p AUAĞ NMLN aa eee aaRAĞ (Baş tarafı dünleü sayımısda) geriye savrulan küfürler, mukaddes Bu beyaz şeytanları anlamak neka. | cedada fırlatılan hakazetler, Ah San'ın dar zordu. Ah Ço mahkeme salonunda | yerinden fırlayışı, Çung Ga'nın saçı. oturup kararı beklerken beyazların bu düşünüyordu. Onla- Tin akıllarından ne geçtiğini bilmek İmkâtsızdı. Onun gördüğü bütün be- yazlar, Şemmer de dahil olmak üzere hep ayniydi. Kafaları hep esrarengiz bir şekilde çalışıyordu. Ortada elle tu- tulur bir sebeb olmadan öfkeleniyor . Turdı. Öfkeleriyae pek tehlikeliydi. O anda vahşi hayvanlara benziyorlardı. Ufak manasız şeylere üzülüyorlar, &. Tasında hattâ bir Çinogo'yu bile göl- gede bırakacak kadar çok çalışıyor - lardı. Çinogolar gibi mutedil değiller. ÜL. Çok yemek yiyorlar, hele ne kadar Çok içiyorlardı. Herbangi bir hareke- tin onları memnun mu yoksa iğzab mı ,tanlı, Nizumundan fazla canlı bir mi- sali değil miydi? Ah Ço kararın neden bu kadar uza. dığma taacelib ediyordu. Mubakeme edilenlerden hiçbiri Çung Ga'ya elini bile sürmemişti. Omu öldüren Ah San- d Ah San onun tek örgülü saçını arkadan yakalamış, onun başmı âr- kaya doğru bükmüş ve diğer eliyle bı- çağını önun vücuduna saplamıştı. İki defa saplamıştı. Orada, mahkeme sa. Tonunda otururken, cinayet Ah Ço'nun gözü önünde can'anıvermişti. İleriye na sarılışı, bıçağın iki defa batışı, ka- pımın birdenbire açılıp içeri Şemmer- in girişi, o sırada Ah San'ın kapıdan | ok gibi dışarı fırlayışı, Şemmer'in o- dadakileri kırbaçla bir kögeye sıkıştı- rışı Ve sonra tabancasını çıkartarak havaya bir ol sıktp imdad çağırışı. Ah Ço bütün bunları tekrar yaşadıkça vü- cuadu ürperdi. O sırada yediği bir kam- gı darbesiyle yüzl sıyrılmıştı. Eğer kırbaç yarım santim daha ileri isabet #tmiş olsaydı, gözü çıkabilirdi. Şimdi bu düşünce silsilesi birdenbire seyrini değiştirmiş, Ah Ço'nun görlünde yine *düşünce ve istirahat,, bahçesi can . lanmıştı. O, müstakbel bahçesinin 1lık havası içinde yaşamağa başladı. Hâkim kararı okuduğu sırada Ah Ço lâkayt ve dalgındı; yüzünde hoye. candan eser yoktu. Diğer dört arkada- gı da onun kadar lâkayttılar. Tercll - man onların beşinin de Çunğ Gonun öldürülmesi işinde suçlu olduklarının anlaşıldığını, onun için ceza olarak Ah Çov'un başmnın kesileceğini, Ah Ço'nun Yeni Kaledonya hapishanesin. de yirmi sene, Vong Li'nin on iki se- ne, Ah Tong'un ise on sene hapse mah- küm edildiğini söylediği zaman da is- tiflerini bozmamışlardı. Telişa düş . menin ne faydası vardı ki. Kesilecek olan kendi kafası olduğu halde Ah Çovda bile heyecandan eser yoktu; yü. zü bir mumya kadar hareketsiz ve boştu. Hâkim biraz daha konuştu, sonra bunu tercüman çinceye çevirdi: Şemmer'in kırbacı ile Ah Çov'un yü- zünde öyle bir yara açılmıştı ki, onun tanımnması hepsinden kolay olmuştu. * Nasri olsa katil cezası için birinin ka- fasınm kesilmesi icab edeceğine göre, vaka ânmda orada bulunduğu en kat. iyetle bilindiği için Ah Çov'un kafası kesilecekti, Ah Ço'nun yüzünde de ol dukça büyük bir sıyrık vardı. Binae- naelyh o da vaka ânmda orada bulun- Muş ve bittabi katil cürmüne iştirak etmişti. Onun İçin ona da ikinci en büyük ceza olan yirmi sene veriliyor. du. Diğerlerinin yüzlerindeki yaralar nispeten küçük olduğu için onlara da ona göre az ceza verilmişti. Çinogolar bundan bir ibret dersi almalı ve Tahi, tide kanunun gök yıkılsa bile yine ye- rine getirileceğini öğrenmeliydiler, Beş Çinogo tekrar hapso âtılmıştı. Karar onları ne şaşırtmış, ne de mü- teessir etmişti. Filvaki karar, bekle, medikleri, akıllarından geçirmedikleri bir karardı; fakat onlar beyaz efendi- lerinden hep ummadıklarımı, bekleme- diklerini beklemeye alışıktılar. Hapishanede geçen haftalar zarfm- da Ah Ço, ekseriya Ah Çov'un vazi. yetini düşünüyordu. Pamuk tarlaları. mnın ortasında kurulmakta olan bir “giyotin” makinesi onun kafasını uçu- Tacaktı. Sükünet bahçeleri mevzubahs değildi. Ah Ço yaşamak ve ölmek hak- kında kendi kendine felsefeler yürü. tüyor; bu mevzularda zihnt spekülâs- yonlar yapıyordu, Yirmi sene hapse üÜzülmemişti. Yirmi sene sadece yirmi seneydi. Hayalinde yer verdiği bahçe ondan yirmi sene uzaklaşmış olacak- tı, O kadar, O, gençti ve Asyanm sabrı iliklerindeydi. Yirmi sene bekliyebi - Tirdi, O zamena kadar kanmdaki ateş M": Jack London geçecek, o, bahçesinin yumuşax su . künetine daha uygun bir adam ola . caktı. Bahçesine bir ad düşündü: Ona “Sabah sessizliği bahçesi” diyecekti. Onun düşüncesiyle bütün günlü mes'ut ve neşeli geçti. Sabır mefhumundan arkadaşları Vong Li ve Ah Tong'u o kadar müteselli etmişti ki. Ah Çov ise düstura aldırış etmedi. Başı — vücu - dundan yakın bir zamanda ayrılacak- tı; bu hâdiseyi sabırla beklemesine lüzum yoktu. O, bol sigara içiyor, bol yemek yiyor, vaktin geçip geçmeme. siyle alâkadar olmuyordu. Kruşo bir Fransız jandarmasıydı. Senegalden tutun da tâ Tahiti adası- na kadar bütün Fransız müstemleke- lerinde yirmi senelik hizmeti vardı. Lâkin bu yirmi sene onun kalm kafa- sımı bir parça bile yontmamış, incelt. memişti. Ö, yirmi sene evvel cenubi Fransadaki köyünde nekadar budala ise, şimdi de o kadar aptal, o kadar bu. dalaydı. Yirmi senelik tocrübe ona yalnız iki şey öğretebilmişti: disiplin ve manoktan korku. Onun basit, dar kafasında jandarma başçavuşunun ye- Ti Allaha ayırdığı yerden daha büyük- tü. Bu fikri yalnız pazar günleri, Al. lahm yeryüzündeki çığırtkanları kili- sede konuştukları vakit değişir gibi o- Tuyordu. Onun için Allah çok uzak - taydı. Halbuki başçavuş o kadar ya . kındı ki. Ah Çov'un jandarma Kruşoya tes. Hmi emrini hâkimden hapishane gar- diyanına götüren işte bu Kruşo idi. Tesadüf bu ya, bu emrin yazıldığı günden evvelki gece hâkim adayı zi - yaret eden Fransız. harp gem KRPLAN VE ZadItanma Dir viyafet ver. mişti. Ziyafette içkiyi biraz fazla ka- çırmış olmalıydı ki, emri yazarken eli titriyordu. Başı da o kadar ağrıyordu ki, yazdığını hir kere daha okumamiş- tı bile. Zaten imzaladığı sadece bir Çi- nogonun hayatı değil miydi? Böylece Ah Çov'un adınım son harfini yazma. Bi unuttuğunun farkına varmamıştı. Emirde Ah Ço yazılıydı. Kruşo gardi. yana bu emri verdiği zaman gardiyan * da ona Ah Ço'yu teslim etmişti. İki katırın çektiği bir yük arabası- *nım ön tarafında, Krugşonun yanmda oturan Ah Ço tektar güneşe kavuştu- ğuna memnundu. Jandarmanm yanın. da oturürken kendi kendine gülümsü- yordu. Hele katırları Antimcono İs- tikametine tevcih edildiğini görünce yüzündeki gülümseme daha genişle - mişti. Muhakkak Şemmer onu tekrar tarlalarda çalıştırmak için geri çağırı. yordu. Hava da nekadar sicaktı, Mel temle kesilmişti. Katılar terliyor, Kru- $0 terliyor, Ah Ço terliyordu. Fakât bu sıcaktan en az müteessir olan Ah Ço idi. Bu ayni güneşin altmda ta- mam Üç sene pamük tarlalarında ça. lışmıştı. Durup durup gülümsüyordu. Bu gülümsemeler öyle içton gelmeydi ki, hattâ Krugonun kalm kafası bile yavaş yavaş harekete gelmeye başla- mıştı. Kruşo nihayet daha fazla düya- namadı; — Sen ne tuhaf adamsın! dedi. Ah Ço bu sözle büsbütün neşelen- mişti. Kruşo ona Kanoka diliyle hi . tap etmişti, Bu, orada bulunan bütün beyaz şeytanlarm ve Çinogoların bil. dikleri müşterek bir dildi. (Devamı var) 1048 MARKİZ DÖ POMPADUR — Dedi.. Bunun üzerine şövalyı: de tit- riyen sesiyle şöyle dedi: — Heyhat! Madam, vsize ne söyli. yeyim? Bir rakibim olduğunu anladı- ğrm zaman, kalbimi ezen rsterabr size söylemeğe cesaret ödebilir miyim?. — Şövilyel, . — Ahi.. Yolvarırım size, bırakın kal- bimi taşrran acı ve ümitsizliğimi ayak- latınıza sereyiml.. Siri seviyorum, ma- dam! Bunu biliyorsunuz!.. Bunu pek Alâ biliyorsunuz!. Bunu daha İlk na. Barda görünür.. Sizi bir çılgın gibi se- viyorum, çünkü aşkımın sonu olmadı- Ümr görüyor ve sizi bütün hayatım Taüddetince seveceğimi hissediyorum! Bir rakip!.. Hem ne rakip! Kral!. Jan heyecan içinde Ürperiyor, göğ- a amammma J i tevkifim, size.. Kralı tanıdığım esnada kafama yediğim darbenin tabli bir de- vamı şeklinde görünmüyor mu?, Jan da ayni fikirdeydi!.. Ve her şe- ye rağmen, şunu düşünmekten kendisin alamıyordu ki, eğer Fransa kralı, d'As. sas olsaydı, bir rakipten — kurtulmak için, şüphesiz böyle bir çareye baş vür- mağa tenezzül etmezdi! Fakat bu de- Hkanlıyr on beşinci Lül tevkif ettirmişse niçin onu bu kadar çabuk serbest bı. raktırdı?. Genç kadın pekâlâ biliyordu ki, Bastiy'e girmek son derece basit bir şey olmakla beraber oradan çıkmak, gok güç biz işti.. Burada bir süla vardı ki, bunun cevabını da şövalye verdi: — Benimle alâkadar olan — kuvvetli bir şahıs beni kurtarmağa muvaffak ol- sü keskin solumalar içinde sür'atle inip du. Binaenaleyh bana yazmış olduğu - Sıkıyordu. vi nuz mektubü ancak şimdi alabildim.« Şövalyenin sözleri, onu tatvir edile- Beni imdadınıza çağırıyordunuz, ma, Mez bir hayranlık içinde bırakıyordu .. damt.. İşte, geldim! Söyleyin! Ne yape Kral, pencerzeleri altında dolaşmağa :“WL Ohi, Demek onu - seviyor. Genç kadın ayni zamanda da, ölev- den nazarları ruhurna kadar işliyen bu güzcl genç erkeğin bu hakiki bu ateşin, ;: çılgın aşkından müteheyyiç oluyor- mak, kimi tahrik etmek lâzım?, Jan bir ön sustu.. Gençlik ve aşk içinde parlıyan bu mert çehreye bir türlü yenemediği bir heyecanla bakıyordu. Samimi bir aşk kadar sari bir şey o- lamar.. Genç kadin bu anda, gözleri bu ka- dar saf bir bağlılık, ve bu kadar derin e eeeT bir ümitsizlik ifade eden güzel göval. —Bu gayet basittir, madam! Bu te yeye karşı, belki, merhametten daha sadüften müthiş bir retrrap duyarak ol. başka bir şey hissediyordu. düğüm yerde dürürken, arkamdan ba- Yavaşça, tatlı bir sesle: pma Iıı-ıu., bir darbe yedim, düştüm. — Şövalye, dedi, beni dinleyin... Si- Kendimi kaybettim. Sonra, - sizi, Üze- ze en iyi dostum nazariyle bakıyor ve rime eğilmiş bir halde görür — gibi ol- dum. Kendime geldiğim zaman, sizin Senjermen kilisesinde bulunduğunuzu öğrendim.. Oraya koştum.. Ve orada sizin izdiyaç merasiminizin yapıldığını gördüm.. İşte tam bu sırada tevkif e- —N'lçlıır... — İşte güphesiz, kiç bir zaman öğ- Tenemiyeceğim bir nokta., Fakat benim | size bulunduğum vaziyet ve şernit için- de yegâne dostuma.. Kardeşime olduğu gibi hitap ediyorum!.. D'Assas, ümitsiz bir jest yaptı: Kal. binin üÜmit ettiği kelime bu kardeş ke- limesi değildi!.. Jan, syni tavırla devam etti; — Sizi çağırmıştım, çünkü nefret et. tiğim birisiyle evlenmek üzere bulunu yordum., Hakikati öğrenln gövalye; Ü sarir eee Yi TP e MARKİZ DÖ POMPADUR 105 tan sonra, muhterem dostunuzdan bizi yalnız birakmasını rica edeceğim.. Çünkü sizinle hususlt görüşmek isti- yordum., Noe haşmetli bir tavırla: — İmkânı yok, mösyöl.. Dedi, Krebiyon da çarap bardağını yuvarlayarak ilâve etti; — Bu tamamiyle imkânsızdır.. O- test ve Pilâd, Gaston ve Pollü, ayni e- lin iki parmağı, besaber çarpan iki kalb, ayni düşünceler, ayni zevkiselim. Hati " D'Assas garip bir endişeyle: « Pekâlâ, öyle olsun!.. Dedi ve kendi kendine ilâve etti. — Baküsün sadık bendeleri olan bu İki garip mahlüktan ne elde edebilirim? Hiç bir şey veya gayet az bir şey.. Krebiyon birdenbire bağırdı: — Al.. Bonzanfon sokağında, baygın bir halde bularak karşıdaki eve götür- düğümüz delikanlı siz değil misiniz?. — Ya! Demek beni alıp bu eve götü- ren sizsiniz, öyle mi? Şu balde size bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki, ikiniz de şövalye d'Assas'ın dostusu - nuz!. Yekdiğerinden ayrılmaz iki dost ya- rip bir vakar ile eğildiler, Şövalye de çabucak devam etti: — Fakat bana, alçakça ve namert bir gekilde arkamdan bu müthiş darbeyi kim indirdi?. — Kimseyi görmedik.. Sizden baş. ka,, Ve demin de dediğim veçhile siz bitkin bir haldeydiniz ve çehreniz sap- sarıydı., Sokak 1ssırdı. — Her ne olursa olaun, size bütün kalbimle teşekkür ederim. Siz bana, hiç bir zaman unutamıyacağım bir iyilikte bulundunuz. .Benim şükranıma güvene- bilirsiniz.. Krebiyon, Pusssonun, kulağıma eğile. rek: Diye fısıldadı. Noc de ayni tavırla, ilâve etti: — Hem de bize iyi şeyler içiriyor!. D'Assa, bir an sükünetini muhalaza etti. Sonra, hafifçe titriyen bir sesle şöyle dedi: — Mösyö, bana yaptığınız iyiliken dolayı, size dost nazariyle bakacağımı söylemiştim.. Bunun içindir ki sizinle, dostlarla olduğu gibi, samimi bir şekil: de, açıkça konuşacağım.. Ve bilhassa Noe'ye hitap cderek: — Mösyö, diye ilâve etti, halinizden ve kryafetinizden görüyorum, — ki siz.; mektubu yazan., Sizi bana gönderen gahsın basit bir uşağı olamazsınız.. Bu şahsı iyi tamyor musunuz, mösyö?, Ya, ni.. iyice tanryor musunuz?, Noe bir kahkaha atarak: — Zacnederim, dedi, kendisi kızım dırl. . Şövalye hayretler içinde bağırdı: — Kızınız mı?, Ayyaş, haşmetli bir tavırla: — Evet, mösyö, dedi; Eloiz Puas- sonun kocası, bugün madam d'Etyol ©- lan Jan - Antuanet Puassonun babası Noe Puasson benim. D'Assas kekeleyerek tekrarladı: — Kızınız!. . — Hayretinizi anlıyorum.. Benimi gibi güçlü, kuvvetli, athhatte bir ada. mın, nas:l oluyor da böyle sıskacık, u- facık, nahif bir krzın babası olduğuna hayret ediyorsunuz. Benim kızım haki- katen zayıllır, mösyö! Bazu naenına bir şey yoktur! Koca bir yemek canasında, yarım bardak şarabı bile boşaltmaktan âcizdir! Bundan başka baş dönmeleri, göz yaşları, boş şeyler için bayılmalar!, D'Assas, dehşete pek yakın bir bay« retle Puassona bakıyordu.. Bu adam! Janın babası! Buna imk? yoktu!.. Nasıl oluyordu da, bu ayy? > en mühteşem bir tarzda döşenmiş mü- kemmel bir konoğın tahibi olacak kadar zengin bulunuyordu? Nasıl oluyordr —