No. 1855—170 SERVETİFÜNUN 223 — Bir türlü ne cesaret edebiliyorum, ne de im- kân buluyorum... Arkadaşıma acıyor ve acıdığım için de kızıyordum. — Htenti, dedim, bu işler senin elinden gelmiyor, beteremiyorsun vesselâm.. İnsan bahçe pitişik komşu oturur da kızı bir defa yalnız göremez mi?.. Biliyor- sun ya, geçen yaz da Perihanla konuşurken dillere düşmüş, eline yüzüne bulaştırmıştın.. Hüsnü önüne bakıp düşünüyor, elindeki asma vaprağının sivri uçlarım koparıyordu. İçini çekti. Ağır ağır başını kaldırarak yüzüme baktı. Gözleri içine çökmüş, kirpikleri titriyordu: Bilmezsin, Naci dedi, söylediğin gibi pek te kolay değil.. Onlar buraya taşınalı daha iki ay ancak oldu. İlk onbeş gün hiç görüşmedik. Sonra evden gittiler,, Bu iyi bir vesile olmuştu.. Belkisle konuş mağa başladım. Çok hassas, terbiyeli bir kızdı. 17 yaşından ümit edilmiyecek bir temkini, ve vakarı vardı. Onu şimdiki kızlarla mukayese edemiyorum. Düşün ki bana hAlâ: Hüsnü B., diyor. Bu, tanıştığının ertesi günü şakalaşmağa başlayan, oyun oynayan, havai kızlar. dan değil, Bana hâlâ karşılaştığımız vakit: — Nasılsınız efendim diyer.. Bu resmi ve çok merasimli alâka devam ederken, benim kendisine açılmam bir türlü kabil olmuyor. Halbuki bu sarışın, mavi gözlü, muamma gibi kız, ilk taşındıkları gün banâ ilâhi bir tesir yapmıştı. Her geçen gün ve gece kalbimde onu daha çok hissediyorum. Bu çocukluk, toyluk aşkı değil, Naci. Onu ben başka bir hisle seviyorum, Geceleri onun bütün hayali göz kapaklarımıu içine doluyor. Saat- lereg onu seyrediyorum.. Sabahleyiu ilk işim kalkıp onun penceresine bakmak.. Onların köşkü ve bahçe- leri, beni sanki kuvvetli bir telle kendisine bağladı. Sadık bir köpek gibi başka bir yere ayrılamıyorum. Bizi şimdiye kadar üç kere bahçe eğlencesine davet ettiler. Oyunlar oynadık, dansettik, likör içtik. Saatlerce onunia karşı karşıya dpurilam. Defalarca dansettim.. Onunla gözgöze gelmek beni bitiriyor. Helimden, bütün kalbimi okuyor.. Fakat, o kadar mahir bir alâka uymamak pozunu alması var ki, beni çıldırtıyor. Onunla densederken bütün vücudum titriyor. Bu saayı v, kollarımın arasında hissediyor. Saçları yüzüme değiyor, bu temas damarlarımı elektrikleşti- riyor. Avncn, yanan avucumda kor kesiliyor. Ben gene bir şey söyleyemiyorum. Dudaklarım titreyor, dilim tutuluyor. — Bu gece hava ne güzel, diyoram.. Başını kal- dırıyor, gözlerimin içine bakıyor, gülümsüyor. Hüsnü yerinde duramıyordu. Ayağa kalktı, elin- deki yaprağı parçaladı, hiddetle yere attı, Dolaşmağa başladı, kesik kesik anlatıyordu: — Bir çok geceler onlarla köşkün önündeki yolda gezdik. kalabalıkuk.. Mehtabın güzelliğinden, yıl- dızlardan, yeni çıkan tangolardan behsettik.. Bu geceler, ben odama, vurulmuş bir insan gibi sendeleye sendeleye giriyordum. Sagtlerce, onun penceresindeki ışığın sönmesini seyrediyordum. Bir dkşam üstü idi. Belkisi bizim bahçede gördüm, Koşarak yanına gittim, Eğilmiş çayırların, böğürt- lenlerin arasında bir şey arıyordu. Sessizce yanına yaklaşmıştım. Kalktı, yıkılan duvaşın taşlarına ba- sarak kendi bahçelerine geçecekti. Birden beni görünce: — Hü... diye hayret ve biraz da korku ile du- raladı. — Ne arıyordunuz Belkis hanım, dedim.. Önüne bakarak: — Kardeşimin topu kaçtı da, dedi... Fakat bula- madım ki... Hemen böğürtlenlerin içine saldırdım. Her zaman batan dikenlerin acısını bugün duymuyordum bile.. Topu buldum, çıkardım. Belkise verdim. — Çok teşekkür ederim, dedi, zahmet oldu.. V6.. gene önüne bakarak taşlara bastı, duvardan atladı, koşa koşa eve girdi. Hüsnü şsusmuştu, İkimiz de düşüntiyorduk.. Sonra bana dünerek: — Haydi Nasi, dedi, bana, müsaade, ben gidiyorum. Ö gittikten sonra ben lâvantinlerimi sularken, karanlıktan çiçeklerin köklerini iyi farkedemiyordum. 5 Âğustos Zavallı Hüsnü, sevgisini, bir erkek arslan gibi kalbinde zaptediyor.. Bu istırabın en büyüğü, itiraf edememek... Mukabele görmemek.. Geçen gün Hüsnü ile gene saatleree dertleştik. — Madem &öyliyemiy orun, bir mektup yaz, dedim, — Ayıp olmaz mı, dedi.. — Belki.. Fakat senin bir türlü itiraf edememen, hem de o hissettiği halde, seni dahs toy bir vaziyete düşürür.. Dün Hüsnü bir mektup yazmış. Bana geldi, okudu.. — Güzel, dedim.. Bir hafta geçti. Hâlâ mektubu verememiş. Kâ- Zıtlar cebinde eskidi. Baştan yazacak.. Zavallı çocuk.. Haftalar geçiyor.. Yazılan a” kim bilir kaçıncı oldu, fakat hiç biri verilemeği, 10 Teşrimlevvel Penceremin önünde oturuydrum. Yağan yağmurlar yolun tozunu bastırmış.. Güzel bir toprak koknsu var.. Salkım ağacında kuşlar ötüşüyor.. Kapı çalındı. Gelen Hüsnü.. Kenğini koltuğa can verir gibi atfı. Yüzü sapsarı idi.. — &r oldu, dedim. Gittiler. — Kimi. — Onlar... Ve sonra başını avuçlarının arasına aldı, Ömür Jarı sarsıla saretla, ağladı, ağladı... O gün, Belkisler İstanbula injimniişlardı. Hüsnü hınçkırırken, hâlâ veremediği mektubu rebindet çı- kardı, yere attı.. O bış Çamlıcaya yağan karlar, bir aşı kalbe diri diri görmen, sanki bir kefen olmuştu.