yö wi No. 1694 —9 UYANIŞ 139 sunun gözünü, adliye ile istihza edercesine, kızgın maşa ile çıkarıyor. Meyhane cinayetle- rine dair yevmi gazeteler öyle vak'alar nak- lediyorlar ki insanın bu canilerin Türkiyede bir * mahkeme, bir adalet olduğundan hiç imi haberlerleri yok ? diyecegi geliyor. Mahkemeler mücrimlerin cezalarını veriyorlar. Malüm ki ceza bir mücrimden cemaatin intikamını alınmak değildir, diğerlerini tehip ile bu gibi illetlerden alıkoymak, cezaya çarpılanın da ahlâkını tezhibe vardım etmek, cezadan mahtut olarak terhip ve tezhip gayesinin husulü gözümüze çarpmıyor, birkaç sene hapiste yattıktan sonra çıkanların müthiş surette. heyeti intikam almak hırsını tenmiye etmiş oldukları içtimaiyeden görülüyor. : Bunlar hep terbiye ve maarmf meselesidir. Bir milletin efradında az çok ahlâk, terbiye, tahsil dereceleri yükselmeli ki aykırı cinayet- ler' azalsın ve mücazatı terhibiyeden beklenen neticeler alınabilsin. Adliye vekâleti de ister istemez Maarif vekâletinde himmet beklemek mecburiyetindedir. X >> Doktorlormızdan birinin beyanatından A- merika doktorluğnun Avrupa doktorluğundan biraz aşığı görüldügü anlaşılıyordu. Bu ma- Tümat otuz sene eveline raci olabilir, fakat şimdi böyle mi? Bu hususta Dr. Sani Yaver Beyi dinleyelim ki her halde tetkik ve malfimatı bugüne aittir. Şoyle: «Bir memleket iktisaden yüksek ise he- kimliği de yüksektir. Nitekim Amerikanın he- kimliği her yerden yüksektir. Doktorlarımızın mesleklerinden başka işlerle meşgul olmaları hiç doğru değildir .» İşte şu bir iki cümlede gösteriyor ki bir memlekete gerek tıbbın' gerek diğer ilim şube- lerinin tarakkisi nihayet bir iktisat meselesidir. Bu memleket ve iktisadiyatı ilim adamlarını geçindiremiyor ki onlar başka islerde de ekmek parası aramağa mecbur oluyorlar. Bilmem ki neden yalnız doktorlardan bahsolunuyor ? Hukuk fakültesinden aliyulâlâ diploma ile mezun, baroda mukayyet muhterem avokatlar bilirim ki odun ve kömür ticaretile meşgul ol- muşlar, bakkal dükânı açıp bakkallık etmişler, sütcülük, yoğurteuluk yapmışlardır. Diyelim ki on, on beş sendir tababet âlemi- mizde— Avrupa eserlerinden tercümeden başka— ortaya beynelmilel tup mahafiline şayan taktim bir eser meydana konulmamış. Ya! acabe böyle bir eserciğe, bu müddet içinde edebiyatımızda- mı, felsefiyatımızda mı, diğer fenni şubeleri- mizde mi vücut verilebildi? Şunuda her halde hatırlamalı ve inkâr etmemeli ki türk doktorlar tarafından tetkiklerine, müşahedelerine, tecrübe- lerine ait Avrupa tıp mahfili ilmiyesine tebligat, Avrupa tip mecmualariyle neşriyat vakidir. Muhtelif yerlerde, birçok tıp kongralarında — hatta Amerikada, Şikagoda—türk doktorlar türk talebesini yüz ağırtacak surette temsil etmişle- rdir. Him, tarakki toplu olarak ilerileyebilen bir Kârvanın arkaları parça parça geri önkollar durur, bunları ve kümeli bir kârvandır. kalırsa ilerilemiş olan bekler, ta ki kârvan bozulmsın surette ilerileyebilsin. Mahmut Sadık Şiir : Bahardan bir ses Bu sabah gül rengi, şeffaf bir sisin İçinde bahçeden bir ses geliyor. Bahar, sen misin? Bu ses yükseliyor, yükseliyor Kimsesiz odamın sessizliğine. Acaba şirim mi ağliyor gene? Kim bilir nerede, hangi yeşil çam Gölgesinde hangi peri Seni besteledi bu sabah erken, Kuşlar öterken?.. Kalplere ebedi şiirler ilhanı Eden bu rüzgâr Acaba hangi bir cennetten esti ? Kim bilir cennette nasıl bir sesti Ki şimdi bahçeler, kırlar üstüne Dökülmüş dağınık bir demet gibi. mevkibi Ey bahar, bahar! Sen nesin? Bu tatlı, baygın nağmeli Ahenk demetini bağlıyan ipek Tellerin titrek Koynundan ayrılan bir tel mi ?... Beyaz Bir sevda teli, Bir tel ki ağlatır, fakat ağlamaz. Ey Kalbim bu çiçekli, muattar güne Karşı ilk açılan bir elem gülü, Bir gül ki ezelden boynu bükülü; Üstünde ağlıyan bülbülleri var, Halit Fahri Bahar; bahar!