732 UYANIŞ İçtimai görüşler: No. 1730 —45 İlham eden ask Benim gençliğimde şairler vardı, rakıdan, şaraptan, meyhaneden ilham alırlardı. İspirtonun dimağlarında yaptığı tesirlerle birşey yaratmağa çalışırlardı. Fakat yazdıkları şiirler, kendileri gibi yaşıyanlara, gene böyle âlemlerde, zevk verirdi; kendilerile hemzaman- ları dünyadan göçtüler mi, bu eserler de hafızalar- dan silinir, namlarile beraber söner giderdi. Çoğu daha ölmeden nisyana gömülürdü. Zaten bütün bu eserlerin, eski edebiyatta «sanayii lâfziye» denilen söz oyunlarından başka bir meziyetleri yoktu. Derin heyecanlardan doğmuş kuvvetli şiirler bizde — hiç yoktur demiyeyim — pek azdır. Eğer böyle eserlerimiz olsaydı, «ebet - zinde» olur, memle- ketin her bucağına yayılır, hatta umumi bir mahiyet alarak bütün dünyaya dağılırdı. Halbuki Garbe bu kadar yakın olduğumuz halde onları heyacanlandı- tTacak tek bir eserimiz olduğunu bilmiyorum. Büyük, âlem -şümul şiirleri çok derin, çok kuv- vetli heyecanlar ilham eder. Acaba bu türlü oheye- canlar nasıl husule gelir? Bunu sadece hassasiyet derecesile mütenasip sayamayız; çünkü hassasiyet öyle ruhi bir halettir ki muhitten alacağı teessürler- lede alâkadardır. Tabiatile marazi, gayri salim hassasiyetler mevzuumuzun haricindedir. Binaenaleyh çok derin heyecanlar hissedemeyişi- mizin ilk sebebini, muhitlmizin, yani içinde yaşadı- gımız cemiyetin bize kâfi derecede hassasiyet vere memesinde arıyabiliriz. Tabii muhitin üzerimizde ki tesiri ise hassasiyetle çok münasebettar değildir. Olsaydı, İstanbul gibi dünyanın talii muhit itibarile en güzel bir parçasında yaşayanlarımızın hassasiyetçe eşsiz olmaları icapederdi. Namık Kemal merhumun İstanbul vasfındaki: Ayandır bir EN a iş va bir kişver Ki ressaman olu erbabı sühan hayran; Tabiat güya bir ruzü leme behcette Ana gencinelerle cevheri hüsn eylemiş erzen. kıt'ası bile fransızcadan mütercemdi. (Şair Nedim'i istisna edemezmiyiz 9) Heyecanın kuvveti hassasiyet derecesile mütena- sip olunca, kudretli şiirler yaratan heyecanlardan mahrum olmamızın sebebi kolayca anlaşılabilirmi? Heyecan, tezahürü ferdi olan ruhi bir halet olmakla beraber, menşei itibarile içtimaidir. Cemiyet, eskisi gibi dini veya tesavvufi bir hassasiyetten de uzak- laşmıştır. Eski şiirlerimizde otesavvufun bir hayli bedialar yerattığını görüyoruz; fakat cemiyetimiz, hemen. bir asra yakın bir zamandanberi bu mistik hassasiyetini de kaybetmiştir. Onun için sade meyhane ve muğbeçe mevzulu şiirler, nihayet hayide ve soğuk aşk şiirleri yazılmıştır. Hassasiyet derecemizin yaratıcı heyecan veremi- yecek kadar iptidai olması, içtimai terbiyenin müte- azzi ve mütecanis bir cemiyet vücude getirmeyişi- 5 mizdendir. Hâlâ da bu gayeye doğru atılmak istenen tektük şuurlu adımları takip edememekte içtimai istidatsızlığımızı gösteriyoruz. Heyecan denilen ruhi halet, kudretin tahliyesile ifade olunduğu halde dahi, kudret menbaıın esas itibarile cemiyet olduğunu kabul etmiye mani yoktur. Eser meydandadır. Heyecanın, onu hisseden fert üzerindeki tezahürü bile enei olmaktan ziyade gayri- dir. Yani, heyecana uğrıyan fert, kendini kaybetmekle kendinden gayriye tevvceüh etmiş olur. Onun içindir- ki böyle bir heyecanın dogurduğu eserler, müessisi- nin şahsına ait göründüğü halde bile, bütün münteşir ruhlu insanlarca heyecanla karşılanır. (Verterjin aşkı, ta Almanya'dan kalkıp urıya kadar geliyor, ve azçok bende de heyecan doğuruyor. Artık bu heyecan «vecit» namını alır. Vecitli bir aşka düşmiyen, düşemiyen bir sanatkâra, sanatkâr is- mini vermek bile doğru değildir. Bizde aşkın, cinsi bir münasebetteki uzvi heyecanla tefsirinden başka çare yoktur. Abdulhak Hâmid'in en güzel eserleri, derin ve samimi bir aşkın mahsülüdür; ondan ötesi fikrin ibdalarıdır, onun içindir ki hisse hitap ettiği halde dahi onları fikrimizle takdir etmekteyiz. Hâmit Makber'ile yaşıyor; yaşasa yine onunla yar şıyacaktır. Fikrile başka yerlerden aldığı ilham eser- leri ise, Fransızların «mediocre» dedikleri neviden eserler arasında, izafi bir varlıkla mevcut olabilir. İlham eden aşk, mutlaka bir kadın için aşk olmak lâzımgelmez; fakat kadına olan aşkın, kudretli he- yecan, vecit tevlit ettiğinde şüphe yoktur. Böyle bir aşk ise düne kadar cemiyetinde kadının ,kapalı ve nazarlardan gizli olduğu bir halkta kolay kolay te- sadüf edilemiyen harikavi bir şeydir. İlham eden aşk hic te hotbin değildir. Bu aşk in- sanı, bütün faziletlere karşı talepkâr ve bütün acılara karşı, müşfik kılar. Öldürücü elemlerinde bile başka bir ulviyet vardır. Tarihinde şövalya aşkı bulunmıyan bir halk aşk hususunda, öyle bir terbiyeye muhtaçtır ki o terbiyenin esaslarını tespit etmek bile çok mühimi bir vatani iştir. Halkımızın kuvvetli bir hassasiyete, derin bir he- yecana istidadı yok mudur? Olmamak mümkün mü? Çok iptidai olmakla beraber Kerem'in Tahir'in Şah İsmailin, v.s. aşkları şövalöresk aşktan başka birşey değildir. Bu kahramanlar hâlâ halk arasında yaşıyor; fakat şahsi cemiyetler, onları pek iptidai buluyorlar ve daha mütarakki ve orijinal hisleri duymaktan mahrum oldukları için Garp üstatlarını taklit etmek- le bir san'atkâr oldukları kanaatını besliyorlar. İlham eden aşk, ancak müteazzi ve mütecanis cemi- yetlerde olur; ve ancak insani eserleri böyle cemi- etlerin içinde yetişenler yaratır. Kâzım Nami *