ye snasınım yadigöriy: . O bir ba- irkçınn Kıztydı, bir adamdı m... Barba Todoriyi Fethiyenin civar halkı bile tanırdı. Bombayla balık a - Yında onun üstüne çıkacak yoktu. ön yaşında ve o zarnanlar.... Bal sr, büylik balıkçı bir gemi sereni limanda ba ) k i deniz kr- zdürürdü; en, Civatoz lardı hayvandı! Kabuğ oturtunca, kıpkıtmız: Bir dil çıkarır « dı. Babasır teşleyiği ve #a- vuruşu r banın fitili ate na giderdi ki! Bom mir ateşlenmez © göz ulaklarını tıkardı; he- müthiş patlamayı bek cani: bekleyiş ve küçük futa lara kaçırdığı ç patladıktan biraz 5 i balık kesilirdi; ve Barba Todori, sersemleşmiş yüzlerce balığı makta güçlük çekerdi. topla - Gene böyle bir gündü. O, kıyıda yel kenlisini yüzdürüş a de tuttuğu bom mak Bzereydi. Fifi, gözlerini, kulakla: rin tikamıştı. Ve çok ge çnemişti, Bomba birdenbi kle bir vakit duy - patlamıştı. Fifi, . gözlerini - açmış, aknıştı: Her zaman pırnakıl balık kesilen denizin üzerinde bir tek uu. İşin daha i, kayığın gibi duran ba nemişti. Hıristu ordu. Ve Fi ranları gibi, yanları yırtmaçlı elbise - ena yor - leri, siyah şapkaları ve ellerinde pa- ılarla kapı kapı dsla kilisenin iane sandığı için paralar top- lamamıştı. — İste o gün bugün balık yeme - dim, Yıldız hanum... Ve.. Devam edi- yordu. Barba Todori, bombasının gazabına uğrayıp parçalandıktan bir zaman son ra, Fifi anasını da kaybetmişti, — Ah vire, ne seker bir kadındı! Anlatıyordü: Büyük paskalye yortularının hafta - * Altın ıstavroz le süslü ““Tabtırevan,, 2 Evreos'u (Ya hudinin resmini) oturtarak sokak 80 - kak dolâşan kalabalığın arasına oda katılmıştı. Anası ağır hastaydı ve ev- de yatıyordu. Fifiyi elinden tutarak gezdiren, ihtiyar bir komşu kadındı. Evros'u, saatlerce dolaştıktan sonra, ük meydanına getirmiş - N ŞARTLAR TEMİN EDER UOLANTSE BANKÜNİ nv Süheylâ Şefik muşlardı. Lâternalar durmadan çalı - yordu, Oyunlar, oynanıyor, horalar te piliyor, büyük meydan neşeli bir ba - gırış çığrışla inliyordu. Ot ve saman yığınlarma ateş verilip te Evrcos'un 4 levleri gökyüzüne kol uzatınca, bir çığkıktır kopmuştu: — O Evreos keyetel Ortalık kalkıp kopuyor, uzak yakn sesler ayni şeyi haykırıyordu: — O Evreos keyete! O gece, Fi de, minimini avuçlarile en cebine doldur muş, anasına götürmüştü. .... Fifinin, hoplatıcr lâterneler önünde saçaklı başını sağa sola sölk - yarak, güzel dudaklarını şekilden şe - kile sokarak türküler söylediği, gülüp oynadığı saatlerde, ihtiyar ana gözle - rini kapamış bulun Anasını gömdükleri gün, orta y bir balıkçı elinden tutmuş onu © götürmüştü. Bu adam, uzaktan hısım- larıydı, o gece, Meryemana kandilinin ö - başını göğsüne eğmiş, için İ- gi A ağlıyarak, dualar okumuştu. *— Anapafson tecmu tinpshi tis nünde, dulisu!,, Diye, yalvarmiştı. Anasının kendi e liyle boynuna geçirdiği bu zümrüt kakmalı altın ıstavrozu Ve anasının teş mini bağrına basmış, orta yaşlı balık- çının koynuna girmişti. Daha on yaşındaydı; çocuktu, Gece, ruyasında, babası bombayla balık avlıyor, ve o, sahilde küçük kot rasmı yüzdürüyordu; istirkiye kabuğu topluyordu. Birdenbire nefesi tıkanır gibi ol - muş, korkuyla gözlerini açmıştı. Üze- küçücük bir başkası değildi. Kıllı, kocaman ellerin den biriyle ağzını kapatıyor, ötekiyle entarisini parçalryordu. Hayvanlar gi- bi soluyordu. Daha on yaşındaydı; küçücük bir çocuktu, — Sonra, nasıl düştün bu hayata, Fi? — Oldu bir is; oldu bir Ve,. Arlatıyordu. Onu İstanbula yollamışlardı. Gene bir akrabanın yanında oturuyordu. On üç yaşıdaydı. Bir gün, maballeden bir delikanlıyı sevmişti. Ve bir gece, sev- iyle dolaşırken, köşe başında bek» işti. ı salıvetmiş şlerdi, Bu Sarı saçları kavırcık burnuyla papa- ğana benziyen bu kadın bir “Kadın tellâlıydı. Fifiyi kandırmıştı: Şık elbi- selerden, güzel evlerden, bol paradan bahsetmişti. Papağana bönziyen biçim siz kadın onu daha o gece Sirkecide bir otele götürmüş. Uzun pazarlıklar- kara suratlı, kalın bıyıklı, korkunç yözlü, iriyarı bir dışarlıklınm koynu- na bırakmıştı. İriyarı adam, kudurmuş gibiydi. Rast gele yerini dişliyor, muş- gzmı del kirli, palabıyıklar, bağırmak de na nefes bile aldırmıyordu. ilhan Tarus'un Küçük hikâyeleri Doktcr Monro'nun Mektubu — Yakında çikiyor — zang BURİDAN iki ş ve müthiş birsu ra da ortalığı gene bir ağ yavaş aşağıya kaydı. kapılarak geri dönüp var indi, gibi boştu. Bü ydi? O hiç Mmeden ve teredü eden su- Ya atılmıştı. Düşen şeyin bir çuval ğunu daha suya temas ettiği anda sn çiğden yata v6 / atlaması; > çuvalı stlamıştı. Elleri Fakat onunla suya d 1 anına Di uzatarak yakaladı. sında bulunduğunu his sin insan olduğuna şip çuva) sıtâda çu iler “ kimıldanmaya, çır Su, Büridanı Ayağını suyun € Şuvalin ağ - Şözmeğe çalıştı. Bu va- *YUn Ceteyanına i ka vemet GELİ, Sonra k çuvalı yarışı, xinti... Çuygj yukarıdan # Ban geçmişti ki suyun üstünde ü göründü. Büridan'ın ku ardığı adarlar dan yirmi kulaç kadar ile ya kâpılıp inen #andalın ye müşler ve bu saridalla biribirine tutun İ mük suretile yapışarak ilerlemeğe baş lamışlardı. Büridan onların bu şekilde yüzdüklerini görünce soluk soluğa: — Bu tarafa - diye bağırdı. Sandala yüzerek yetişip de tırman- dığı zamân kendinden geçmiş ve. san- dala boylu boyunca uzanmıştı. Biran sonra sandalın sağında, sontada $© Junda birer el belirdi. Bu elleri baş ar takip etti. Büridan bir ruya seyreden gibi dalgın ve hayretler içinydi. Bu başları tanımıştı. Şol taraftaki başı gö- rünce: — Gotye! - dedi. Sağına bakıp ta Filibi tanıyınca: — Filip! - diye bağırmaktan kendi- ni alamadı, Demek, kendisinin davet ediliiği Nel kulesinin tepe: en, © meşum kulenin taraçasından atılan çuvalın İ- çindekiler arkadaşlarıydı? Nasıl? Ni - çin? Bu Nel kulesi neydi? Orada ne ler clmuştu? Orada kimler, hangi ka- tiller oturuyordu? Bu dakikada kafası içinde dolaşan bu suallerin cevabını verebilecek halde değildi. İki kardeş deliden farksızdılar. Bu sebeple Büridanı tanıyamadılar, Hattâ belki de onu görmilyorlardı. Gotye i teş saçan gözlerini ve havaya kaldırarak; —Dünyada adalet denilen şey var- dır Margarit! Gotye dö Nel seğdir ve o sağ olduğu için vay haline... * diye murıldandı. Filip de morarmış çehresini, kor. © kunç kuleye çevirerek ümitsiz göz ni ayiml:k pencerelere dikerek: — Ben yaşıyorum Margarit! Senin 1 çin yaşıyorum. Filip dö Nel seni kur * diye mırvldan- yumruklarını tarmak için yaşıyor. dı. İki kardeş sevki tabiüyle başlarını çevirip de gözleri birbiriyle çarpışınca aralarma, ndilerini belki ölünceye kadar birbirlerinden ayıran bir şeyin girdiğini hissettiler, ki ağırlık, balrkçıdan BÜRİDAN 37 — Söyliyeceklerim uzun sürer. Beni dinlerseniz pişman olmazsınız. Bu sa- bah ölümden sayenizde kurtuldum. Siz arabanın peşinde koştuğunuz sirada be- ni de takip ediyorlardı. Siz atınızın üs- tünden beni takip edenleri yere serme- miş olsaydınız... — Seni asmak istiyenleri mi? Afte- dersiniz, inanın ki bilerek yapmadım ... — Sözünüze inanayım mu? Ne derse- niz deyiniz, bildiğim hayatımı size med- yun olduğumdur. Lansölo, ne bir hakareti, ne de bir iyiliği unutur. Sen. yör Büridan, şimdi sizinle ne vakit ve nerede görüşebileceğimi o lütfen söy- leyiniz. — Ne vakit mi?. İstedi Sen Danis sokağındaki sihirbaz krallar meyhanesini bilirsin değil mi? Bu meyhanenin bitişiğinde yaşlı, benden kira aramadan oturtan ve bu yüzden kendisine büyük bir hürmet beslediğim madam Şopinelin evi vardır. Beni orada bulabilirsin!, İstediğin zaman gel gö- rüşelim . Lansölo, delikanlıyı bürmetle selâm- ladıktan sonra dar sokağın köşesinde gözden kayboldu. Büridan bu garip te- sadüfü düşünmeden Grev meydanma doğru ilerliyordu. Orada, belediye memurlarının top. landığı direkli evin karşısında dine küf- zedenlerle, tefevvühatta bulunanların teşhir edildikleri direkle her gün adam aslan Grev darağacının arasında güzel mansaralı bir bina vardı. Bu binanın camlı kapısı üstünde, Sen nehrinden esen rüzgârla sallanan bü - yük bir levha göze çarpıyordu. Bu lev- ha üzerinde bir zambak çiçeği resmi vardı. Burası meşhur Zambak çiçeği Jokantasıydı. Buraya genç asilzadelerle zengin talebeler ve kısmet arayan ka- dınlar devam ederlerdi. Büridan nereye gideceğini bilen bir adam tavriyle büyük salondan geti ... Bu salon zarla kumar oynayanlarla do. İuydu. Bu sırada meyhaneci kısık 8€ siyle: — Vakit geldi. Işıkları söndürmek herkesin yerli yerine gitmesi işareti ve rildi. Asilzadelerim, Aslan talebele - rim, muhterem müşterilerim çıkımız.... diye bağırıyordu. Meyhanecinin bu haberine etraitan aaralar karşılık verdi: — Çenen tutulsun... — Sesin kısılsm... İşte meyhanecinin bu şekilde karşı- lanan ihtarına rağmen herkes hiddetli hiddetli kalkmaya ve meyhaneyi bira karak dışarıya çıkmaya başlamıştı. Büridan, meyhanecinin ihtarma ku- Jak asmadı. O bu arzunun kendisine şümuü olmadığını biliyordu, Fütur * suzca salondan geçerek içerlek bir © daya girdi. Burada, hallerinden şen ve şatır oldukları anlaşılan iki adam, bir masa başında oturarak atıştırıyorlar- dı. üstü boş ve dolu şişeler ve mezelerle kaplı bir haldeydi. Bu iki adam, ellerindeki içki ka dehlerinin sallıyarak: — Merhaba Büridan * lar. — Merhaba Bazoş kralı Rike Odri- yo, merhaba Galile imparatoru Giyom Bürraet! Size iyice ikram ettiler mi, istediğiniz gibi yeyip içtiniz mi? Giyom Bürrast: — Meyhaneci emirlerimi getirdi, - dedi. Rike Odriyo: ,— Evet... Fakat Bürldan bize ver- diği ziyafette bulunmadı. - dedi. Ne var, ne yoksa yeyip bitirdik, Bir şey de kalmadı. Bürrask: — İçki var... İç Büridan iç!.. Bak ben şerefine içiyorum. Büridan oldukça ve hatttâ bir hayli keyif iki arkadaşına bakam diye bağırdı- yerine