254 SERVETİFÜNUN No. 1857—172 KARLARIN ALTINDA. Yazan: Reşat Feyzi Kapı, birdenbire açıldı, İçeriye soğuk ve tipile beraber, yüzü gözü sarılı, büyükçe başlı, Kısa boylu bir adam girdi. Bu anda bütün başlar kalk, kapıya çevrildi. Zar atan eller, taş dizen parmaklar, kâğıt saklayan kollar o an hareketsiz durdu, Dudaklarının kımıldanışında bit hürmet gezilen bütün ağızlar, aynı kelimeleri tekrar etti: — Merhaba Ömer uetal.. Köy kahvesinin bu yeni müşterisi, ağır adımlarla saç sobaya doğru ilerledi. Beyaz ve yün eldivenlerini çıkardı; iri ve yuvarlak ellerini ısıtırken başile etrafa mukabil selâmlar; veriyordu: — Merhaba, merbaba!.. Bütün kahvedekiler, oturdukları peykelerde, yan- larında yer #yırıyorlar ve çağırıyorlardı: — Şöyle gelsen, Ömer usta!.. Yeni misafir, hiç sesini çıkarmıyor, sobanın üze- rine doğru uzatarak ısıttığı morarmış ellerine bakı- yordu. Biraz sonra, iyice ısınan Ömer usta, ateşin yanın- dan ayrıldı, peykelere doğru yürüdü. Duvarda asılı lâmbanın işiğına yaklaşınca, yüzü daha iyi farkedi- liyordu: Bu, ihtiyar bir adamdı. İhtiyara yer verdiler, geldi, Peykenin üzerine, bir ayağını altına alarak bir dizini dikerek oturdu. Sağ elile de atkısını, başı- nın etrafında bir kaç defa döndürerek çıkardı. Güzelce büktü, Arkasındaki rafı üfleyerek temizledi. Oraya yavaşça koydu. Sonra, yarısından fazlasını ak kaplamış bembeyaz sakalını, sağ elile, sıvazladı. Tekrar bir sağına, bir solun: — Merhaba —- Merhabal!.. dedi. Bir iki dakika süküt oldu. Kimse konuşmadı. Zarlar atılmadı. Kâğıtlar şaklamadı. Bu süküt... Ömer ustaya cıgarasını hatırlatmıştı. Şalvarının ce- binden ağır, ağır tahia tütün tabakasını çıkardı. Sağ elinin şahadet parmağile üzerine bir kere vurduktan sonra, tabakayı açtı. İp ince, sapsarı tel tel kaçak tütününden kalın bir cıgara yaparak dtü- daklarının arasına sıkıştırdı, Ömer usta, yeleğinin Me yardm ararken etraftan bırakmadılar; e et, ağal. lk iy bir geç, hemen sıçradı, geldi. Upuzun fitilli çakmağını, kalın damarlı elinin avu- cile bir vuruşta yaktı; ihtiyar» uzattı. — Buyur, ağal!... Ömet usta buna, bir uzun: — Eyvallah!.... Çekti. Sonra kahvecinin getirdiği kulpsuz, koca- man, ağzı geniş fincan kakveyi höpürdeterek İiçmeğe başladı. Ye,.... keyifli keyifli cıgarasının dumanını seyre koyuldu. Gene herkea susuyordu. Karşı köşeden, mörpu- cunu ağzından hiç ayırmayan bir adam, ortaya bir şey atmak için, nargilesinin fokurtusunu dinleyerek: — Ömer usta, dedi, lâkin bu kışta ama hükmünü sürdü. hal.. Kardan gözümüzü açamağdık... Bu fikre derhal iştirak edenler oldu; — Böyle kar, ne vakittenberi olmamış, diyorlar. iğ yapılı bir köy delikanlısı, Ömer uştsya dönere — m dedi, evden sen şimdi hasıl geldin!,. Kar dizi geçti... Ömer usta önüne bakarak gülümeedi. Başını iki tarafa sallayarak cevap verdi: — Hey oğul!. Biz de kardan kıştan korkarsak!. Arkasından bir: çekerek ilâve etti: — Baksana, yaşımız artık yetmiş... Biz ne felâketli kışlar gördük. Orta yaşlı, zaliça bir adam bu sözleri tasdik etmek istedi: — Sahi, eskiden ne kışlar olurdu!. Başka bir şey söyliyen olmadı. Hepsi sustular. İhtiyar Ömer usta &islenen nemli güzlerini bir müd- det kahvenin rutubetli, boş duvarlarında gezdirdi. Sonra, lâmbanın siyah, belirsiz islerine dikti, O, dü- şünüyerdu. Şimdi gençliğini, dinçliğini. erliğini düşü- nüyordu. O an, yüreğinin en hassas bir damarı burkulmuştu. Eski zamanların anılması, ona kalbinde ince bir gızının yeniden acıdığını hisssettirdi. Gözle- rini önüne indirdi. Saklamağa çalıştığı iki, üç damla gözyaşının yetmiş yıllık bir yoldan geldiğini hatırlat tağı vakit, gönlünün rengi uçmuş, maviliği kaybolmuş semasından bir şahap daha boşluklara doğru uçtu, gitti... Şimdi, bütün kahve halkı, yetmiş kış görmüş bu ihtiyarın, şu en, yetmiş yıl çarpmaktan yorulan zavallı kalbinde de, kim bilir, nasıl merhametsiz bir kışın insafsızca hüküm sürdüğünü tasarlıyordu!..