478 , SERVETİFÜNUN No. 1834—154 HİKÂYE İ Bir Mezar Kitabesi — Şefik bey geldi mi Halil ağa! Emektar kapıcı bariciye müderrisini daha tram- yaydan inerken görmlş; yüzü, seven ve hiürimet eden insanlari, mahsus bir ilade almıştı. Dik yakulı sarı keten. elbisesinin düğmelerini ilikliyerek kulübesinin önüne çıkmış, ellerini kavuşturmuş bekliyordu. Mü- derrisi elini çenesine değdirip selümliyarak ayni hür- metkâr tavırla cevap verdi : — Evet beyim. yarım sant olmadı. Müderris birinci kata çıkan mermer merdivenlere doğru yürürken saat heniz sekiz buçuğu vuruyordu. O, bazan böyle mesni saatinden evvel gelir, fakülte reisinin odasında bir parça dinlenirdi. Hoş sölbet ol- makla beraberçok kalmaz, eğer dersi yoksan yu İabö- ratuvarında çalışır, veya kendi odasında muhtelif up meşriyatını okurdu. Bunlar onun en zevkli iki iptilâsı idi. Masasının tam karşısında “çalışmak ibadettirs cim- lesini çerçeveliyen muhteşem bir levlin göze carpardı. Fiyaset kapısında bekliyen hademeye şüpka ve bâştanımı verdikten sonra yol keçesinin üzerinde bir iki adım ilerledi, Gazetesinden başını kaldıran asabi. ye müderrisini şen bir jestle selâmliyarak fakiilte reisine seslerdir ,— Bü ne meşguliyet a canım! sizi gören bütün kütiplere yol verdiniz sanır. Masasının başında bir sürü evraka kalın kırmızı kalemle imza koymakla meşgul olan reis başını kal- dırdı. Bü aşina 864, çehresinde derhal imemhun hatlar gizmişti. —- Bonjur, buyursunlar efendim! Mukamından kalkarak müderrise pencere yanında» ki geniş mutöken koltuğu gösteriyordu. zili çaldı, Müderrisin &g şekerli kahvesini söyledikten sonra ye- rine otururak; — Efendim, diye izah etti; her günkü meşgale... — Bu gün oldukça erken geldim. Geçen haftaki müsa- merel tbbiyede takdim etliğim trahon vakasının Cemiyet meomuasına derçini arzu etmişlim. Gözden ek üzere matbaadan göndermişler. Şu işleri bitirip tashihatını yapmak istiyordum... sonra ç ba günü macar doktorları geliyor. İstikbal programi- ni yarın Darüllunün emanetine vereceğim,.. bu iki işi öğleye kadar halletmek İfizım.. ve sonra ilâve elti: — Malüm a, akliye başhemşiresini doktor Selim'e bugün nikâhlıyoruz. — Aliye Hanım değil mi? — Evet... O geçen sene olup bitmesine taraltardı amüâ.. si — Mini, ali ciheti. Selim'in ürrüsn iki gece kâl- mak. üzere beriberes Viyana'ya gitmek. Otada dü asabiyeye devam edecekleri için balayı seyalatleri istitadeli de olacak. Pakat arzettiğim bir süyahat mü. hakkak ki istihfaf edemiyecekleri bir masrafı istilzam ediyordu. — Şüphesiz, süplesiz.. halta ben biraz dalin sübr- edip, dahn geniş bir program çizmelerini de muvafık bulurdum... Demindenberi masıdaki sabah gazetelerine göz geyliren akabiveci eaah bir feveran ile söze karel; — Muhterem fikirlerinize yalnız bu noktada işti- yak edemiyeceğim Besim Beyl.. hem bu izdivaç bir az dalin gecikseydi maazallalı ben bu sevdahların ağ- kından da şüpheye düşerdini doğrusu! Aman Selim'in Eulağını koymayın, Biz bir senedir düğümü bekliyo ruz a canım! aferin sevdalılara.... Bu bahis üzerinde bir zaman daha konuştular, Asa- biyeci okuma ihtiyacını tamamlamış, şimdi söylemek ihtiyacını tatmin etmek istiyor gibiydi. Gençliğinde mektepte iken yaptığı haşarılıkları, maceralarını, na» gl evlendiğini canlı canlı anlatıyordu. Asabiyeciyi dinlerken bariciye müderrisinin hafı- zam tam yirmi bir gonelik bir maziye övdet etmiştir penösredeti o çiçeklerini oOdöken eriklere bakti... Böbek'te âik ağaçlarının arasından parç parça Bö- Fazın oynak mavilikleri, karşı tepenin, neti korülürin daima dumanlı panoraması görülen köşklerinde bir ânavet gimi idi. Ozamanlar da tıpkı şimdiki gibi uyür nik, hareketli bir bahar vardı, Gençliği kadar ümüt verici, hülyaları kadar güzel bir bahar, Vişne ve ayvu üğaçları yine böyle erikler gibi çiçeklerini döküyor- lar, muattar ılık bir rüzgâr âsabı gıdıklıyordu. Fiski- yeli büyük havuzun yanındaki betondan ağaç taklidi masudla, hazırlanın çay sofrasında idi.. Mor salkımlar, leylaklar ve atkestaneleri sanki mes'ut bir tesndiüfü tes'it için çiçeklenmişlerdi. Şimdi tam yirmi bir yıl- dır ömrünün Komedi ve füclalarını beraber yaşadığı kansinın koyu lâçivert gözlerinde ilk dafa istikbalini âramış ve bulmuş ve ilg defa kendisinden geçmipti, Kahve fincanın! sizara sehpaasının üzerine bırakır. ken, süçındaki kırlarin höş bir tezat teşkil eden siyah gözleri hatıraların zevki ile büzülmüş, başını salladı. Asabhiyeciye biraz eğilip: — Öenab'ın dediği gibi.. dedi, Ve kelimeleri tane tane telâffuz ederek ahenktar bir sesle okudu: