a No.1867—182 nunda «isme» herfleri bulunan bütün garp sanat nazariyeleri mürit bulabilmiştir. Dikkat edecek olursanız görürsünüz ki tanzimattan sonra edebi tekkelerimizin bütün şahsiyetleri avru- palıdır. Bu müritlerin türk cemiyetine birşey vere- bileceklerini ummuyorum. — Pekâlâ beyefendi, Nesir mi, şiir mi? Siz hangisini tercih ediyorsunuz, bundan sonra edebiyatta hangisi hâkim nlacak$,. — Hiçbir zaman nesir ve şiirden biri ötekine tercih edilmez ve edilemez. Ve hiçbir zaman, biç bir edebiyatta biri ötekine hâkim olmaz ve olamaz. Bu gibi sualler, sizin gibi mütecessis zekâlarımızın ber şeyi öğrenmek ve bilmek arzularından doğma birşeydir. Bu fantezinin üstünde çok düşünmemeli- yiz. Zira ağır muhakeme etmeğe gelmez. — Harp ve seyahati edebiyatı, bizdeki nümuneleri? — Bizde şimdiye kadar böyle birşey, yani bah- settiğin harp ve seyahat edebiyatı doğmamıştır. Ve bu gidişle doğmayacaktır. Zira edebiyetçılarımız harp ve seyahat etmemiş- lerdir. Onlar, nasıl harbedilir, cephe nasıl şeydir gör memişler ve oturdukları şehirlerin haricine çıkma- mamışlardır.. Peyami Safa bey gülerek sözüne devam etti: — Türk edipleri heyetinin Çanakkaleye, cepheyi sadece uzaktan görmek için gitmelerile bu iş olmaz. Biz bu kanlı sahnelerin şımarık birer seyircisi olmaktan başka hiçbir şey yapmadık Halbuki Almanyada, Fransada harbe nice büyük edipler iştirak etti. Meselâ Fransa büyük harpte Proust gibi daha nice büyük ediplerini kaybetti. Bugün Claude Faraire'in riyaset ettiği harple çarpışanlar ce- miyeli yüzlerce gazi edebiyatçı ile dolu. -— Bugünkü Keani Lisan bugünkü şeklini kimlerin elinde almış bulunuyor, türkçenin en iyi mümunelerini kim verdi?. N — Diyebiliriz ki, bugünkü lisan için en esaslı mesele; sadeye giderken basite düşmek tehlikesidir. Halk diline benzemek gayretile türkçeyi yavan- laştırmayı marifet sayanların kıymet aldıkları bir devre geçiriyoruz. Bir noktaya bilhassa işaret edeyim; bununla hiç bir zaman bugünkü dilimizi fena bulduğumu söyle- mek istemiyorum. Eğer öyle olsaydı maksadımı daha iyi anlatacak kelimeler bulabilirdim. Bugün, sadece halka doğru gitme cereyahının tereddi etmiş şekillerinden korktuğumu anlatmak istiydrum. — Edebiyatımız ne gibi esaslar üzerinden inkişaf eitirilmeli? Peyami Safa bey burada hararetle söze başladı: — Her şeyden evvel klasik kültürleri olmayan gençlerin modern edebiyat zannile yaptıkları kötü taklitlerin istilâsından edebiyat pazarlarımızı kur- tarmalıyız.. Nazım Hikmeti taklit etmek kolaydır. Hatta bu- nun için alfabeden kıraate çıkmış olmak kâfidir diye- ceğim geliyor. Gülüyor gülüşüyoruz, — Devami 420 inci sayfada — SERVETİFÜNUN zu bii Kalemin Ucundan Temsil Liselerde edebiyat, musiki, resim okutuluyor. Güzel san'atlardan bu üçü resmi mektep programlarında yer bulmuştur. Neticesine bakacak olursak en müsmir olanı nisbet itibarile, edebiyattır. İkinci musiki ve sonra resim gelir. Her halde bir netice alınıyor. Gayeye uzak veya yakın... Güzel sanatlardan temsil, bu gün beynelmilel sanat hayatında, en ileri mevkii almış bulunuyor. Lisede talebeyi yetiştirirken, onun temaşa, temsil zevkini de tenmiye etmek lâzımdır. Temsilin bir ders olarak resmi programa girmesini istiyorsam da üzerinde israr etmi- yeceğim. Nihayet bu, yeni bir teşkilât, eleman, ve bütçe meselesidir, Bunu idrak ediyorum. Fakat çocuğa nasıl edebiyat, musiki, resim zevki vermeğe çalışıyor, bizzat yapmağa alıştırıyorsak, temsile de aynı ehemmiyeti vermemiz lâzımdır. İstanbuldaki bazı ecnebi mektep- lerinde senede kaç kere temsil verildiğini görüyorz. Galatasaray lisesi bu hususta takdire şayandır. Her ay başı temsiller veren bu ecnebi mektepler, her halde talebeyi palyaçoluğa alıştırmak, sade gönül eğlendirmek için bu işi yapmıyorlar. Burada hayati, bedii, terbiyevi bir gaye var. Çocuğa temaşa zevkini vermek, umumi bir yerde serbest hareket etmesini ve konuşmasını öğretmek lâ- zımdır. Bu işi liselerimizde yapmak güçtür. Güçlüğü yenecek fazla çalışmak ve zevkine varabilmektir. Senede bir kere veda müsameresi verebilmek için, bir çok lise, orta mekteplerde ne kadar sıkıntı çekildiğini görüyoruz. Buna rağmen de muvaffak olmuş temsil pek azdır. Çünkü bu işin kolaylikla işleyen mekanizması, bedii heyecanı, zevki mekteplerimizde teessüs etmiş değildir. Hakıki tiyatro; tiyatro kültürü ve zevki olan bir halk istiyorsak işe mekteplerden başlamalıyız. Nasıl haftada şu kadar saat edebiyat, musıki, resim okutuyorsak, senede şu kadar temsil vermeğide talebeye vazife bil- dirmeliyiz. Vazife, çok zaman, yapılması istenilmiyen şeydir. Yapılmasını hayatın amansız zorlukları değil, mektep çatısı altındaki sihirli sevgi temin etmelidir. Bütün hüner bu sihri keşfetmededir. Ancak bu şekildedir ki; yapılan vazife, cemiyete bir faide bırakabilir. R. EF, —