No.1857—172 farksızdır. Görülüyor ki insan müfekkiresi âzamı nâmütenahinin içerisinde yok gibidir. Kâinatın bir hududu olup olmadığı bir türlü malüm olamıyordu, Einstein nazariyesi bu muammayı da halletti. Bun- ların izahına girişmeden evvel Alman âliminin çalışma tarzını ve takip ettiği yolu görelim. Bu ci- hetin izahından evvel de — tabii mümkün olduğu kadar riyazi düsturlardan ictinap ederek — dördüncü buut (guatriğme dimention) mefhumunu anlamaya çalışalım. Euelite hendesesinin kâfi gelmediği bir zamanda daha aşağıda bahsedeceğimiz Riemann hendesesi ile hesaplarını yapan Einstein uzunluk, genişlik ve de- rinlik dediğimiz üç buuta bir dördüncü daha ilâve etti. Bütün zaman telâkkilerimizi mekânda yaparız, halbuki mekân telâkkılerimiz de zaman dahilinde olur. Şu halde zaman ve mekân birbirlerinden ayrı- lamayan şeylerdir. Mekânsız zaman vey& zamansız mekân düşünmek kalınlıksız bir satıh düşünmek kadar mevhum bir şey olur. Bir çok kimseler dördüncü buui mefhumunu kavrayabilmişlerdir. Biz bunu anlatabilmek için şöyle bir misal knllanacağız: Ben bu yazıyı yazarken dışarıda kar yağıyor. Düşen zerrelere bakalım, ufak, beyaz ve donmuş su .zerreleri, nasıl oluyorda bunlar donmuş bir halde düşüyor! Zira havadaki bulut birdenbire fazla soğuk bir suhunetle karşılaşıyor. Bu bulut nereden gelmiştir ? Sıcak zamanlarda güneş ve hararetin tesirile sulaz ve bilhassa deniz tebehhur etmiş ve bu bulutlar teşekkül etmiştir. İşte bütün bu kısımları bir anda ve seri bir surette görebildi- imiz esnada dördüncü buut hakkında bir fikir edinmiş oluruz. Bu makalede maddenin teşekkülünü ve atom teşekküllerine dair noktai nazarları da görmek lâzım gelecek ise de bunları ziyanın intişar ve tevellüdü esnasında, görmekliğimiz daha muvafık olecağından burada yazmayı muvafık bulmadık. «Einslein»in kendisine sorduğu ilk Güal şu olmuş tur: «arz dönüşü esnasında acaba içerisinde bulundu- ğu eterif*| de birlikte sürüklüyor muf» Bu sualin cevabını bazı hadiseler vermiştir. Bu hadiselerin en mühimmi de abarration (**| olmuştur. Bu hadise Bradley tarafından keşfedilmiştir. Bradley bunu dünyanın güneşin etrafında döndüğünü isbat etmek için kullanmıştı. Aberrationu izah etmek için umumiyetle kulla- nılmakta olan basit bir misal vardır ki biz de onu söyleyeceğiz, Kendimizi öyle bir gemide farzedelim ki muttasıl genişçe bir daire çizmek üzre dönsün, bu devir esnasında da şiddetli bir yağmur başlamış olsun. Havada hiç rüzgâr bulunmadığını kabni edersek yağmur taneleri suyun sathına şakul olarak düşecektir, (*) Eter kelimesi esür diye de kullanılmıştır. (**) Bu kelfmeyi inhirat diye tercüme etmek te mümkündür. — Devami var — Şe m ŞAM RE NN ş yg PA SERVETİFÜNUN 251 Kalemin Ucundan Galeri Taksim kışlası avlusunda maç seyredenler bazan on bini buluyor. Güzel edebi bir eser bu adedin yarısı kadar kari bulamıyor. Bizde futbolun tarihi yarım asırlık bile değil.. Edebiyatımızın tarihi on asırdan f Resim elli seneyi geçen bir zamandanberi Türkiye- de tamlıyor. Fakat bu zavallı, ne meşin top kadar 10 bin deli âşık, ne de edebiyat kadar bir iki bin heveskâr buluyor. Bir resim sergisi, on beş yirmi gün açık durduktan sonra, teşhir ettiği tablo adedini aş- mıyan bir meraklı kafilesile selâmlaşıp dükkânını kapayor. Bizde resim, işte böyle kesat pazarmın geçmez mataldır. Ressam sergisini, siftah yapmamış bir anli- kacı gibi, ıstırapla kapatıyor. Fakat ıstırap, her zaman bedbini doğurmaz. Büyük hamleler ıstıraptan doğar. Hiç seyircisiz, alış verişsiz dükkânını kapatan ressam da, gelecek sergi için borç para ile tuval ve boya alıyor. Ve içinde gene, aynı ıstırap var.. Elinde fırçası, tuvalini boyarken, bunların da görülmiyeceğini, satılmıyacağını biliyor. Böyle bir haleti ruhiye ile çalışmak, betbin olmadan daha çok çalışmak, tek şey ifade eder: san'at aşkıl. Henüz içtimat bünyemize girmiyen, zevkimize hitap edemiyen bu güzel şey, bir avuç âşıkının kollarında gözyaşı döküyor. Bu aşıklar onu paralı bir kadın sever gibi değil, sadece güzel olduğu için seviyorlar. Bugün resim, her asırdan daha fazla kıymet ve mana taşıyor. Çizginin ve rengin ifade kudreti geniş» lemiş, kafaya ve kalbe akan bir şelâle olmuştur. Resim sevgi ve heyecanını duymuş ve onu duyurma- ğa çalışan gençleri himaye etmek lâzımdır. Bu genç- lerin mesaisi tam manasile bir hüsnü niyet ifade edi- yor. Çünkü onlar kendilerine maddi hiç bir şey vadetmiyen; bir güzel peşinde koşuyorlar. San'at güzeldir. Güzel sevilir. Sevilen şey de düşünülmeğe, korunmağa lâyıktır. İnsan iz ve heyecansız yaşayamaz. Bu iki hissi bize güzel temin eder. Medeni milletler yaşamak için, güzeli yapan san” atkâra muhtaçtır. San'atkâr korumak, yetişti lâzımdır. Bizde resim, güzel san'atlardan en az duyulan en çok yetim bırakılandır. Onu daha fazla büyütüp beslemeğe mecburuz. Bir üvey evlât gibi, kapı önünde bırakılan resim bağrımıza alınmalıdır. Bize muhakkak bir galeri lâzımdır. Galeri, onu büyütmek için bir beşik olacaktır. R. F. / İ İ i i