— Acaba sizlerden biri mi bümu dü. şürdü? AARSİLYA'da. ana caddeye yakın dar, küçük bir sokakta — içkili bir kahvehane. Üzerinde “Bar,, yazılı ama kulak asmayın, şöyle orta halli bir mey- hane bile değil: bayağı bir kahve, Ge- mülerin üçüncü mevki veya güverte yol- cuları ile küçük memurları, — oraya bir uğrayıp bir kahve veya bir bardak bira içerler. Bir gramofon, çalma çalma aşın- mış birkaç plâğı tekrar edip duruyor. Kimi gazetesinin üzerinde uyumuş, kimi | iskambil oynayan beş on müşteri ve bir yığın sinek. Tezgâhın — yantbaşında bir köşeye çekilmiş iki adam yavaş sesle ko- Nuşuyor. İkisi de sakallı, yusyuvarlak; alelâde, hem de fazlaca alelâde insanlar! Ama dilleri de ne tuhaf Yerli olmadıkla- rı belli ama acaba nereli?... Kapı açılıp içeriye ağır adımlarla üç kişi daha girdi. Gerçi herkes gibi giyinmişti ama Av: rupalı değil, Asyalr olduklarını anlamak için yüzlerine bir kere bakmak kâfi. Bizim iki sakallı hiçbir şey söylemeden biribirine belli belirsiz bir hakıştılar. Takip ettikleri adamların bunlar oldu- Bundan emindiler. Birazdan, hiç şüphe siz, Peninsular'a binip gidecekler. Tev- kife veya herhangi bir surette mani ol- mağa imkân yok. Zaten elbette onlar da bir takım todbirler almışlardır; herhangi bir şeyden şüphelenince o krymetli malı ortadan yok edecekleri muhakkak. Ya Mesır'a çıkarlarsa bir daha yakalamağa imkân yok. savuracaktı ama kendini tutu. Kimbilir? ber şeye bir çare bulunur; ümidi kesme meli... Fakat o üç adamı şüphelendirme mek, bilâkis onlara emniyet telkin et- mek, yahud onları büsbütün başka bir adamdan şüphe ettirmek — lâzım. Ama nasıl? Üç Asyalı, kahvedeki herkesi gözden geçirdikten sonra, bir tek kişiye bakma- ğa başlamışlardı. Ondan kuşkulandık- ları belli idi: Pis bir masanın önüne otu- rup birasını yarıya kadar içmiş, sonra gazetesine dalmış bir adam. Her an göz- lerini hafilçe kaldırryor, bir şey söyler gibi dudaklarını kımıldatıyor, parmak- lart ile bir şeyler sayıyordu. Hani bazı kimseler vardır, hırsız gibi gözüktükleri için insanı şüpbelendiriler; — “Bu herif mahsus böyle alık tavrı takımıyor, ken- Cimizi — kolliyalım! — Aedirtirler, işte öyle bir adam, * Ç Hindli garsonu — çağırıp parayı verdikten sonra ayağa kalktılar, o tek başma oturan adamın yanından, ta ciğerini görmek ister gibi bakarak geçti- ler. Bakışları o kadar sert, o kadar ateş- Hi idi ki adamcağız da gazetesini btraktı, başınt kaldırdı, hayret içinde idi: — Tuhaf! dedi. Bunlar da hiç adam görmemiş mi? , Sonra gülümsiyerek başını salladı ve gene gazetedeki “çarprast kelime,, bul- macasını halle devam etti. O sırada M. Jones veya M. Sm'th de, bir on frank- Tıiğı masaya vurarak garsonu çağırdı ve pâranın üstünü alırken: — Şuradaki zatı tanır gibi oldum, de- di, o Bombay'da ticaret eder, değil mi? Garson gülerek başını salladı: — M. Numa Jarigu mu? Zannederim ömründe Marsilya'dan çıkmamıştır. A- ma parasını verirseniz kalkıp Madagas- kar'a kadar gider. En istediği şey seya- hat edip dünyayr görmekmiz... — Hele hele.:. İki sakallı biribirlerine bakıştılar; an- laşmışlardı. — Demin o Hintlileri gördüm de onun için yanılmızım. Kendisine bir soruve- rin, bizim içkimizi, kabul eder mi? Ken- disine danışacağımız bir şey var da... Garson öteki masaya gitti. M. Numa bulmacadan başını kaldırdı, evvelâ hay- ret etti, fakat bir şey içmek — teklifine hayır demedi: — Başüstünel Kalktı, iki sakallınım masasına gitti ve bir şuruplu vermut — rsmarladı. Hemen konuşmağa başladılar, çabucak dost ol muşlardı. M. Numa, iki sakallıya dik: katli dikkatli bakıp: — Demek ki siz Ingilizsiniz, dedi. Hiç benzemiyorsunuz. M. Simith ile M, Jones biribirine mem- nuniyetle bakıştılar; sonra M. Smith sa- atini çıkarıp: — Well! dedi, artık hazırlansak... Sonra M. Numa'ya dönüp: — Dostum yarın Peninsular yvapuruna binip Bombay'a gidecek, dedi. Marsilya'lı içini çekip başını salladı: — Talili adam! dedi. Seyahate çıkan- Tart kıskanırım doğrusu! M. Jönes önün yüzüne gülerek baktı: — Sahi mi? İsterseniz beraber gidelim. M. Numan mahzun mahzun omnılın- nt silkip: — Şakası bile insanın hoşuna ı;idı- yor, dedi. — Hiç de şaka — etmiyorum. Dostum ahit olsun. Size Aden'e kadar gidip gel- me bir bilet; yirmi tane de Tüğiliz lirası M. Numana'nm gözleri — faltaşı gibi açılmıştı: — Üzerihne yirmi — Ingiliz lirası tmı?... Peki ne iş göreceğim? — Hiç. Susacaksınız. Sonra buraya dö- neceksiniz, Daha fazla bir şey lâzım mı? İsterseniz M. Smith'e sorun, şaka ölma- dığma o da şahadet eder. İşte isbatr: Ka bııındimonllunimdldmvui- Ti Mlmdhdımaçu,içiıdmon dı. elinde ıvhdi. çevirdi, mıııını etti. Doğrusu hiç de sahteye benzemiyordu. Adamcağız hayretle gözlerini açmış, kar- şısındakine tuhaf tuhaf bakıyordu. M. Jones biraz daha yaklaştı ve: — Pasaportunuz da bittabi bana ait, dedi. Vapurda da hiçbir sıkmtınız olm» yacak. Elbette maksadımızın ne olduğu- nu merak edersiniz. O da basit, İsterse- niz dostuma sorun, kat'iyyen şaka etmi. yorum; biz bir bahse giriştik de... Sonra sözüne daha yavaş sesle devam etti. * M KDENİZ, saatte on altr mil giden kocaman bir İngiliz gemisi, içinde dört yüz yolcu var, her milletten insan; yüzde ortu da Hintli, Çinli, Japonlu... Yolculuk hiç de yorucu — veya sıkıntılı değil ama öyle zannedildifi — kadar da eğlencesi yok, Yatak dar, yemekler orta, sofra garsomu son derece terbiyeli, fakat gayet soğuk bir adam. İnsan konuşacak kimse bulamayıp patlıyor. Allah musta- hakkırıt versin! Son dakikada İngiliz de memleketinden bir telgraf alıp dönmeğe Mecbur oldu. Ama dönüşte gene o küçük kahvede buluşacaklar; hele M. Numa seyahatini bitirip ona, — giriştiği bahsi kazandırsın... Hem basit, hem de çok tuhaf bir şey. M. Jönes bir arkadaşma: “ben ilk önü- me çıkan Fransızt, seyahatinin sebebini kimseye söylemeden Aden'e kadar gidip gelmeğe razı edebilirim,, — demiş; o da: “yapamazsın!,, demiş, bahse girişmişler. Garip şey ama İngiliz aklı bul.. M. Smith de ikinci mevkide — M, Numa'yı kontrole memur. Çok şükür ki M. Numa, vapurdaki bir yığın ingilizce gazete arasında — birkaç tane de eski Fransız mecmuası, gazetesi bulmuştu. Gerçi birkaç senelik şeyler a- ma ne zararı Vat? bulmacaları da eski- mez ya!... Marsilyalı — onları halledip vakit geçiriyor ama kendisine kahveha- nede dikdik bakmış olan — Hintlilerden bir*tüzlü kurtulamadı. Ta Hintli. M. Numa'nın bir polis me- muru olduğuna kanaat getirmişlerdi. Va- z ziyeti inceden imceye düşündüler. De- mek ki kendilerini hir hahber veren ol Bir günlük zabıta hikâyesi bilemiyen Martiyalıya bir İngiliz bank. muş, takip ediliyorlar. Tevkif edilecek. leri muhakkak. Fakat Aden'e kadar va- kit var, Madem ki vapura binmeden tev- kif edilmediler, o halde İngiliz polisi, e- line henüz kati bir vesika geçirememiş, usülden çıkmak istemiyor. Kimbilir? bel ki de vapurda bir gürültü çıkmasından çekiniyorlar. Herhalde —Aden'e kadar yakit var. Üç Hindli yalnız bir noktaya ehemmi- yet veriyor: Ellerindeki — kâğıt, htr ne bahasına olursa olsun, yerine varmalı. Bunun için de, kendilerini takip eden a- damı ortadan yok etmek lâzım. Fırsat kollamalt ve zamanıntla vurmasını bil- meli... Fakat bir gün öğleden sonra, Hintli- lerden biri, Hiıdınyırmdcolnpohmdı ğını anlamak için göğsünü yokladı. Her- gün belki yüz defa yaptığı bir hareket... Fakat bu sefer rengi attı: Kâğıt yerinde değildi. Birden aklına geldi: Biraz evvel bir İtalyana çarpmıştı, o adam da düş- memek için tutunmuş, Hintlinin ceke- tini yırtmıştı. Demek ki kâğıt o zaman düşmüş olacak. Üç arkadaş, helecandan titriyerek gemiyi dolaşmağa başladılar; ağır ağır yürüyorlar, her yere iyice bakı. yorlardı. Acaba kâğıt denize mi düştü? Buna pek imkân yok; birinin eline geç miş olması daha — muhtemel. O halde? felâket!... — Baylar, acaba siz mi... Bu da kim? Ne istiyor? Hintliler, ken- Wmduhumı&uınuma_m. dıkları cüzdanı görmüşlerdi: gördüm.. Zayıl ve kara bir el cüzdanı aldr. Ha- şin bir ses teşekkür etti, — Bir şey değil, bilâkis, küçük bir hiz- metinizde bulunduğum - için çok mem- nuünum, Otedenberiden birkaç kelime konuştuk tan sonra ayrıldılar, Hintliler, kamarala- rına girip kâğıdı iyice muayene — ettiler. Hiç açılmadığı bile belli.. Zaten açılıp okunaukhdunkıtdc;eçmmw O!ıkkmdlyendvudi?wnak iş-değil! * PORT-SAID. Zengin yolcular, va- pPürun Akdeniz'de karaya yanaş- masile Kızıldeniz'de tekrar yola çıkılma- &1 arasında geçecek yirmi dört, otuz sa- atlik zamandan istifade edip Kahire'ye kadar gittiler; pek paraşı olmıyanlar da rıhtıma çıktılar, düz sokaklarda avare avare dolaşmağa başladılar, M. Numa Jargu da bittabi Port - Said' dmwmwmğrmwmdaidl APUR bir saate kadar kalkacaktı. M. Numa, pek uzaklaşmamak şar- tile, biraz daha gezmek istedi. Sağında ıssız bir sokak vardı. Birdenbire — açılan bir kapıdan keskin bir ışık göründü. Bir de garip saz sesi işitildi. M, Numa: “He- le bir de şunu göreyim!,, deyip sokağa daldı. Birdenbire bir e! şiddetle omuzuna indi. Marsilyalı ürperip — döndü. Gene onlar! Hintlilerin üçü de arkasında du- Tuyorlardı; garip bir ses: — Dinle, dedi, iyi dinle inkâra kalkış- ma, faydası yoktur. Bizim kim olduğu- muzu biliyorsun. Biz de senin kim oldu: Zunu bilditimizi — sanıyorduk. Ama bir Süphemiz var. Sen kime hiyanet ediyor- sun? İki gün evveline kadar sen idama geri verdin. Alâ! Dinimiz bize, lüzumsuz mahkümdün. Ama geçen gün bize kâğrdı yere kan dökmeği meneder. Aden'e ka- dar hiç bir şey — söylemiyeceğine, oraya vardıktan sonra da bizim — ikimiz gidip şimizi bitirinceye kadar — vapurda seni bekliyecek olan arkadaşımızın yanından ayrılmıyacağına yemin ediyor musun? Sözümüzü tutarsan hemi canını kurtarır: sın, hem de kâr edersin. notu uzatı. — Al sana şimdilik yirmi lira. Sözün- de durursan arkadaşımız sana yirmi lira Ama bilmiş ol ki kimseye bir şey söyler veya sözün- daha verecek. Razı mısın? den dönersen karnına bunu yersin. Bunu söyliyen Hintli çerini çekmiş, gösteriyordu. — Anlaşıldı mı? Haydi güle güle, Se- nin yolun bu taraftan. x tilâtörler almasa felâket. güvertesinde, bir köşede, iki bir şey yok. — Aden'den cevap aldınız mı? — Evet. Telgrafim metni — aynen şu: İstediğimiz *“Paketleri müayene ettik. mal, Burada tesellüm edeceğiz, , Ne demek istediği açıkça anlaşılıyor. Hintlilerin üçü de vapur yanaşınca tev- kif edilecek. — Allrighti... olur; bizim herifleri hemen yakalardık. Fakat onlar da ihtiyatlı, tamamile emin olmadan bir iş görmek istemiyorlar. Mar silyalı bü işter sağlam kurtulursa doğru su şaşarım, — Siz, bu Marsilyalryı iyi düşündünüz. 1!'“ Jo'ıa kcndırı beâendığını pek bd — Demek Aden'den bir haber gelmiş. — Evet, telsizi İrlandalı da duymuş, bana söyledi. Polis bizi vapurdan çıkar- çıkmaz tevkif edecekmiş, Bizi hapsetme- leri, hattâ öldürmeleri bile bir şey değil ama ya kâğıt? Onu da yırtmak, yakmak Tâzım. Altı aylık gayret boşuna gitti de mektir. Hiç tereddüt etmeden herifi öl- dürmeliydik. Ama bu — budalanın polis memuru olacağı da kimin hatırından ge- buki cant çıkmamış adamım - susacağını — Neyse! İntikamımızı biraz daha rahat etsin. Çok geçmez, d- zasını bulur. — Dikkat. Bir ayak sesi duyulmuştu. Dönüp bak- tılar ve merakları zail oldu. Gelen, üçün: cü arkadaşları idi. — Sen misin, Hasji? Tahkikatı bitir- din mi? a çer kil.. — Öldürmekten fazla çekiniyoruz. Hal — Zannettiğimiz gibi — imiş, değil mi? Yani bir hiyanete uğramışız, değil mi? — Öyle ama asıl mücrim bizim zannet. tiğimiz değilmiş. — Ne? Marsilyalı değil miymiş? — Hayır. Vapurda iki polis memuru var, Onlar bizi yanlış yola sevk için bu Numa'yı icat etmişler, O, emzikteki ço- cuk gibi masum, başına gelecek felâket- ten bihaher... — Sahi mi? Az kalsın adamcağırı öl- dürecektik. Bir müddet sustular. Sonra içlerinden en yaşlısı ağır ağır: — İcabında fili öldür ama yok yere pi- reyi de öldürme, dedi. * RTESİ gün M. Numı kâbuslu bir siliyordu. Öteden üç Hintlinin zeldiğini gördü: — Çattık! dedi. Bu heriflerden kurtu- Tamryacak mryız? belinden han- IZİLDENİZ'de, Herkese bir uyu- şukluük çökmüş. Buzlu içkilerle van İkinci mevki kişi yavaş yavaş konuşuyor. Sesleri, bir hafta evyel Marsilya'daki küçük kahvede — konuşan İngilizlerin sesine o kadar benziyor ki!.. Ama bunların sakalı yok; biri bir yolcu, öteki de ikinci mevklin — sofra garsonu. Yüzlerinde, o iki Ingilizi hatırlatan hiç Ya bizim M. Numa ne alırız. Hele —Bir içkimizi kabul etmek bulunur. musunuz? Hütfunu Hintliler geldi, etrafını aldılar; içleri: den biri eğilerek: — M. Numa, dedi, bir içkimizi kab etmek lütfunda bulunur musunuz? O sıcakta böyle bir teklife can mı d yanır? Hem vapurda içki ateş pahasını hem de barda konuşacak — kimse yol Kalkıp dördü birden bara gidip bir ma: başına oturdular. — M. Numa, iki gün sonra Aden'deyi sizin bugüne kadar göstardiğiniz ketum yetten çok memnunuz ve size olan bo cumuzu hemen ödemeği daha münasi bulduk. Esmer ve kuru bir el, Marsilyalını kıllı eline bir zarf tutuşturdu. — Sahi mi? ciddi mi söylüyorsunuz? M. Numa teşekkür için ne diyeceğir bilemiyordu. — Doğrusu çok lütufkârsınız, bayla Size bir hizmetim dokunabilirse doğru: Samirmiyetini göstermek İçin göğsü vuruyordu. O üç esmer adamdan birl « nun bu teklifinden istifade etmek isti di: — Elbette, M. Numa, bize bir hizme değil, büyük bir iyilik edebilirsiniz. S ze bir şey sorayım: Siz İngilizleri sever misiniz? — Ben mi? Allah göstermesin! — Alâ, O halde size bir şey söyliyeyin bilmem farkında mısmız? İngilizler sü öldürtmeğe kalkmışlar? Marsilyalının t!lylen diken d.ııce'ı ol ö kere — Nasıl? Beni öldürtmek mi? — Evet, sizi. Anlatayım: Memleketik rinin- selâmeti mevzuubahs olunca yalnı kendi hayatlarını Gdeğil, herhangi bi kimsenin hayatını da mahyetmiyecek in) sarları size garaz etmeğe kalkıştılar. Siz den şüphe edecekler ve sizi öldürüp deni| ze atacaklar. Anladınız mı? Hintli devam etti: — Siz namuslu bir — adamsınız, bizin de size itimadımız var, Biz Hind vatan perverlerindeniz, memleketimize — gaye mühim bir kâğıt götürüyoruz. Ama İn- giliz polisi bizi haber almış, — arkamıze adam koymuş, Aden'e çıkar çıkmaz tev kif edileceğiz. Önce İngiliz polldm:':î yanlış bir yola sevketmek — için eli geleni yapmıştı. Biz de onun hilesine i- pandık ve sizi, bizi takip — oden memur zannettik. Port » Said'de &z kaldı... — Port - Said'de mi? Evet, anla- dım, Ama buna ahlâksızlık, canilik derler.. Ya beni öldürüverseydiniz!. Çok şiikür ki iş vaktinde meydana çıktı da kurtuldum. Harhalde Kitfu- nuzun Mminnettarıyım. — Şimdi, M, Numa, hiçbir tehlike bulunmadığından emin oluraanız in- tikam almak ister misiniz? Hem öyle kan dökmek filân yok; bilâkis, terte- miz, kârlı bir iş.. M. Numa üç Hindliye, içlerinde hem büyük bir korku, hem de büyük bir para iştihası okunan gözlerle ba- kıyordu. Kökeliyerek: — Doğrusu, baylar, pek iyi anla« mıyorum. — Anlatalım. Üç Hindli, Marsilyalrya, biraz daha yaklaştılar: — Siz, bizim Adendeki dostlarımıza bir kâğıt götüreceksiniz. Bizim götür. memize imkân olmayacak, çünkü va- pur durur durmaz tevkif edileceğiz. Öyle sizin için hir zararı olan kâğıt değil. Kabul ediyor musunuz? Sesi biraz daha hafifledi ve konuş- ma bu surette üç beş dakika devam etti. * A DEN. Vapur limana yavaş ya- vaş girip beyaz kalenin yanm- da karaya yanaştı. Sıcak, parlak bir güneş vardı. M Numa pasaportunu (Devamı 14 üncü de)