No. 1694—9 UYANIŞ 131 nanlarin hepsinin çok dikkatle beni dinledik- lerini gürüyordum; çünkü Garp âlemi, Turklerin harf değiştirmekteki hakiki amillerini iyi kav- rıyamamıştır. Garplılar bir lisanda söylenilen şeyin yazılamaz ve yazılarda okunmaz olduğunu havsalasına sığdırmaz, onun için bizim hari değiştirmek meselesini maddi, manevi, ilmi ihtiyaçattan ziyade garba benzemek havesine atfeyliyenler çoktur. Bu ciheti iyi anlatmak lâzım geliyordu. Harf inkilâbının bir seferberlik olduğunu, bu seferberliğin Türk boynuna ve ellerine geçirilen bir zinciri kırmak için yapıl- dığını, altı sene evelki milli seferberlik büyük Gazinin işaretile nasıl milleti istiklâle götürmüşse gene o büyük inkilâp babasının işaretile yapıl- mış hari seferberliğinin Türkü kendi lisanına sahip eyliyeceğini, artık herkesin istediğini yazabileceğini, yazılan şeyi kolayca okuyacağını misallerle, nümunelerle söylediğim zaman ilk sırada bulunan italyan türkçe muallimlerinden bir tanesi kendini tutamıyarak « çok doğru » dıye bağırmıştı. Artık memleketlerimize gelen ecnebiler, kendimizin bile zorlukla okuyabildi- gimiz devri kadim işaretlerini görmiyeceklerdi, sokak ve dükan isimlerini kolayca anlıyacak- lardı, vapur ve şümendüfer tarifeleri onlar için muamma olmıyacaktı. Fakat biz bütün bunları kendi milli ve harsi ihtiyacımız için yaptığı- mızı, ecnebiye hoş görünmek gibi cali hsilere ati- olunmamasını rica eyledim. Bilhassa kendilerine gösterdiğim yenı türk gazeteleri elden ele do- laşıyor, « Milliyet » te Senyor « Grandi » nin Ankara seyahatine ait intişar eden resimleri çok merakla seyrediliyordu. Konferans esnasında dikkat eylediğim bir nokta vardı: “Türkün büyük inkilâbının son safhalarına ait bahisleri anlatırken o inkilâbın ana hatlarını çizip Türke yol gösteren ve Türkü askeri, siyasi ve nihayet ilmi istiklâle götüren büyük Gazinin ismini tekrarladıkça, beni din- liyenlerin gözleri derin bir alâka ve mulhabb- etle parlıyordu. Siyasetçilerin, emperiyalistlerin Türk inkılâ- bının ciddiyetini azaltmak hsusundaki çabala- malarının daima menfi kalmağa mahküm oldu- gunu hisseyliyordum, çünkü beni dinliyenlerin çoğu ilim ve ihtisas ve tarih adamları idi. Garbın ilim muhitleri bizim takdirkârımızdır. Poletikacıların hariçten entrikasına omuz silk- mek, fakat dahilde son derece uyanık bulunmak » her münevver Türkün mukaddes vazifesidir kanaatindeyim. Ahmet Ihsan Şiirler : Melikeye — Bir kardeşin dünyaya geldi.. — Seni, minik kardeşim, görmedim henüz ; Sevimlisin, diyorlar, uzaktan duydum. Neş'elensin dilerim neş'enle her yüz, Husran denen zehirden içme bir yudum! Bu gün beşikte, yarın tüller içinde ; Bu gün yavru bir melek, yarın bir kadın. Terennüm et sarışın güller içinde ; Busesile uyu bir ipek kanadın. Sana yarın rüzgârlar söylesin ninni, Mes'ut ol bir küçücük yeşil yaprakla. Baharın çanı kokulu gecelerini Hülyalı bir gün için kalbinde sakla ! Şimdi masum uykunda uçan melekler Çekilmesin yarında rüyalarından . İnsin beyaz alnına tül kelebekler Muhabbetin, şafkatin semalarından... Kışa doğru Karanlık yollarda şakırdıyor Su, Hep ayni derinden gelen seslerle . Gizlice kapanan son kafeslerle Camlardan sızıyor bir kış uykusu. Allahım, ay nerede, yıldızlar nerde? İstemem bu derin, sisli boşluğu. Gökleri kaplıyan bu siyah buğu Dağılır mı yarın yağmur diner de? Ey şair, hicrana giden yolcusun, Çoktan veda ettin gül mevsimine. Yağmur son güllere işlesin mine, Sen yetim kalbine gözyaşları sun Sen de sus, yetişir hıçkırıkların, Ey hasta eylülün hırçın yağmuru | Zaten çok geçmeden sararmış, kuru Yapraklar sürünür altında karın... Halit Fahri