No. 1857—172 Ömer ustanın bu hali herkesi müteessir etti. Hepsi, birkaç dakika, derin bir sükütun esiri oldular.. İhtiyar, korkulu bir rüyadan uyanır gibi birdep başını kaldırdı, ın uzamış külünü yere silkti; uzun, uzun iki nefes çekti. Sonra, bittiğini gördüğü cıgarasını sobaya doğru fırlattı. İhtiyarın yüzündeki yetmiş yılın, belki yetmiş derin izi, ani bir değişiklikle, sevimli bir tebessüm belirtti. Hafızasında tatlı bir hatıra canlanmıştı. Gece, uykuda iken, bulutlar arasında yaşanan, güzel efsanevi bir rüyadan nasıl ayrılmak istenmezse, o dâ, tıpkı böyle, bu derin ve zevkli hülyayı muhayyile- sinden kaybetmemek emelile biç kımıldanmıyor, gözlerini diktiği noktadan uzaklaştırmıyor, kirpikle- rini kırpmıyor, bakıyor, bakıyor, hülyalara dalıyor, bakarken de gülüyor, gülüyordu... Birden değişen bu halini merak edenler, ona sordular: — Hayrola, Ömer usta!!., O, mütevekkilâne tavrile, kayıtsız, cevap verdi: — Hiç... Aklıma bir şey geldi de... Daha ziyade meraklananlar: — Nedir o, yahu!.. Diye sormaktan kendilerini alamadılar. İhtiyar, mihnetle karışık bir gülme ile izah etti: — Gençlikte geçen bir kışın garip bir vakasını hatırladım da.. Ona gülüyordum.. — Bu, bu kadar da tuhafa gidecek bir şey miki? — Eh... Gariptir yal. Bu garibenin ne olabileceğini merak edenlerin israrı üzerine, Ömer usta, başındau geçen bu tuhaf hatırayı anlatmağa rıza gösterdi. Kalınca bir ogara daha sardı. Yaktılar. Herkes knlak kesilmişti. Bu, yetmiş yıl görmüş ihtiyar, üzerine oturmaktan yorulan ayağını değiştir- dikten sonra, hikâyesini ağır, ağır anlatmeğa başladı: — Bir tarihte idi. O vakit, genç idim, Gene, böyle şiddetli bir kış olmuştu. Belki bundan da şid- detli... O gamanlar, yazın bağımda, bahçemde çalışır; kışın da seyyar eskicilik yapardım. Emektar bir zembilim bütün kunduracı takımlartımı alırdı. Onu, sırtıma vurur, bütün bir kış kar demez, yağmur de- mez dört, beş ay köy köy, aşiret aşiret dolaşırdım. Bir sabah, gene başka bir köye gitmek için bu- lunduğum köyden çıktım; yalnız başıma yollara düştüm. Yerlerde, bir karıştan fazla kar vardı. Ve tipi de boyuna yağıyor, göz gözü görmüyor, insana nefes aldırmıyordu. Böyle, tipili günlerde, akşamlara kadur, dünya kararıncaya kadar çok defalar yollarda kaldığım için, hiç aldırmıyordum bile... Çünkü, nasıl olsa köye giden yolun izi kapanmadan ben varaca- ğım yere varırdım, Yolumu kaybetmezdim. Köyden ben çıkarken bir iki suvari jandarma ile iki yolcn grabası izi derinleştirmişlerdi: Artık, bir kere köyden çıkmış bftundum. Yolcu yolunda gerek, diyor, bo- yuna gidiyordum. Ne kadar yürümüşüm, bilmem.. Bacaklarım karları açmaz oldu, ellerim omuzumdaki zembili tutmaz oldu. Baktım, kar haylı yükselmiş izler kaybolmağa başlamıştı. Köyden yarım saat kadar uzaklaştıktan sonra kimseye rasgelmiyordum. Tipi de gittikçe şiddetini artırıyordu. Yol gittikçe e A NN SERVETİFUNÜN 255 uzuyor, adımlarım küçülüyor, eskiden yakın bildiğim köy, bir türlü görünmüyordu. İçime birden bir korku düştü. Nihayet... iz de kapanmış, bitmişti... imdi, karların ortasında, dağların arasında, kurtların yuvasında yapayalnız kalmıştım, Hiç bir kurtuluş yolu görünmüyordu. Korku, beni iyice sardı, — Yarabbi, sana sığındım,. diyerek dua etmeğe başladım. Kararsız, karın içinde yorgun bacaklarım: çabalıyor, sonumu düşünüyordum, Saatler ise boyuna geçiyor, gidiyordu... Hiç ümit etmediğim bir anda etrafıma iyice bakındığım vakit ortalığın karardığını gördüm. Artık akşam olmuştu. Bu tenha ve korkunç akşamlarda karların padişah, fırtınaların ejderha olduğu diyarda, bir tanrı misafiri idim. Gece oluyardu. Şimdi ne yapacaktım? Nasıl ve nereye gidecektim? Bu korknlu fikirler zihnimi alt üst etti. Artık, geceyi dağların başında geşirecektim. Fakat, kimsesiz, ateşsiz, bir yudum, çorbasmız... Bana, yağan kar yorgan, yerdeki kar yatak olaeaktı. Bir vakit, bacaklarım kımıldanmaz bir hale gelmişti. Durdum, Zenbilimi, diz kapağımı aşan karın üzerine koydum. Yorgun, argın, karların üzerine yığılıverdim. Derin bir yorgunluk nefesi aldım. Etrafımı, ümitsiz bakışlarımla süzdüm. Gözlerim, gittikçe çöken karan- lıktan ürker gibi, uzakları göremiyor, ve.... ne gö- ğü seçiyor, ne de yeri geçiyordu. İçime de korkudan başka bir mahzunluk, bir gariplik çöktü. Boynumu büktüm; Allaba sığındım. Düşünmekten başka ne yapabilirdira ?.. Dümdüz karların üzerinde gözlerim gezinirken, şurada burada, bir iki tepemsi yerlere rast geldi, O an, bir çılgın gibi sevindim, Gözlerim yaşardı. — Oh, ohi.. Diye seviniyor, ucu demirli şimşir bastouuma dayanarak, deminkinden dalıa canlı tepeciklere doğru karları yararak gidiyordum. Yanına gittiğim yığın, benim boyumdan iki karış kadar yüksek, külâh biçiminde, alt tarafı epice geniş bir kar tepeciği idi. Şimdi ber şeyi anlamıştım. Bu- lunduğum yer, «Çay başıs köyünün tarlaları idi. Düşündüm: Yolumdan ne kadar ırak düşmüşüm, hey Allahım!.. Bu yığınlar, ottu. Köylüler, yazın hayvanlarınd; fazla gelen otları ertesi seneye saklamak için böyle yığın yaparlar, üzerine âikı, samanlı çamurla sıvarlar, ta öbür bahara saklarlardı. Geceyi geçirecek emin yerl bulmuştum. Zenbilimi yere koydum. Bastonumla oğraşa, oğraşa üzerinin karlarını, güç hal ile indirdim. Siyah topraklar göründüğü vakit, on saattenberi yüzünü görmediğim için, sevinçle gözlerime sürdüm. Sonra, toprakları da kazdım. Altında otlar görün- meğe başladı. Dinlene dinlene kendim sığabilecek kadar, otların içinde bir yer açtım. Oh!,, burası ne kadar sıcaktı Önümdeki karları da, mümkü olduğu kadar eyaklarımla iteledim. Oyduğum bu kovukta, bir müddet başımı sicak otların üstüne ko- yup dinlendikten sonra, yerimi daba büyülttüm. Zenbilimi iyice yanıma yerleştirdim. İçinden ekme- ıkardım. gimi ç — Sonu gelecek haftaya — s