No, 1887—172 SERVETİFÜNUN 247 Felsefe DESCARTES Usulü ve felsefesi Kurunuvustaya hâkim olan iskolâstik felsefenin on beşinci âaarın sonuna doğru kıy metini kay- bederek sukutu üzerine, bir buçuk asır kadar muattal kalan felsefe, on yedinöi aşrın başında, İngiliz Bacon ve Fransız Descartes ile tekrar can- lan İlmi sslah ederek felsefeye yeni bir istikamet vermek ve sağlam bir temel atmak için çalışan bu iki filozof, bir noktadan hareket ederek «tahlil, ana- iysesi esas ittihaz ettiler. Fakat Bacon tahlilini harici âleme yani havasın şehadetine, «Descartes ise «tefekkür, pensöese, yani deruni müşahedeye tatbik etmiş, bu suretle iki felsefi cereyan vücude getirmişlerdi. Filhakika «Bacon», «Sensualisme», «Des- cartes», «idealisme» temayülüni meydana getirdi. «Renö Descartes» 1596 da «La Haye» şehrinde doğmuş ve Jizvitlerin idaresindeki «La flöche» kol- lejinde tahsilini ikmal ettikten sonra harbiye mek- tebine girmiş ve zabit olmuştu, Çok seyahat eden ve çok okuyan «Descartes», boş zamanlarında tetki- katta bulunuyor, tetebbüat ile vakit geçiriyordu. Kendisi ayni zamanda değerli bir riyazi, kıymetli bir fizik mutahassısı idi. Üzerlerinde ehemmiyetli tetkikatta bulunduğu bu ilimleri wlah etmeğe karar vererek zabitlikten istifa etti. Bunlara yeni bir usul ve gaye verilmeyince fel- gefeye sağlam bir temel atılamayacağı kanaatinde idi. Bonun için Metefiziği vaz'a çalışıyordu. Fakat bu sıralarda Fransa'da Aristo'nun felsefesi dimağlara kuvvetlp işlemiş, tam manasile İorayı hükmediyordu. Bunlarla mücadele etmek pek güç olacaktı. Onun için felsefesine melce ve yahut menşe olarak Felemengi tercih etti. Lâkin arzu et- tiği hürriyeti burada da bulamadı ve felsefesi bir çok hücumlara maruz kaldı. Merasimden hiç hoşlan- mayan filozof, İsveç kıraliçeai «Christine»'nin mütes madi ısrarı üzerine, sarayda ikameti kabule mecbur oldu. Fakat Descartes İsveğin soğuk iklimine fazla tahammül edemiyerek, «Stokholm»da 1650 şubatının 1i inde vefat etti, Kendisi cebri hendeseye tatbiki ilk defa düşünmüş, fakat her şeyden evvel (usul)üne kıymet ve ehemmiyet vermişti. Decartes 1637de yazdığı «Le discours de la möthode» isimli eserile «usulsünü vaz ve melekâtı akliyeyi hüsnü idare, ulümdeki hakikati taharriye ait bir takmam kaidelerden bahseder. Altı kısımdan terekküp eden bu kitabın en mühim bahisleri usule sit kavajt ile metafiziğin esası olan Allah ve ruhun mevcudiyetine âgir serdettiği delillerdir. Kısım, kısım tetkik edecek olursak birinci kısım filozofun ilimler hakkındaki mülâhazatını ihtiva eder. «Akli selim dünyadu en iyi taksim edilmiş bir şeyâir.» meşe sonra sabit bir ilim olmayınca fel- sefenin esası çürük olacağını söyler. İkinci kısımda ilmi usulün esaslarını addettiği şu dört kaide altında toplar: — Bedahet derecesine kadar yükselmiyen şeyleri sahih sdâdetmemek. (Bedahet) 2 — Tetkik neticesinde çıkabilecek müşkilâtk mümkün ve lâzım olduğu kadar aksama ayırarak tahlil etmek. (Tahlil) 3 — Tahlile en basit hususattan başlayarak en mürekkebiue kadaı çıkmak, bu suretle fikri bir intizam dahilinde sevk ve idare etmek. 4 — Her bangi bir tetkiki kannati tamme hasıl edinceye kadar kontro! etmek. (Tadadı tam) Bu ralarda henuz yirmi üç yaşpnda olan Descartes bu usulün felsefeden başlayarak bütün ilimlere tatbiki düşünmüş, fakat daha tecrübeli olmak için yaşlanmayı beklemişti. Üçüncü kısım, usulü tatbikinde gözetilmesi lâzım gelen üç ahlâki kaideyi ihtiva eder. Descartes bu üç ahlâki kaidenin, insanın zihnen meşgul olup karar ittihaz ederken ef'alinde kararsız olmaması için lâzım olduğunu söyler: 1 — Memleketin kanun ve âdetlerine riayet etmek. 2 — Metin ve sebatkâr olmak. 3 — Talie inanmayarak nefse galebe etmek. Descartes dördürcü kisimda Allahın ve ruhun mevcudiyetini isbat eder. Descartes Allahın yahut bir vücudu âlinin mev- cudiyetini şöyle”isbat ediyordu. Bir insan varlığının mwahrumu kemal olduğunu, balbnki kendisinden daha mükemmel bir şeyin fikrini hakikaten daha kâmil bir şeyden aldığını ve bir «şeyi kâmilin» hiç bir zaman bir «geyi gayri kâmilsden sudur ederek ona mutavaat eyliyemez diyor, kendisinden dahâ kâmil ve mükemmeliyetlerin kâffesini cami âli bir mevcudiyete inanıyordu. Bunu daha kat'i bir şekilde isbat ediyordu. Hendesede bir müsellesin üç zaviye- sinin mecmuu iki kaime eder davasının hayallerde yaşadığını dünyada böyle bir müsellesin mevcudiye- tins dair hiç bir delil olmadığını zikrederek mevcu- diyeti ilâhiyenin hendesede isbat edilen davalardan daha vazıh bir hakikattir diyordu. Ruhun mevcudiyetine gelince nefsini, cismimiz farzedebileceğini bu suretle etraftaki cisimlerin &de- — Devamı 260 inci sayfada —