No.1870—185 SERVETİFÜNUN 43 Feyzullah Efendi Feyzullah efendi «Evkaf nezareti celilesi» «smuha- sebatı vakfiye» kaleminden daha henüz yirmibeş senelik hizmetini bitirmeden altmış beş yaşında tekaüt edildi.. «Mintarafillah» saftı.. Vaktini gamsız, kasavetsiz geçirir, bir yer bin şükrederdi. Fatih Nişancasında dedesinden kalma bir tarafa yıkılmış köhne ahşap evde ellilik karısı Gülsümle yapyalnız otururdu. Akşamları yatsıdan çıktıktan sonra köşe başında, fırının karşısındaki Hüsmen ağanın kahvesine oturur mahalle muhtarı ve diğer dostlarile hoşbeş ederdi. Ayakları yaz kış Gülsüm hanımın elde ördüğü beyaz yün çoraplardan başka birşey görmemişti.. Yazın lapçın, kışın mes ve lâgtik giyerdi.. Sabahları sekizde evinden çıkar, elinde tesbihi, yavaş yavaş, yolda gördüğü dostlarına «Selâmınley- küm» diyerek « Muhasebatı vekfiye » kalemindeki masası başına kadar gelirdi. Nefsine itimadı pek fazla idi. Etrafındakilere emniyet telkin ederdi. Birçok meziyetleri vardı. Fakat altmışını geçtikten soura bu meziyetleri veren Halik onları verdiği gibi aldı Halden anlar daire mümeyyizi onu son senele- rinde sukutuhayale uğratmamak için tekaütlüğünün kadro tensikatından ileri geldiğine kani edinceye kadar akla karayı seçmişti. O gün geniş tahta mer divenlerin tozlu ürabzan- larını sıvazlayarak sallana sallana aşağı inebildi. Evrak mahzeninin açık kapısından etrafa ağır bir küf kokusu dagılıyor ve nemli duvarlardan, boyası dökülmüş viran tahta kapılardan sıyrılarak üst kat lara kadar dağılıyordu.. Sıra sıra dizili tozlu yangın kovalarının üzerle- rinde uçuşan sinekler bu kasvetli « darülmesai » ye tuhaf bir musiki veriyorlardı. Kahveci Hasan ağa sıvalı kollarını sıvazlayarak gelirken Feyzullah efen- diyi gördü. Bakır ibriği Besmele ile yere bıraktıktan sonra kalın kaşlarını kaldırdı. Parlak siyah gözleri derinliklerinde parladı. Ve ustura ile kazınmış kafa- sını birkaç kere döndürdükten sonra: — Abe Feyzullah efendiciğim dedi. Seni de mi ekmeğinden ettiler? Besbellidi, «Müdüriyeti umumi- yesden gelen mümeyyizin yanına vardığımda «bu çıfhıt muhasebe kâtibi çok lâkayt, evrak sürüncemede kalıyor, ihtiyar, bunak» diye zırvaladı. Senin fikrin açıktır. Böyle gözlere kulak verme,. Tekaüt maaşını alıp ben getiririm. Sen evceğizinde git rahatına bak, Allah millete zaval vermesin, yoksa.. Akşamları kahveye gelde bize bol bol mesnevi oku dedi.. Feyzullah efendi cevap vermedi. Boğazı tıkanır gibi oldu. Bunaklık ve saflık onu soğuk bir kefen gibi sardı. Ona göre «Kuyudatı vakfiye» de «yeddi tula» sahibi idi. İki ay evvel geçirdiği hesapların yerlerini kütükte buluyordu. Mahhalle muhtarının fahri müsteşarlığını yine hüsnü ifada kusur etıpiyor ve dul kadınlara yazdığı maaş istidaları geri gelmi- yordu. * ** Mahalle bakkalına selam verip girdi. Akabinde: — İsmail efendi kardeşim, şu bizim hesaba bir bakıver, dedi. İhtiyar bakkal geçkin müşterinin bu (vakitsiz ve hiç beklenilmeyen bir andaki tediyesini kaçırmamak için müfredatı süratle cemederek : — Dörtyüz altı. Onsekiz lira da geçen aydan, yirmi iki lira altı kuruş.. dedi. Feyzullah efendi bu kadar tahmin etmiyordu. Yekünda bir yanlışlık olmasın diye bakmak üzere gözlüğünü çıkarmak için elini cebine attı. Karıştırdı. Astarını dişarı çıkardı. Öbür ceplerini, tütün tabaka- sını, bozukluk para kesesini yokladı, yok.. Reçetesi olmadığından yeni bir gözlük bulabilmek te haylı güçtü. Dört beş kere lahavle çekti. Kan beynine sıçradı. Alnının terini derisi gerilmiş kemikli elile âilerken : — Bunca senelik gözlüğümdü dedi, nasıl kaybettim, İşte bu dakikadan itibaren o hakikaten « Müdü- riyeti umumiye » den gelen mümeyyizin dediği gibi bunamıştı,. Bakkal İsmail efendi onu çok müteessir gördüğü için hiç ses çıkarmadı. — Belki evdedir, Feyzullah efendi dedi. Birkere bakıver.. Feyzullah efendinin kulaktan atma nikel gözlüğü burnunun üstünde idi.. Sehap Nafiz