224 SERVETİFÜNUN kendilerine hir hak veriyordu. Birçoğunuu babasi ya #ürhoş, ya hıruz, ya ailelerine karşı haşin, yahni tembel, vellinml birer suretle kötü olan bu takımlar efradı, — gittikçe biribirine daha ziyade sokularak, kendilerinde, meşru çocuk olmalarında, kavun harici doğmuş ölün bir çocuğu boğmak için bir imtiyaz buluyorlerdı.. Simönün kurma çıkan biri, dilini çıkardı ve: — Babüsiz, babasız! Diye bağırmağa başladı. Küyük, o çocu üstüne Atıldı. İki elile saçlı rından yakalıyarak, saramağn başladı, Aynizumanda .gocük dö onut yabağını fena halde isirdı. İki mwubaribi ayındılar. Arada Simon dövüldü, yaralandı, berelendi, yerlerde yuvarlandı. Vaziyeti, hepsi birden alkışladı. O, kalkıp mihaniki bir hare ketle, tozlara bulanmış olun ceketini, püntalonunu sikerken, gene içlerinlen biri; — İşte git, şu dayak faslı babana anlat! Dedi. Bu söz izerine onun içinde bir şey yikildi. Onlür, kendisinden dühn kuvveti idi, onlar çok kiği ili, kendisinde onlara verilecek bir cevap ta yökin. Çünkü, bunun nesi ayıp ve kusur olanağın bulama. makla beriber, babası olmadığının İkili olduğunu saniliyordu. © Gürür içinde, gözyaşlarımı birkaç siniye yenmiş, akıtanamıştı. Son söz Üzerine boğulur gibi oldu ve bağırma yarale ağlamığı başladı. Bütün bu haller bir sinema şeridi se oluy bitiyordu. Göğsü müiilhiş surette inip çıkıyor! Bu manzara, drüzildii sandele yarketineğe elvetdi, Vabhşilerin büyük bir arbede #kahında, devir dikleri cesetler karşitindü. yaptıkları gibi el ele verip onun etrafında cepçevre bora tepmeğe, ayak vurmağa başladılar, Musiki ve oukarat olarak da “Babasiz! Babasız!» sözünü tekrarlıyor ve bana adım uyduru- yorlurdı. « O, birden ağlamaktan ferif oldn. Kudurmuş gibiydi. Önünde taşlar vardı. Kavradı ve bütün kuy- vetile eşliğtlarının üstüne fırlat ve fırlatmakta devamı etti; iki, üçüne isabet etmişti. Onlar, bağırarak k « Çocuk öyle bir tehevvürle atıyordu, ki büytük bir hamaset kargısında her zaman her kala- balığın uğradığı ike onlar dü tutuldu ve abuk dağıldılar. vz ve .« Babasız çocuk, kendini yalniz bülünen, kırlara doğru koğmağu başladı. Nehrin (a kenarma gitti ve “bir mwiddet suların cuşu huruşla akışını seyretti. İri “balıklar geçiyor, zaman zaman ufak baliklar kevdini fuyun yüzüne ve hattâ yüzünden yukanya atıyordu. Binek küpan baliklar gördü. Aklı birden onlara gitti; artık ağlamıyordu. Balıklar, üzerinde büyük bir alâka, wyandırımışt. Yakat bazan, büyük bir fırtınü yatıştık. tanı sonra, asırdide ağaçları köklerinden sökecek ,döreçede sert rüzgürlarn nuzihan esivermesi kabilin- “deri, hadise zihnine gene ölanca ağırlığile geliyor, sMarlem ki babasızım, kendimi boğmalıyımis diyordu. Hava, pek sıcaktı. Keskin bir güneş olları bile asıtmıştı. Su parıltılarile seyyal bir aynayı andırıyordu. Çocukta, bol, uzun ağlayışları takip eden bir hafifleme hali vardı. Oracıkta, şeaklan, otlar arasında biraz ç iünriimek iliyacına mağlüp oldu. Küçük, yeşil . No, 1828—144 bir kurbağa, ayaklarının altına sıçradı. Onu tutmak istedi, Oküçırdı, Kovaladı, üçüncü defasında tam tutarken gene kaçırdı; nihayet örka ayaklarının ucundan yakaladı ve hayvanın osun kurtarmak için nasıl çabalardığına bakarak güldü. Büyük bacak- armin üstünde toplamyor ve zembereklerini birden, bırakarak iki seri demir çabuk gibi nagihan uzötiz yordu. Yusyuvarlak gözünün etrafında bir altın daire vard. Ön ayaklarını el gibi çrparak havaya vuru yordu. Bu hal, kendisine biribiri üzerine zikzak bir halde mıhlanmış küçük tahtalardan yapılma bir öyun- cağını hatırlattı, ki ayni usrette hareke neticesinde üstlerine otartulmüş askerlere talim yaptırabilirdi, O saman, aklı gene eve gitti, Evini, annesini düşündü ve büyük Mir hüzün içinde gene ağlamağı tutturdu. Bütün azam, Hiriyordu. Her akşam uyuma dan evvel yaptığı gibi, diz çöküp dunanı olkadu, fakal bitiremedi. Çünkü, içinden çok kuvvetli İiüig- kiriklr geldi, Artik düşünemiyordu. Artık etrafını göremiyordu. Bütün mevcudiyeti ağlımınl noktasında bülüşu olmuştu, Bu sırada ağır bri pencenin omuz Zünu yapıştığı duydu. Kalın bir sez, soruyordu : — Evwlât, bukadar büyük ne kederin var? Çocuk, döndü, Kapkara, kıvırcık saçlı ve sakallı, iri yanı bir amele, munis, babadan hir edâ ile keydi- sine bakıyordu. Gözleri ve böğüzü yaşlar ve iniltilerle dölu olârak: — Beni dövdüler, babam yok diye dövdüler, babam yokmuş diye... — Halt etmişler, herkesin bir babası vardır. Çocuk, kederinin taşkınlıklar içinde inlemek kabilinden : — İşte benim yok, Bunu öğrenmişler benim babam yok.. Dedi. Bu müthiş hakikatin bu feci takdir ve itirafı önünde basit mele ağırlaştı, Bunun Blanşot kadının çecuğu olacağını hatırladı. Kendisi, kasabada yenice ölmakla beraber, bu macerayı biliyordu: — “Haydi, kalk, yavrum, Gam yeme. Gel, ben Beni anana götüreyim, Sana da bir baba bulürlar,... Dedi. Yolu tuttular. Büyük, küçüğün elinden tutuyor ve gülümsiyordu. Blanşotu görecekti; onun kasabatrı en güzel kızlarından biri olduğunu düy- müştü; kim bilir, içinden belki de bir kere halaya düşen kizın, yeniden bir daha düşebileceğini düşünü- yordu. Küçük, beyaz, temiz bir evin önüne geldiler; çocuk ;; — Burası! Dedi, Ve: — Anne! Anne! Diye bağını. Kapıya bir kadın çıktı ve nmelenin yüzünden gülme hali silindi; çünkü, kapısının eşiğinde, bir kere hiyanet gördüğü bir yabancıdan sonra bir daha ora- dan iğeri girmenin mümkün olmadığını farketti, — İlanım, çocuğumuz nehir boyunda kaybolmuştu. Alınız, getirdim ! — Devami var — « Guy de Maupassant» dan nakleden ; Haydar Rifat AHMET İHSAN Matbaası Limited