48 SERVETİFÜNUN No.1870—185 Bir roman gibi — 36 inci sayfadan mabaat — — Ben de Yeniköylüyüm, Fakat oradan daha çok küçükken çıktığım için orasını tanımam, Babam öldükten sonra dayım beni İstanbulda birisine satmış, — Senin babanın adı İbrahim mif — Evet dedim, babamın adı İbrahim, amcamın adı)Haşarı Hüseyin. O vakit yanımdaki kadın: — Kız dedi, ne duruyorsun. Senin annen, kar- deşlerin sağ. |Köyünüzde tarlalarınız var oraya gelsene, Bu vaziyet karşısında, “lm Demek anneme kardeşlerime kavuşacaktım Meseleyi akşam zevcime açtım. ve bir kaç gün sonra da zevcim ve ğburada tanıştığım Yeniköylü kadınla köyümüze hareket ettik. Annem, Yeniköyden yarım saat beride bir köyde bulunuyormuş. Oraya vardığımız zaman haber verdiler. Zavallı kadıncağız koştu geldi. Biz ana evlât kucaklaştıgımız halde gayri ihtiyari aramızda tuhaf bir yabancılık seziyorduk. Köyde kardeşlerimle de buluştuk. oOOrada bulunduğumuz üç beş gün bizim için pek tuhaf oldu. Daima biri- birimizin başındân geçen halleri anlatıyor, dertleşiyor ve kaybolan fküçük kız kardeşimin ne halde oldu- gunu düşünüyorduk. Sonra Ankaraya döndük. Zeycim vazifesinden istifa etti. Buradaki işlerimizi biraz yoluna koyduk- tan sonra köye giderek yerleştik. Küçük kız kardeşimle bdâluşmamıza gelince ko&a- mın dairedeki bir işini takip etmek için bir hafta evvel Ankaraya geldim. Geçen çarşanba günü iş hakkında malümat almak için Rüsumat dairesindeki arkadaşlarımdan birini Başvekâlet önündeki bahçede bekliyordum. Yanıma bir hanım oturdu. Ben gordum: — Hanım, nerelisiniz? Kadıncağız içini çekti: — Asıl Çerkeşli imişim, fakat Çankırı'da büyüdüm. Kocam Büyük harpte öldü. Çankırı'da bir kızım var, ben de burada, çalışıyorum. Yüreğim hop etti, Çerkeşli ve ira büyümüş. — Çerkeşte kimseyi tanıyormusun!? — Hayır, tanımam. Beni oradan pek küçükken çıkarmışlar. — Senin adın ne? — Şefika). Heyecanım arttı, telaşla sormuşum : — Ananın, babanın adı? Kadıncağız telâşımdan ürkmüş gibiydi: — Nüfus kâğıdımda yazılı. Elini pelerininin altına soktu. Koynundan nüfus kâğıdını çıkardı. Baktım, gözlerim sevinçle parladı. Şefika, bundan tam otuz sene evvel kaybettiği kardeşimdi. Boynuna atıldım ve tanıştık. Hem de işte böyle otuz sene ayrı yaşadıktan, otuz sene birbirimizin yüzünü bir kere bile görmeden ve âdetâ birbirimizin isimlerini unuttuktan sonra.» Berta — 35 inci sahifadan mabaat — yanaklarında dalgalandı. Çevik adımlarla uzaklaştı... Kulağımın dibinde; öpüşen iki camın iniltisini duydum... arson kız gelmiş, masaya bardak ve tabakları yerleştiriyordu..... Dalgınlığım ve sokağın tozlarile sislenen camın ve cansız gözlerime hayat veren bir güneş o Kamaşan benliğim şaşkınlık içinde çırpınırken; o — şık entarili, esmer, sıska — arkadaşile yanımdaki masaya oturdu. İlk defa gördüğüm bu genç kız; hissiyatımda, hiç bilmediğim, müthiş bir heyecan fışkırttı. İkisini ateş saçan nazerlerla süzüyorum. Esmer kız ona bir resim uzatıyor: — Regarde! Berta! Bir güneş gibi doğan, sarı ışıkları kalbime yıldı- rım hızile süzülen, ruhumda heyecan, aşk kasırgaları koparan hülyalı kızın ismini öğrenmiştim. Bu çiçek- ler kadar fenkli ismi, şe ys bir zevkle tekrarlarken; ona hayran bakıyoru Berta, dökülmüş bir kelebek Call tozları kadar açık sarı saçlı, akşam güneşile kızaran inci bulutlar gibi tozpenbe tenli, granit yamaçtan boşluğa taşan bir şelâlelen çok daha açık mai gözlü bir aşktı. Berta, kalbimde volkanlar parlatan, şimşekler gaktıran ilk aşkımdı. Onlar mütemadiyen konuşuyorlar, Ne bana. ne kimseye bir defa bakmadan gülüşerek sessiz sessiz mütemadiyen konuşuyorlar.. Berta'nın billür sesini, yarım saat tatlı zehirli keman nağmeleri gibi dinledim. Koyu iâcivert, çok şık elbisesi içinde; muntazam, taşğın vücudile Aşk Cennetinin çıldırtan İlâhesidi. Güneşten hafif yanmış çıplak kollarındaki, belirsiz sarı tüyler kanımı barıtlıyordu. Berta'yı kucağımda sıkmak, aşkla çıldırtmak ve çıldırmak hülyaları beni saadet şerbetile sarhoş eder- ken; onlar gittiler, Dünya başıma yıkıldı... Çılgın düşünüyorum. nun havası — kurşuni dumanlarla — mane- viyatım kadar puslu... Düşüncelerimin perde çektiği gözlerim kabarmış alçalmış dalgalarla insan denizi akan — cadde içinde aksetmiş, görmeden bakan, donuk birer ayna Tavanda büyük vantilâtör, kocaman garip bir böcek rızıldıyarak deli bir hızla dönüyor, bu uğultu yorgun beynimde büyüyor, büyüyor; beni — dalgalı bir denizde imişim gibi — sersem ediyor... Gözlerim kısılıyor... Karınca düğünlerini hatırlatan caddeyi hayalmeyal görüyorum... Hayatımın ilk korkunç sukutu beyali altında ezilmiş, yorgun adımlarla eve dönüyorum. Firdevs hanımın hikâyesi burada bitiyor, Bu ma- cera Ankara muhitinde şiddetli alâka uyandırdı. Hayatımızın tesadüflerden ibaret olduğunu — bu vekayı okunduktan sonra — kim inkâredebilir. AHMET İHSAN Matbaası Limited