Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
u ça ea —T F & G, izİ " AERETLEE "” o STELTTETE B B aa li [k F; l J pere V€ | kadaşmızın yanaşmamaları için etrafına — F3 Yazan : RAHMİi YAGIZ “Yarın Sakıza gideceğim, orasını tahrıp edeceğim. ,, Bunlar, ve bunlar gibi daha birçok müteferri sualler var ki bunların cevablmı vermedikçe hare. ket etmen, kendini Kordondan denize Aatmakla müsavidir. Düşün, taşm Mecdi! Böyle büyük iş- ler bir tasarlayışla hemen tatbika konmaz! Etra- fmr mükemmel hazırlamadıkça harekete geçmen dediğim gibi delilikten başka bir şey olmaz! Mecdi, Fazılı dinler gibi görünüyor, hakikatte ise fikrini işgal eden bu tasavvurun başarılmasını düşünüyordu. Genç kartal kararmı vermiş ve haykırmıştı: — Maltaya gideceğim! İngiliz hava filolarının yaptığı bu hücumun hesabmı soracağım! , Demişti ve bunu yapacaktı, Fazılm anlattıkları Mecdinin bir kulağmımdan giriyor, ötekinden çıkıyordu. Yalnız, işi itidalle mu- |— hakeme eden Fazıl son sözleriyle en mühim nok- talardan birine temas etmişti: — Maltaya varsa bile, İngiliz hava kuvvetle, rinin önünde ne iş yapacak, kendini nasıl kurtara- caktı? Meedi, yavaş yavasş rotayı kısalttı, parmakla- | riyle masanm üzerinde trampet çalan Fazıla hak — Hakkmım var kardeşim. Maltaya kadar git- — mek mümkün, fakat, orada raslanacak sahne beni . | de gu, biraz evvel gördüğümüz ve içerlediğimiz pi- — Joft arkadaşlarımızımn akıbetine uğratabilir. Binae- naleyh rotayı kısaltmak lâzım, Fazıl güldü: — Dur hele, Biraz daha makul olursan bu ta- savvurdan büsbütün vazgeçersin! — Hayır, vazgeçmiyeceğim, yalnız kısaltaca- Eim! d — Ne gibi? — Maltaya kadar uzanmryacağım! — Evet! —— Sakıza gideceğim, orasmı tahrib edeceğ!m Sakızda hiğbir tayyare kuvveti yok, Orada iki mo-' nitör var ki onlar da günün bazı saatlerinde müs- -tahkem mevkiin hatırmı soruyoralr. Ben de onla- — rm hatırlarımı soracağım. Oradaki muhafaza ta- burunun karargâhmı da yoklryacağım, döneceğim! — Bu, belki yapılabilir ! — Belki değil Fazıl, bu yapılacak! » — Biraz daha düşün! — Artık düşünmeğe lüzum yok. Karar ver- dim! — BSen bilirsin! Ne zaman yapacaksın bunu? Meecdinin sesi top gürültüsünü andrran bir şid- detle çmladı: — Yarm sabah! İki arkadaş bu bahsi burada kestiler, Biraz dıha. öteden beriden konuştular, Geceyarısı, tabur kumandanmm hücuma ait tebliği okundu. 'Tebliğ hulâsatan şundan bahsediyordu: 1 — Düşman hava kuvvetlerine —mensub bir — avor filosu, beraberinde bir kısım bombardıman tayyareleri olduğu halde bu akşam saat 6,30 da İzmir müstahkem mevkii üzerine gelmiş, tabyaları bombardıman etmişstir. | Müstahkem mevki kumandanlığından verilen — Elimden gelse seni insanların ara . sından kaçırır, hiç kimsenin göremiyeceği bir yerde saklarım. Herkesin, bilhassa o güzel alnınızı gölgelendiren çocukluk ar « muhafızlar dikerdim. |- Behire gülümsemek için kendini zorla- — rip girmemekte tereddüd ediyordu, malümata göre, iki düşman monitörü de ateşe işti- rak etmiştir. 2 — Bilâhare tabur karargâhrmız ve meydan üzerine gelen filo hangarlarımızı da bombardıman etmişse de, hiçbir isabet kaydedememiştir. 3 — Düşman filosuna mukabele için uçurulan A tertibi nöbetçi filomuz, uçuş halinde bulunduğu için daha müsait muharebe vaziyeti alan düşman tayyarelerinin müessir ateşi altında harekâtı güç- lükle yapabilmiş, bunlardan 22 ve 24 numaralı Fokerlerimiz sukut etmişler, pilot yüzbaşr Kristof ile üstteğmen Fon Allenger düşüş neticesinde ya- ralanmışlar, yaraları ağır olan Kristof tabur revi- rinde ilk müdavatı yapıldıktan sonra müstahkem mevki hastanesine kaldırılmıştır. 4 — Düşman hava filolarmm mütecakip taar- ruzları karşısmda tedbir almak üzere yarm sabah (9) da tabur karargâhmda yapılacak fortrakda bü- tün tabur subaylarıyla uçuş kıtaları kumandanları- nın bulunmlarını rica ederim. Hava taburu K, namma Binbaşı Cevdet — Siz fortraktayken ben Sakızda olacağım! » * * Sabah, günün ilk ışıkları İzmir ufukalrında belirirken gözlerini açan Mecdi yeleğindeki Ssaate baktı: — 6 buçuğu geçiyor! Diye söylendi, çevik bir sıçrayışla portatif karyolasından atladı, acele ellerini yüzünü —yıka- dr, giyindi. Uçuş takrmmı eline aldı, odasmdan çık- LA Genç Türk kartalr bir gece evvel verdiği ka- rarı tatbika gidiyor, Sakızı bombardıman etmek i- çin erkenden yola çıkıryordu, Fazılm odasının önün- den gegerken durdu, kapalı kapıya baktı. Içeri gi- "Atfkadaşma Son bir defa veda etmek, belki dö- nüşü olmıyan bu uçuşunda ona vazifelerini hatır- latmak için bir lâhza düşündü. Sonra, arkadaşmın bu karara müni olmak için, kendisini — korumak maksadiyle teşebbüslere — girişeceğini hesabladı. Vazgeçti. Yürüdü. Hangar nöbetçisi, uçuş kıtala- rı kumandanının âni gelişi karşısmda gözlerini ova- lryarak yerinden fırlamış, kumandanmın karşısın- da put gibi durmuş, esas vaziyeti almıştı, Mecdi, genç nefere emir verdi: — Benim tayyareyi meydana çektir. Nöbetçi — Celâl çavuş efendim! — Daha kalkmadı mı? | — Hayır beyim! — Onu da uyandır, ben üstümü değişip germ- ceye kadar tayyare hazırlansın! — Baş üstüne efendim! Mecdi, uçüş krtasma girdi, —meşin ceketini, başlığmı giydi, yer bölüğü efradı tayyareyi han- gardan çıkardılar. Makinist Celâl motörü sildi, muayeneden geçirdi. — Yüzbaşı Mecdi tayyarenin yanma geldiği zaman motör debreyajda çalışıyor- du. (Devamı var) Niderstof itiraz etti: — Adam sizde! Asıl mesele bu he- rifin bir casus olması değil mi? Ö - lümü, bizi onu idam etmek mecbu riyetinden kurtardı. Hâdise kapan- dı gitti. Hele şükür! Biraz rahat nefes alabileceğim. Odanın içinde heyecanla dolaşa- rak devam etti: — Merkez kumandanlığı üzerin: de dolaşan bu tehlike beni çok üzü- yordu. Beni asıl rahatsız eden nok- ta, bu şehri, Alman işgal kuvvetleri- le müstakbel Alman vatandaşı yer li ahali arasında karşılıklı bir anlaş- ma teminine matuf gayretlerim ilk meyvalarını vermeğe başlar gibi gö- ründüğü sırada terketmek ihtima- liydi. Neden bana öyle hayretle bakrı- yorsunuz? Benim büyük ve asilâne fikrimi anlamadınız mı? Evet bili- yorum, bu ahalinin Alman impara- torluğuna tamamile temessül etmiş olmaları için belki asırlar lâzımge- lecektir. Fakat o zamana kadar on- lara tatbik edilecek rejim sömürge rejimi de olsa temsil işini hazırla- mak ve buna da bizim önayak ol- mamız lâzım değil mi? Ben bu mesaimde kendime niha- yet bir yardımcı bulup ikna etmeğe muvaflfak oldum. — Fevkalâde zeki, münevver bir kadın.. Büyük işime devam etmek imkân- larını size borçluyum Haym, Emir- lerime, buradaki bütün arkadaşla- rın vazifelerine lâyık kimseler oldu- ğunu da gene sizin sayenizde isbat edeceğim. Muvaffakiyetinizi — asla unutmıyacağım. Gelecek cuma gü- nü bize gelin de muvaffakiyetimizi ptesit edelim. Musiki ile meşgul mü- sünüz? Çok büyük bir - artistten “harp,, dinliyeceksiniz. Siz"de geli- yorsunuz tabif Ştroberg? Kapıya doğrulmuştu. —Haym ©o gitmeden içindekileri dökmek için acele etti: — Kolonel, bir nokta üzerine dik- katinizi çekmeği zaruri görüyorum. Ordu papazı Hupperişlaht, bir ih- barı muhtevi risaleyi doğrudarnı doğ- ruya orduya göndermekle — askeri disipline aykırı hareket etmiş olma dı mı? Bunu size söylememden, or du papazı arkadaşımızın beni mer kez kumandanlığından uzaklaştır- mak gayesini güttüğü hissini veren hareketine kızdığım manasını çıkar mamanızı rica ederim. Yalnız onun böylece Sen Korenten şehrini casus yuvası şeklinde göstermekle, belki de farkında olmadan, size karşı da bir fenalık yaptığını söylemek iste- dim. Niderstof kaşlarını çatarak söy- katinde vakit öldürmekle meşguldü. MASAL ÇOCUKLARI HABER'IN AŞK VE HİS ROMANI: — Di — lendi: — Hakkınız var, Ben bunu dü şünmemiştim. — Hatırlattığınız iyi oldu. Keridisine ihtarda bulunurum. Fakat ne yaparsınız, o katolik vt Lorenlidir. Allaharsmarladık. Bu sefer, hiçbir şeyin onu alıko- yamıyacağı besbelliydi. Dinççe a- dımlarla odadan çıktı. Kompars gülümsiyerek: — Kolonelin kendisine — mahsus ırkf nazariyeleri var. Papaz Hüp- penşlahtın Lorenli olduğunu bilmi- yordum. Haym sinirlenmişti: — Almanlıkta vatandasın doğdu- u vilâyete göre dereceler olduğu nazariyesini ben asla kabul edemem. Meselâ siz Kompars, siz nerede do? dunuz? Tavrı oldukça sertti. Şimdiye ka- dar manasız sualler sormak ve ga- rip tenkidlerde bulunmaktan başka bir şey yapamamış olan yeni ark-- daşı hiç sevmediği açıkta belli olu- yordu. Kompars cevap verdi: — Ben mi aziz arkadaşım, dedi. Ben de ikinci sınıf bir Almanım, Renanyalryım. Doğrusu — utanıyo- rum! # * &£ Ordu papazı Hüppenşlaht o ak- şam zabitan mahfilinde Haymdan özür diledi. Alman zabitleri klübü, birinci ka- ti merkez kumandanlığı müretteba- tına tahsis edilmiş olan Fransız ban kası binasında kurulmuştu. Ştro- berg odalardan birini bar, diğerini cıgara salonu şeklinde hazırlatmış- tı İşten boş kaldığı zamanlarda ©o- radâ, mâiyetindeki zabitletin refa- Ordu papazı devam ediyordu: — Zaten, ben sizi sadece zabita işlerile meşgul sanıyor, — casusluk meselelerinin de sizin işleriniz ara- sında bulunduğunu — bilmiyordum. Bilseydim tabif öyle — yapmazdım. Neyse, şimdi mesele kalmadı. Mu- vaffakiyetiniz tamam ve biz rahat rahat uyuyabiliriz. Kompars gürültülü bir kahkaha kopardı. Neşesi sahteydi. Bu belli oluyor, kendisi de gizlemeğe çalış- mıyordu. Papaz sustu. Bütün göz- ler Komparsa çevrildi. — Affedersiniz, sinirden! Papaz mukabele etti: — Estağfurullah! Hasta değilsi- niz ya? — Hasta mı? Hayır, değilim, fa- kat hepiniz gibi endişeliyim. Hepi- miz, birinci mülâzim Haymın feyv- 16 TEMMUZ —0 -'9 — - z Çeviren: Fethi <ARDEŞ de hiçbir terakki elde edemediğimi- zin farkındayız. Şunu itiraf edelim. Etraftan itirazlar yükseldi. £ müstehzi bir eda ile: — İzah ediniz dedi. — Pekâlâ, izah edeyim, — Fakat hakikati görebilmek için — şahsi ve münferit tahkikat çerçevesinden çı- kıp şehirde dönen işlere yüksekten ve umumi bir nazar atmak lâzım. Evvelâ iki noktaya dikkati çeke*im: Düşmanlarımızın Stifeli — öldür- meğe karar vermeleri için buna kati lüzum görmeleri ve mecbur olmala- rı lâzımdır. Bütün şehir ahalisinin ne müthiş bir mukabele bilmisle ma ruz kalacağını biliyorlardı. Mülâ- zim Haym şehirdeki bütün erkekle- rin sürülmesini teklif —etmedi mi? Emin olun ki onlar buna muadil bir ceza bekliyorlardı. İşte — bütün bu tehlikelere rağmen Stifelin öldürül- mesi onların buna mecbur — kalmış olduğuna delâlet etmez mi? Diğer taraftan — Fransızların bu son günlerde casusluk ve askerlerin memleketlerine iadesi bakımların- dan bu kadar parlak muvaffakiyetle ri teşkilâtı, kumanda eden bir şef aralarında muhabere için bir sistem olmadan temin ettiklerine — imkân yok beni inandıramazsınız. Münferit — ve sahst — gayretlerle Fransaya doğru kuvvetli asker ih- racı ve çalınan vesikaların asgari bir zamanda yerlerine ulaştırılması mümkün müdür? Neticeye gelelim! Eğer düşmanla rımız Stifeli öldürmüşlerse buna da çekinmeğe başladıkları bir suç orta ğı olduğu, veya Alman casusu sıfa: tile sırlarını meydana çıkardığı için mecbur olmuşlardır. Bu muhakeme- ye göre Stifelin katli hâdisesi bizi meşgul eden bütün meselenin dü- ğüm noktasıdır. Bu cinayeti kimin işlediğini öğrenmedikçe hiçbir şeyi öğrenmemiş olacaksınız. Katili ve ya katilleri yakalayınca düşman ca- susluğunu da ayni zamanda mahve- ğginiz bir çok şeyleri, gizli askerler- den mürekkep küçük bir ordunun nerede saklandığını, gözümüz önün de şehirden nasıl çıkıp hatlarımızı aştığını öğrenecek ve o gün tevkif edecekleriniz beş İngiliz askerinden ibaret kalmıyacaktır. Nihayet mer- kez kumandanlığında kimin fotoğ- raf çektiğini anlayacaksınız. Haym soğuk bir tavırla: — Ben bu meseleyi — halledilmi: kalâde mesaisine rağmen Sen Ko- rentende casuslukla mücadele işin-' sayıyorum, dedi. (Devamı var) Behire, nişanlısıımn bu sözlerini fazla mübalağalı bularak itiraz etmek Fakat mukabelesinin beyhüude olacağını Nihadın yüzünden anlamış olduğu için Sİ sustu. Behire birkaç dakika sustu. Sonra çeh- istedi, eu T.-.ııîqrvwi#-—*î v A ei 'ia Te : dı: — Beni eski zaman devlerinin kaçır - — dıkları kızlar gibi karanlık hir mağarada saklamak istiyorsunuz. Fakat ben orada — ne yaparım. — Ne yapacaksınız, beni düşünmek ve sevmekle vakıt geçirirsiniz. Behire cevap vermedi. Genç kız birden- - bire odanım duvarlarımnın arasında bo - — Bulduğunu, havasızlıktan bunaldığını sa- - nir gibi olmuştu. Bir tabağın içersine pastaları ve çörekleri istif ederken bakışı pencerenin camları arasından uzak şekıI- lerin arasında müphemleştiği kül renkli se mayı aradı. Mimar bakışlarile nişanlısının her ha- — reketini takip ediyordu. Behirenin dal - gm gözlerle pencereden bulutlu semaya görmeden baktığını sezdi. Ve aşk cümle - asımn cevapsız kalmış olmasına adeta ca- nr sıkıdı, Nihat küskün bir sesle: — Bügün gelmeseydim her halde daha Sakl ĞA vt iyi olacakmış, dedi. Hayallerinizle baş - başa kalmak istediziniz besbelli.. Sizi ra- hatsız etmiş oldum. Genç kız bu sözleri işitmedi bile.. O, eskisinden daha dalgın, gözleri Marmara üzerinde çizilen gölgelerde düşünüyordu. Nihat yumrukları cebinde sıkılı, odada dolaşmağa başladı, meyus muydu, yoksa Behireyi Necdetten mi kıskanıyordu, he- nüz hislerini tahlil edememiş, bu öfkesini bir sebebe bağlıyamamıştı. Yalnız gözle. rile odanım içinde bir şey arıyor gibiy - di. Kıracak, parçalıyacak, intikam alacak bir şey... Eğer öfkesini eşya üzerinde gös- terirse belki Behire bu dalgınlıktan uya- nır diye düşünüyordu. İşte bu strada gözleri büfenin üzerinde duran gümüş çekmeceye ilişti. Nihat büfenin yanında durdu, çekme - ceyi aldı ve dudaklarında istihzalı bir te- bessümle Necdetin hediyesini muayene Nakleden : ye başladı. Nihat çekmecenin Necdetten geldiğini içten gören bir hisle sezmişti. Bu sezişin doğruluğunu bir sualle anlamak istedi: — Bu biçimsiz çekmece nereden çıktı? Behire? Şimdiye kadar bunu hiç görme - miştim. Behire dalgınlığından birdenbire uyan- dı. Nihadı bu kadar alâkadar eden şeyin ne olduğunu görmek için o tarafa baktı. — Evet.. Bü çekmeceyi ilk defa görü . yorsunuz. Bunu Necdet Bey Erzurumdan getirmiş. Nihat homurdandı: — Doğrusu Necdet beyin zevkine di- yecek yok.. Erzurumdan getirecek başka bir şey bulamamış mı? e Nihat çekmeceyi ellerile — yoklıyarak, gümüş işlemeleri uzun uzun tetkik ederek sustu. Sonra kapağını açtı ve — içindeki Erzurum taşından süsleri ayni istihfafla MUZAFFER ESĞEN muayene etti. Sonra, ıslığa . benzıyen bir sesle: — Ne çirkin şeyler, bunlar — dedi. Bu kaba oyuncakları saklayışımıza, kıymet- li bir şeymiş gibi salonunuza koymanıza şaştım doğrusu.. Hele Necdet bey bü yü- zükleri, bu kolyeleri takacağınıza inana- rak vermişse âdeta zekâsından — şüphe etmek lâzımgelir.. Siz de tabif benim gi- bi düşünürsünüz. Fakat bu kaba şeyleri reddetmenize nezaketiniz mani olmuş ol- sa gerektir. Genç kız elleri masada dayalı, tamami- le delikanlıya doğru dönmüştü. Gittikçe artan bir şaşkınlık içerisinde Nihada ba- kıyordu. Hafif bir sesle itiraz etti: — Nasıl Nihat.. Size bu çekmece ve i- çindekiler çirkin geliyor öyle mi? — Çirkin söz mü? Kaba, bayağı şeyler. Bunları zevk sahibi kim görse fikrime iş- resini donduran hayret bu güzel yüzden birdenbire silindi hattâ dudakları üzerin- de alaycı. bir tebessüm gölgelendi. İri ve manalı gözlerinde bir istihza kıvılcımlan- dı. Behire, Nihadın Necdeti — kıskanmağa başladığını anlıyordu. Nihadın kıskançlık. duyması ise âdeta hoşuna gidiyor, yüzün” de yavaş yavaş bir sevinç dalgası canla- nıyordu. Fakat Nihadı daha fazla öfkelendirme- mek, için bu sevincini ondan saklamak is- tedi.Yüzünü çevirdi ve çay masası üzerin- de bulunan vazodaki çiçekleri düzeltmeğe başladı. İ Bu sırada Nihadım bir sözü genç kızı tepeden tırnağa kadar ürpetti. Bir saniye içerisinde doğmağa başlayan neşesi kay- boldu. Belki yanlış işittim ümidile nişanlısına sert bir lisanla: — Ne dedin Nihat, diye sordu.. Dalgım- dım.. İyice işitemedim. j O K AAA d Üüi e f ç eli