HABER'in zabıta romanı Dİ POSTLU/ Otomobilimi yüksek fiatla almak istiyen yağlı müşteri kimdi ? AĞ Ve, cevabını beklemeden arabayı sür- düm. İlk virajları yavaş yavaş döndükten sonra, dağa giden yolu katetmeğe bay ladım. Gecenin karanlığı etrafa çökmüştü. Coniş eteklerinden sıyrıldıktan sonra, bir sahrayı andıran cadde Üzerindey- dim, ışıkları söndürerek durdum. Ar kamdan kimsenin takip etmemekte ol- duğuna kanaat getirimce derhal ön te kerleği değiştirerek arka taraftaki ya: tağa yerleştirdim. — 2 Birdenbire bir bisikletin — gelmekte olduğunu gördüm. Yanımdan geçer ken, ay ışığında yüzünü seçebildim. Hayret! Bu Önesima Kar'dı, yani — ka- til başlı Bay Karnavalm arka- dağı... Zannederim Pedallara bi adam; 4 o dabeni tanımıştı. ıvvetile basarak çar- çabuk du, Onu takip etmek ak> hımdan bile geçmemişti. Oneslma, 2ce- ba bu ıssız yolda lâstik değiştirdiğimin farkında olmuş muydu? Biraz sonra Nis'e döndüm. Fransa caddesindeki garajlardan bi: risinin sahibini buldum? — Otomobilimi satmak istiyorum... Dedim. Ve iyi bir fiat istediğimi de i Tâve ettim. — Haklısınız, dedi, lâkin bunu ab mak benim harcım değil... Bu otomo- bili antak amatörler alır... Eğer iyi bir müşteri bulmak isterseniz gazeteye & ldân vereyim... Fakat arabayı bana bıra- ikiniz. işiyle ben meşgul olayım... SASĞER Ülmdrparaya u,:ı'-ı varsa, mahsuben beş bin frank vereyim... Kabul ettim. Derhal bu parayla âltı iki kişilik bir otomobil al- ” gi ken garaj sa- hnı piril pıril pi Penelpeye şu ilân: yapıştırıyordu: Satılık: Fırsattan istifada ediniz. Ikinci çağırılış Aradan dört gün geçmiş, bu müddet zarfında hiç istirahat etmemiştim. Ge- ve gündüz dolaşryor, Onesima Kârr atı- yordum. Polis, beni takip etmekte de- vâam ediyordu ve bu bana bir hayli en- gel oluyordu. Kaç gündür rahat uyku uyuyame yordum. çok kısa bir zamanda baş- döndürücü bir hızla karşılaştığım hâ- diseler beni adeta bunaltmıştı. Polis de, Müfettiş Şarli de hâlâ yerlerinde sayıyorlar, Muryelin kaygoluşu etra finda hiçbir ip ucu ele geçiremiyor- lardı. Bence eğer zabıta işe siddi su- rette sarılmış olsaydı, hadisenin —he- men aydınlanıvereceği ve genç kızın bulunacağı muhakkaktı. Birdenbire telefon çaldı. Konuşu- şundaki heyecana rağmen, — karşımda- kinin garaj sahibi olduğunu — derhal anladım. — Bir yağlı müşteri var, diyordu, otomobilinize 90 bin veriyor... — hattâ gu dakikada masanın üzerine paraları bıraktı. Arabayt hemen istiyor ? — Kimmiş bu yağlı müşteri?? — Adını bilmiyorum amma, bu bir kadındır... Ya... Kendisin — Yüz bin mi???.. tınız... — Dediğim fiatte ısrar ediniz; yarım saate kadar yanınızdayım... Telefonu kapatır. kapatmaz, altı silindirlik azabayâ yerleştim ve — yola sde belediye talimatname- içe sayan bir süratle gidiyor- kilometreyi 22 dakikada ala- bilecektim. Antibes caddesinin köşesini kıvrıla- bağım sırada şiddetli bir korna sesi dikkatimi çekti. Yanımdan geçen oto- mobilin garaj sahibine bıraktığım ara- bam olduğunu tanımakta gecikme- en yüz bin isteyiniz, Galiba siz sapıt- terler gibi kuvvetli ve süratli bir mâ- nevra ile döndüm, Penelpeyi takibe başladım. Fakat, altrmdaki araba İle sa atte yüz altmış kilometre yapan Penel- peye nasıl erişilebilirdi! Maamafih, Kanı geçtikten — sonra, ne Penelpe'nin yen! sahibi, ne de ben | arabamız! süratle süremiyecektik. Hakikaten de, Kanr geçince, eski arabamı on metre gerisinden takip im» kânını bulabildim. Arabayı kullanan kadını pek az gö- rebiliyordum. Tehlikeli olan bu yolda başını çevirmediği için arkasına düş- düğümün farkında bile değildi. Bir kaç defa, önlne geçmeğe teşebbüs et- tim, Her seferinde de mukabil cihet» ten gelen nakil vasıtalarile çarpışmak tehlikesine maruz kaldım. Corniş dağını aşmakta olan arabaya yetişmek için tekrar gaze bastım. Kadın, yabaner bulunduğu arabayı ih- :'ynlı idare ediyor, hızlr sürmüyors a. Ş Kırmızı kayalıkları geçtikten sonra Agay da idik, birdenbire kadın istop etti, ilerisine geçetek frenleri sık- tım, Kadını tanıyordum. — Hayır, hayıt.. Yanılmama imkân yoktu. Bu Vaşing'in kızkardeşi, tordun daktilosu idi. Oto- mobilden indim ve yaklaştım: — Madmazel, naşıl oluyorda arava- mın içinde bulunuyorsunuz? Dedim. Lord Seamor'un daktilosu, iri - siyah gözlerinin nefret dolu bakışlarile beni süzdü: - — Nasıl olacak? Lord Scuhn hesâ- Brna satın aldım.. . — — Beğendiniz mi?? ) — Fevkalide, — Kaça aldınız? — Yü yirmi beş bine... Çok pahalı, fakat mecbur olduk... Daktilo bana hiç ehemmiyet vermi- yor, otomobili niçin Hsattığımıı bile sormağa lüzum görmüyordu. Rıhtıma doğru koştu. Lordun ya- tındaki nöbetçilere haykırdı. (İncili motör) adındaki yatın kaptanı deniz kuzdu lâkabile meşburdu. Yanmda bir kaç Maleryalı gemici bulunuyordu. Lord, yatını, döstlarına — verdiği kok- teyl partilerinde ve tenezzülhlerde kul- lanryordu, Bazan, aklına eserse, meh- tap âlemleri yapryordu. Önun en bü- yük zevklerinden biri denirdi. Yatın “Altr metrelik” adındaki yel- kenlisini görünce, içim paralandı. Ar- tık, zavalır Muryel'in hayatından Ümi- dini kesmiştim. O, son gezintisini bu yelkenli ile yapmıştı. Yatdaki gemicilerden biri daktiloya cevap verdi: — Kaptanla Milord henüz dönme- diler! — Alâ! Öyleyse ben onları arama- ğa gidiyorum... Beni soğuk bir jestle selâmladıktan sonra otomobiline atladı. San — Rafael istikametini tuttu. Arkasına takıldım. O, Agaydar çı- kar çıkmaz bir arman yoluna zaptı. Heyecanla çırpınıyor ve takip ettiğimi belli etmemek için sık sk — firenlere asılryordum. Bu yol “Kızıl kaya” şatosunun yolu değildi. Muryel'in kaybolduğu gün bu- radan geçtiğimi hatırladım. — Etrafıma bakınca, bir büyük tabelâ gözüme iliş- t Zemini sarı boyalı bu tahtada kıre mezı yazile şunlar yazılıydı: “Üç yür metre sonra Yedi Postlu Hayvan” ü : Yedi postlu hayvan O dakika duyduğum heyecanı tarif etmeme imkân yok...Önesima Kardan otomobilime düşmüş olan mektupta da ayni cümle vardı. Penelope benden bir laşmıştı. Bayli uzak- Z Tiseveena eu V inmgilterenin meşhur polis hafliyelerinden Kadın Şerlok Holmes anlatıyor Esrarkeş bir lord kızını ölümden nasıl kurtardım? Esrar kahvesini dolduran Çinlilerin beni kolaylıkla ldurebıleceıderını anlamıştım... Erkek kıyafetine girerek kadın suçlu- ları, kadın kıyafetinde de erkekleri ta- kip eden bir İngiliz kadın polis hafiyesin den bahsşetmiştik. Çok mahir bir -polis hafiyesi olan bu kadı, erkek kıyafeti i- le yakışıklı bir genç olmakta ve bütün kadınları teshir etmekteydi; erkek hırsrı, haydut ve yankesiciler de, ontu kadın kı- yafetinde karşılarında görünce, kendile rini, haberleri olmadan, ona teslim edi- yorlardı. Mis Şarlok Holmes ismi verilen bu ka dımn polis hafiyesi bugün yeni bir mace- rasını anlatmaktadır. "Bxsrarkeş bir genç kızı nasıl — kurtar- dım?,, diye anlatığı bu hikâyeyi kendi ağzından naklediyoruz: “Anası ile babasının anlattıkları beni hem hayrete düşürmüştü, hem de içim- de büyük bir merhamet hissinin uyan: masına sebeb olmuştu. Kızın babası İn- gilterede oldukça meşhur — bulunan bir lorttu, karıst da Londranın — yüksek ta- baka kadınları arasında kibarlığı ve şık- Tığı ile meşhurdu. Kız on dokuz yirmi yaşlarında idi. Gü- zeldi ve çok zengin bir aileye — mensup olması onun da Londranın yüksek <08- yete hayatında tanımmasmma ve sevilme- sine sebeb olmuştu. Ben de, kızı bir ba- loda gördüğümü hatıriryorum. Bu, hakikaten güzel, uzun boylu, sar- gan ve gözlü bir kızdı. O bir muh’:ııaılı dansetmiş ve u== kasile dansetmemeye çalışmıştı. O geceden gözlerimde kalan halıra, an- nesile, babasının anlattıkları üzerine, a- ct bir hava ile bulanıyordu. Hayretim ve merhametim belki bu cihetten geliyordu. Annesi anlatıyor Mis X bugün ottada yoktu. Annesi kı zı hakkında şunları anlattı: — Dün saat üçtenberi ortada yok, Gece geç yatmış, öğleye doğru kalkmıştı. Be- raber yemek yedik. O gene her zamanki gibi hiç konuşmuyor ve durgun duru- yordü. “Onun bu haline alışmıştık. — Çünkü, bir müddetenberi ona bir hal olmuştu: Bazı gün böyle hiç konuşmuyor, düşün celi düşünceli duruyordu. Bazan da, ne- şesinden yerinde — duramıyordu. Gülüp söylüyor, türlü çılgınlıklar yapryordu. “Biz onun kederli durmasma ne kadar müteessir oluyorsak, neşeli bulunmasın. dan da o kadar endişe ediyorduk. Çün- kü, bunların ikisi de gayri tabit bir hal- di. “Kızcağızda ruht bir hastalık olduğu. nu düşünüyor, ben bir yandan, babası bir yandan merak ediyor, doktora göste- relim diyorduk. — Doktora göstermeye hacet kalmadı, meselenin ne olduğunu anladık: “Kızım esrar çekiyordu.. Doktor tavsiye etmiş! “Bir gün, kendisi evde yokken, manto- sunu silip ütülüyordum. Ceplerini boşal- tarken elime bir kâğıt ilişti. Çıkarıp ba- kınca bunun, içine bir şey sarılı bir kâğıt olduğunu gördüm. “Açtım baktım; beyaz bir toz... Birden zihnim bulandı. Aklrma bir şüphe geldi. Sonra, kızımın böyle şey yapabileceğini =Mm için, kendi kendime utan: “Akşamı zor ettim. Nihayet — geldi. Kendisine, tozu göstererek; * Bu ne? dedim. “Birdenbire şaşırdı, bir şeyler kekele di, sonra: * Şey.. dedi, doktor, vermişti de.. . *“-- Hangi doktor? *— Tanıdığım bir doktor. *— Neye İyi imiş? Baş ağrısına birebir gelirmiş.. Bu- günlerde basım ağrıyor da.,, D yi Kadın Şarlok Holmes madım, ver gece yatarken yutarım. “— Hayır! dedim. Öyle her doktorun verdiği ilâç alınmaz, Ben göstereyim ba- kayım bizim doktora.. *Bunun üzerine kızı bir telâş aldı, dok tora göstermemem için yalvardı, yakar- dr.. Artık meseleyi anlamıştım. Kendisi- ni karşıma aldım ve nasihat ettim. . “Fakat, tasihatim para etmedi. O, ge- ne gizli gizli, kendini sehirlemekte devam ediyordu.,, Nasıl kayboldu ? Kızın annesi bunları söylerken ağla- mağa başlamıştı. — Peki, dedim, dün nasıl kayboldu? Zavallı kadın, hıçkırıklarını tutmağa çalışırken, kesik kesik anlattı: Kız o gün, onlarla beraber öğle yeme- Hini yedikten sonra odasına gitmiş, gi- yinmiş ve: — Ben biraz çıkrp dolaşacağım, diye- Tek sokağa çıkmıştı. Gidiş o gidişti: Akşam eve dönmemiş, annesi babası, belki gece geç vakit gelir diye beklemişler, gece de gelmemiş. Et- rafa duyurmamaya çalrşarak, beni ça- Kartmışlardı. Bu kederli ana Jle babaya: — Merak etmeyin, dedim. Ben size kızınızı bulur getiririm.. — Yalnız, gene hiç kimseye söylemeyin. Gazetelere ak- getmesin. Yoksa, işimi altüst edersiniz. Sizden kırk sekiz saat mühlet istiyorum. Yanıma kızın bir de resmini — aldım. Esasen kendisini bir kere görmekle be raber, tekrar görüşümde hemen — tanı- yabileceğimi zannediyordum. Ne yapacağımı tasarlamıştım: Çinli bir tanıdığım vardı. Onu gidip görecektim. Fü Lü ismindeki bu Çinli beni çok severdi. Polis hafiyesi olduğu. mu da bilmiyordu. Kendisine, âdeta ha- yatını kurtarmış gibi, çok — büyük bir yardımda bulunmuştum. Buna mukabil, bana her türlü hizmeti görmiye razı bu. lunuyordu. Sarı çehreler arsında Çinlinin yatıp kalktığı bir kahve vardı. Kendisi burada çıraklık ediyor ve kahve- nin üzerindeki odada — oturuyordu. Bu kahvenin esrarkeşler kahvesi — olduğunu bilirdim. Bundan başka, — burası, birçok hırsızlara, yankesicilere de yataklık eder di. Fü Lü'nün sayesinde — burada birçok kişiyi tevkif etmiştik. Fakat, Çinli bu vakaların bhiçbirinde benim — ve far- kında olmadan — kendisinin — oynadığı rolü bilmezdi... Kahveye akşam geç vakit — gittim. FPü Lüyu her vakit orda bulmak kabildi a- ma, müşterilerin toplanacağı saat ancak akşamdan sonra idi; hattâ geceyarısın dan sonra... Fü Lü beni sevinçle karşı ladı. Zira, urun müddetenberi görüşme- miştik. Hatır sorduktan sonra: — Fü Lü dedim, epeydir sizin kahveyi tezdiğim yok. Bugün şöyle bir dolaşmak istiyorum. —ei venin, kalesli bölmelerle ayrılmış hüc- relerini birer birer dolaştık. Dolaştıkça sabrım tükeniyordu: Peykelerin üzeri sarı çehreli Çinlilerie dolu idi, Hepsi, çubukları ağzında, bi- tap bir halde bulunuyorlardı. Kimisi ar kasına yıkılmış, kimisi masanın üzerine abanmıştı. Kimisi uyumuş, — kimisi sa- yıklamaya başlamıştı. Birden, gözüme bir kadın çehresi ilişti. Bu da sarı bir yüzdü. Fakat, sarıların i. çinde, renginde biraz açıklık bulunması ile, beyarz ırktan bir insan olduğu fark- ediliyordu. Yaklaştım. Ö zaman, bu gararmış çeli- renin altında, ince bir genç kız güzelliği , sezer gibi oldum. Bunun, — Lordun kımı olduğunda şüphem yoktu. — Gözleri yarı açıktı ve bana bakryor gibiydi. Fakat beni görmediği, veya, benim yerime baş- ka hayaller gördüğü muhakkaktı. Fü Lü, kızm önünde fazla durduğumu görünce: — Bu kadın siri alâkadar etti hâ? de dedi. — Evet, dedim. Ne zamandanberi Bu- rada? — Dündenberi.. Zengin bir Tagiliz kı- zt Estiden de gelirdi. Fakat çok kalmaz- dı. Dün öğleden sonra geldi, gece taba- ha kadar ve bugün akşama kadar bulun. duğu bu yerden kalkmadı... galiba.. Çinlinin sözünü kestim: — Çabuk! dedim, köş'bir — döktor ça- Bağırarak söylediğim bu sözler, kah- vedeki diğer ayık Çinlilerin hepsini ha- rekete getirdi. Ö sırada yanımıza gelmiş olan kahve sahibi de: — Aman, dedi. Rica ederim, yalvarı: rım size: Buraya hariçten kimseyi ça- Bırmayın.. Bizi ele vermeyin... Kabahati miz yok... Bunları söylerken, sesinde de bir teh- dit seziliyordu. Polis çağırmağa kalkar- sam beni burada öldüreceklerini anlat- mak istiyordu.. — Hayır, dedim. Kabahatiniz olduğu- nu ilân edecek değilim. Fakat bir İnsanı bilhassa bir kadını ölümden kurtarmak herhalde hepimizin borcudur.. . Tekrar Fü Lü'ya döndüm: — Haydi, dedim, koş.. Yoksa kadınım ölümünden seni mesul tutarım... Çinli, kimseyi dinlemeden, fırladı, git- ti. Ölümden hayata Doktor gelinceye kadar, kahvecinin ve diğer Çinlilerin yardımı ile, lordun kizı- nr serin hayalı bir yere kaldırdık. Yarı ölü bir halde idi.. Kanının afyondan e- hirlenmiş olması muhakkaktı.. Nihayet, bu sarr çehreler arasında bir beyaz insan yüzü ile karşılaştım: Dok- tor gelmişti. Etrafımdaki ölüm havası birdenbire hayat rengini aldı. Doktor derhal Lordun kızını muayene etti. Yüzünün aldığı halden, — endişeye düştüğünü anladım. — Tehlikeli mi, doktar? diye sordum? Doktor, yarı işitilir bir sesle: — Tehlikeli dedi, hem de çok tehlike Üa Sonra ilâve etti: — Hastaneye kaldırmak lâzım... Bunun üzerine, Çinliler tekrar heye- cana düştüler ve tehditler gene kendini göstermeye başladı. Bir — aralık, kendi- min polis olduğumu — bildirerek, zorla hareket edeyim diye düşündüm. Fakat, yüzlerce Çinlinin arasında biz iki İngiliz- dik. Ne yapabilirdik? Gözleri dönmüş ve yarı deli hale gelmiş olan bu adanlar, bizi bir kaşık suda boğabilirlerdi. İtidalimi muhafaza ettim ve: — Müsnade edin, dedim. Size söz ve. Devar -