130 SERVETİFÜNUN No. 1849—164 Geçen dakikalarım Soba bir zebani gibi homurdanarak kızgın işti- halarla yanıyordu. Cehenmem sanki hapse tıkılmıştı. Masanın üstündeki yeşil abajurlu lâmbayı sön- dürdü. Koltuğu sobanın sarı yalazlarına karşı çekti. Bobanın küçük kapısından çıkan ziya odanın bir kışmını aydınlatmış, ve bu manzarasile oda kübik bir tabloya benziyordu. Koltukta oturamadı, pence- renin yanındaki sedir üstüne gitti. İçinde sanki bir su kaynıyordu. Karşı tarafta bir sıra elektrik lâm- baları vardı. Büyük ağızlı bir arap diş sikiyordu sanki. Dışarda beyaz, kesif bir sis halinde daha yar ğarken buzlaşan bir kar vardı. Buğulu camlar içer- sinden su sizan bir kaya parçasının dik sathına benziyordu. Alnını onlara dayadı. İstiyordu ki buğulu camların alnına verdiği serinliği başka bir şey kalbine versin, * o Başka bir soy kalbine seriniik versin.. Duvarda asılı daatin, madeni rakkası bitmez, tükenmez hareketlerile zamanı dokudu.. Ve bu tuhaf âlet — bir büyücü esrarengizliğile — yavaş yavaş on ikiyi vurdu. © vakit birdenbire aklına bir söz geldi; —x« Zaman üzerine çalınmış yeni bir galebe dalın. Bir gün daha geçti» Ve düşündü ki şu dakikada yeni günün ilk saatini yaşıyor... Ö vakit bir türlü aklı ermediği zaman mefhumu zihninde iyice karıştı. O zaman ki, varlığile yokluğu belli değildir ve öins bir kısrak gibi koşmaktadır. Ne vakit olsa bize yetişecektir. Zira, koşan bir şey bizden uzak değildir. Zaman herhalde şakayı çok seven bir şey olacak ki, bizim belimizi bükmekten, saçlarımızı &ketmekten sevkalıyor. Ve geçerken dakikslarımızı alıp gidiyor... Zamanın alıp götürdüğü dakikalar, mazinin ka- “ranlıklarına karışırda bir daha geri gelmez.. Geçen dakikalarımız bir daha geri gelmiyecektir. Ve biz onların hasretini gönlümüzde bir su serin- Mği ve bir çiçek kokusu gibi daima duyacağır.. Geçip giden, maziye karışan o günlerden bize kalan yegâne şey ancâk elemli bir hatıradan ibafet olacaktır. Sehap Nafiz Sevgimi Kalbimde Taşımıyorum Herkesin aşkı kalbinde gizlenirmiş.. O saate ben- giyen, kurulması bitince duran ve durunca da top- raklar içinde böceklere yem olan kalbinde,. Anlamıyorum doğrusu; niçin kalp sevgi kaynağıdır!. Buruşuk yüzlü nineler, ak saçlı şairler ve genç sevdalılar: «Aşkın yurdu kalptir» diyorlar, Büyük bir şair torununa şöyle demiş: «Aşk!.. Bu ilâhi mefhuma sahip olmıya çalış yavrum.. Sev, evlâdım, Sev!.. Sevince de bütün kalbinle iste.. Acaba bu kalp kelimesi gayriradi mi kullanılıyor?, Kim bilir.. Hislerin, heyecanların, ihtiraşların, velhasıl bütün teessüri varlığın nâzımı denilen bu et parçası buka- darmı büyükt?.. Hayır.. Hayır.. Ben onu ne büyük tanıyorum, ne de sevgi kaynagı. Ben seviyorum.. Fakat aşkım kalbimde doğmadı ve orada yaşamıyor.. Sevgi!.. Kalpten başka yerlerde yaşıyan ilâhi varlık, Seni kalp denilen, ömrü insanların koyduğu o basit ve mütenahi ölçülerle hesaplanan varlıkta hapsetmek istiyorlar, değil mif.. Ne büyük günah. Sevenler! aşkı kalbinizde taşımayınız!.. Sevginizi oraya göm- meyinizl.. Kalp fani bir varlıktır, yaşayışı da çok kısa.. sevginizi kalpten başka bir yerde, ondan daha yüksek, daha ebedi ve daha sonsuz bir yerde saklayınız!.. Güzel maşukanıza, bir sonbahar akşamı, şapraklar yerlerde renkler içinde sönerken şöyle deyiniz: Hazan sevgimize yeis katacak.. Ben seni, şu yap- rakler gibi, çok az zaman sonra, yerlerde sürünecek olan kalbimde taşımıyorum, güzelim.. O kızacak, yanakları kırmızılaşacak ve aize diyecek: — Yazık sen beni hiç sevmiyorsun.. Sevgi kalpten başka nerde saklanır kif., Bu zaman güneş sakin ve kurşuni denizde eriye- rek, yalınızın bahçesinde bir kızıl çarşaf yaratacak, vücutlarınız kırmız Siz bu renk âleminde cevap vereceksiniz : — Nerde mi saklanır?.. Demek, henüz, bunu öğ- renmedin?.. Onun yurdu fani değildir yavrum.. Yük- sek, ebedi ve ilâhidir,. şu ilâhi rengi nasıl geçici ise, kızıl kan damarlarının döküldüğü kalp te geçicidir. Ben seni seviyorum.. Aşkımı geçici bir mekânda değil; ilâhi, ebedi ve sonsuz bir yerde, Ruhumda taşıyorum... İbrahim Şevket