırakmak lâzım geldiğini, o tarafların pek emniyetli yerler ol- madığını söylemişse de dinletememiğti. Chateanbriand, ayni yoldan bir İngiliz seyahını Çanakkaleye götürdüğünü söyleyen bir rehperi kira- İamış, yanına pe ve bir de tercüman alarak yola koyulm Küçük kafile Menemene 4 Eylül 1806 da, gece yarısı, vasıl oldu. Burada iki gün kaldıktan sonra Hisarcık yolunu tuttu. Hiçbir vak'a kalmamaksızın ilerlerlerken bir kaza oldu, Chatenubriand attan düş- tü. Zararsızça atlatılan bu kazayı asılzade muharrir pek hayıra saymıyor, yollarında ilerlemede bir mah- sur görmedi. Epiyce müddet sonra, yol değiştirmiş olduklarının farkına varan Chateaubriand, nereye gittiklerini gordu. «Kırkağaca» cevabını alınca neye uğradığını an- layamamıştı. Yanına rehperi çağırmış, söz verip sö- zünde durmadığı için haysiyetsiz, alçak bir adam olduğunu, korkaklığı, yahut keyfi yüzünden projelerini bezamiyacağını, hakaret amiz bir lisanla, yüzüne bağırmıştı. Cenova darülfünunu sabık müderrislerinden ve tanınmış İtalyan müşefekkirlerinden Profesör Ezio Hartalini'nin imizde neşredilen (Messagero degli İtalani) gazete- sinde çıkam Fransiz şairi Cbatsaubriand'ın Tarkiye scaya- bati hakkında bu çok gözel ve miri tenkidini ka- rilerimize takdim ediy Tehtifler, tahkirler bir netice vermemiş, rehper fikrinden dönmemişti. Çarnaçar Chateau Briand, ar- kadrşlarının peşine takılmıştı. «Kırkağaca» vasıl oldukları zaman derhal gidip Fransız konsolosunu bulmuş, olup biteni anlatmıştı. Bir İtalyan cerrahı olan konsolos oranın hâkimi ile görüşmüştü. Hâkim derhal Chateaubriand'la arka- daşlarını istetmişti, Biraz sonra dördü birden muhakemeye giriyorlardi, Ağa efendi, yüksek bir sedire yarı uzanmış. Elin- de tuttuğu &cem çubuğunu aradabir ağzına götürü yor, dumanların kıvrımlarına bakarak gülümsüyordu. Geniş salonun yüksek duvarları silâhleris süslüy- dü. Yerde reukli nakışlı bir halı serili idi. Tercüman, yeniçeri ve rehper içeri girerken ayak- kaplarınını çıkarmışlardı. Ağanın cübbesini etekledik- ten sonra kapının yanına dizöstüne oturmuşlardı. Chatenubriand ise silâh ve ayakkaplarını çıkar- zusk istememiş, tercüman vastasile uşaklara «bir Fran- ——. hiçbir vakit adetlerini bırakmıyacağını» söyle- mişi «Gönie du Cbristianisme» maharririnin bu kadar acaip bir inatla, ve hemen hemen çocukça bir eda ile memleketinin adetlerini bırakmıyacağını söylemiş olması tuhaf düşüyor. Fakat maksadımız tenkit yap> mak olmadığı için, hikâyemize gelelim. Ayakkaplarını çıkarmadığını gören bir sipahi, Chateaubriand'ın kolundan çekmek istemişti. Fakat muharririn yüzüne inen kamçısının acısı, zavallıyı yaptığı şeyden bin kere pişman etmişti. Bu yepyeni hıristiyan merhameti jestinden sonra Chateaubriand Ağanın yanına 'gidip oturmuş, der- derdini, Fransızça olarak anlatmıya başlamıştı. Genç hâkim tercümanı dinlemiş, ecnebi muharrir. den adaletini esirgemiyeceğini söylemiş, ona kahve getirtmişti. Genç Ağanın adaleti, Hazreti Süleymanın adaleti kadar âdil olmuştu: rehper, aldığı paraları geri ver- mekle cezalandırılmış. Chatenubriand, Troie cihet- lerinin fazla tehlikeli oldugu ileri sürülerek, İstanbul yolunu tutmıya davet olunmuştu!... Chateaubriand bu hükme itiraz etmek istemiş, rehperin bu şeyleri vaktile söylemesi lâzımgeldiğini ileri sürmüşse de, Ağanın: «İş işten geçti, ne yapalım ki kısmet böyleymiş» cevabı meseleyi kesip atmıştı. Muhakemeden çıkmadan evvel rehper, almış ol- duğu parayı sahibine uzatmıştı. Muharrir parayı, ul- muş, bir kere daha sözünde durmadığı için rehperi tekdir ettikten sonra, parayı iade etmişti. Bu kadar- la da kalmamış, âlicenaplığını daha öteye götürerek, kamçıladığı sipahinin avucuna iki altan aıkıştırmıştı.