2 Nisan 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 13

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ü—i çe dNY ĞÜM ÜÜL GÜÜD geee eee a , — -— 'N "G'e —Jack London , A Bu( Baş tarafı dünkü sayımızda) geriye savrulan küfürler, mukaddes * geçecek, o, bahçesinin yumuşak su - v Kaptan ve zanıtanma bBir ziyafet ver. Twa b.mu Ahm anlamak neka. ecdıd;..în'ğıtlılın lııı.ko.ı'etle(ı;r,a ıAJı San'ın . künetine daha uygun bir adam ola . | mişti. Ziyafette içkiyi biraz fazla ka.: ak zordu. Ah Ço mahkeme salonunda | yerin irlayışı, Çung Ga'nm saçı. | Nasıl olsa katil cezası için birinin ka- | caktı. Bahçesine bir ad düşündü: Ona | çırmış olmalıydı ki i i Urup kararı beklerken beyazların bu | na sarılışr, bıçağın iki defa batışı, ka- | fasının kesilmesi icab edeceğine göre, | “Sabah sessizliği bahçesi” diyecekti. titriyordu Bğ:şı da'oeî:âaîağ;îrât müphemiyetlerini düşünüyordu. Onla- imkânsızdı. Onun gördüğü bütün be- yazlar, Şemmer de dahil olmak üzere hep ayniydi. Kafaları hep esrarengiz bir şekilde çalışıyordu. Ortada elle tu- fulur bir sebeb olmadan öfkeleniyor . Yardı. Öfkeleriyse pek tehlikeliydi. O anda vahşi hayvanlara benziyorlardı. Ufak manasız şeylere üzülüyorlar, sı. Tasında hattâ bir Çinogo'yu bile göl- gede brrakacak kadar çok çalışıyor - lardı. Çinogölar gibi mutedil değiller. di. Çok yemek yiyorlar, hele ne kadar çok içiyorlardı. Herhangi bir hareke- tin onları memnun mu yoksa iğzab mI edeceği Çinogo için evvelden biline - miyen bir şeydi, Bir defa hoşlarına gi- den ikinci bir defa onları kızdırabili. yordu. Bütün bunlar yetmiyormuş gi- bi fevkalâde de muktedirdiler. Her önlerine çıkanı kendi isteklerine tâbi edebiliyorlardı. Evet beyazlar — garib, sayanı hayret insanlardı. Daha doğ- rusu şeytanlardı. Şemmer onların ,tahlı, lüzumundan fazla canlı bir mi- sali değil miydi? "Ah Ço kararım neden bu kadar uza. dığma taaccüb ediyordu. Muhakeme edilenlerden hiçbiri Çung Ga'ya elini bile sürmemişti. Onu öldüren Ah San- d.. Ah San onun tek örgülü saçını arkadan yakalamış, onun başını ar- kaya doğru bükmüş ve diğer eliyle bı- çağını onun vücuduna saplamıştı. İki defa saplamıştı. Orada, mahkeme sa. lonunda otururken, cinayet Ah Ço'nun pının birdenbire acılmp içeri Şemmer- in girişi, o sırada Ah San'ın kapıdan ok gibi dışarı fırlayışı, Şemmer'in o- dadakileri kırbaçla bir köşeye sıkıştı- rışı ve sonra tabancasını çıkartarak havaya bir el sıkıp imdad çağırışı. Ah Ço bütün bunları tekrar yaşadıkça vü- cudu ürperdi. O sırada yediği bir kam- çı darbesiyle yüzü sıyrılmıştı. Eğer kırbaç yarım santim daha ileri isabet. etmiş olsaydı, gözü cıkabilirdi. Şimdi bu düşünce silsilesi birdenbire seyrini değiştirmiş, Ah Ço'nun gözünde yine #düşünce ve istirahat,, bahçesi can . lanmıştı. O, müstakbel bahçesinin ılık havası içinde yaşamağa başladı. Hâkim kararı okuduğu sırada Ah Ço lâkayt ve dalgındı; yüzünde heye. candan eser yoktu. Diğer dört arkada- | şı da onun kadar lâkayttılar. Tercü - man onların beşinin de Çünğ Gonun öldürülmesi işinde suçlu olduklarının anlaşıldığını, onun için ceza olarak Ah Çov'un başının kesileceğini, Ah Ço'nun Yeni Kaledonya hapishanesin. de yirmi sene, Vong Li'nin on iki se- ne, Ah Tong'un ise on sene hapse mah- küm edildiğini söylediği zaman da is- tiflerini bozmamışlardı. Telâşa düş . menin ne faydası vardı ki. Kesilecek olan kendi kafası olduğu halde Ah Çovda bile heyecandan eser yoktu; yü. zü bir mumya kadar hareketsiz ve boştu. Hâkim biraz daha konustu, sonra bunu tercüman çinceye çevirdi: Şemmer'in kırbacı ile Ah Çov'un yü- zünde öyle bir yara acılmıştı ki, onun vaka ânmda orada bulunduğu en kat. iyetle bilindiği için Ah Çov'un kafası kesilecekti. Ah Ço'nun yüzünde de ol- dukça büyük bir sıyrık vardı. Binae- naelyh o da vaka ânmda orada bulun- muş ve bittabi katil cürmüne iştirak etmişti. Onun için ona da ikinci en büyük ceza olan yirmi sene veriliyor. du. Diğerlerinin yüzlerindeki yaralar nispeten küçük olduğu için onlara da | ona göre az ceza verilmişti. Çinogolar bundan bir ibret dersi almalı ve Tahi. tide kanunun gök yıkılsa bile yine ye- rine getirileceğini öğrenmeliydiler. Beş Çinogo tekrar hapse atılmıştı. Karar onları ne şaşırtmış, ne de mü- teessir etmişti. Filvaki karar, bekle. medikleri, akıllarından geçirmedikleri bir karardı; fakat onlar beyaz efendi- lerinden hep ummadıklarmı, bekleme- diklerini beklemeye alışıktılar. Hapishanede geçen haftalar zarfm- da Ah Ço, ekseriya Ah Çov'un vazi. yetini düşünüyordu. Pamuk tarlaları. nın ortasında kurulmakta olan bir “giyotin” makinesi onun kafasını uçu- racaktı. Sükünet bahçeleri mevzubahs değildi. Ah Ço yaşamak ve ölmek hak- kmda kendi kendine felsefeler yürü. tüyor; bu mevzularda zihni spekülâs- yonlar yapıyordu, Yirmi sene hapse üzülmemişti. Yirmi sene sadece yirmi seneydi. Hayalinde yer verdiği bahçe ondan yirmi sene uzaklaşmış olacalr- tı. O kadar. O, gençti ve Asyanm sabrı iliklerindeydi. Yirmi sene bekliyebi - Onun düşüncesiyle bütün günü mes'ut ve neşeli geçti. Sabiır mefhumundan arkadaşları Vong Li ve Ah Tong'u o kadar müteselli etmişti ki. Ah Çov ise düstura aldırış etmedi, Başı vücu - dundan yakın bir zamanda ayrılacak- tı; bu hâdiseyi sabırla beklemesine lüzum yoktu. O, bol sigara içiyor, bol yemek yiyor, vaktin geçip geçmeme. siyle alâkadar olmuyordu. Kruşo bir Fransız jandarmasıydı. Senegalden tutun da tâ Tahiti adası- na kadar bütün Fransız müstemleke- lerinde yirmi senelik hizmeti vardı. Lâkin bu yirmi sene onun kalm kafa- smı bir parça bile yontmamış, incelt. memişti, Ö, yirmi sene evvel cenubi Fransadaki köyünde nekadar budala ise, şimdi de o kadar aptal, o kadar bu. dalaydı. Yirmi senelik tecrübe ona yalnız iki şey öğretebilmişti: disiplin ve manoktan korku. Onun basit, dar kafasında jandarma başcavuşunun ye- ri Allaha ayırdığı yerden daha büyük- tü. Bu fikri yalnız pazar günleri, Al lahm yeryüzündeki çığırtkanları kili- sede konuştukları vakit değişir gibi o- luyordu. Onun için Allah çok uzak - taydı. Halbuki başcavuş o kadar ya Ah Çov'un jandarma Kruşoya tes. Himi emrini hâkimden hapishane gar- diyanma götüren işte bu Kruşo idi, Tesadüf bu ya, bu emrin yazıldığı günden evvelki gece hâkim adayı zi - yaret eden Fransız harp gemisinin ki, yazdığını bir kere daha okumamış- tı bile, Zaten imzaladığı sadece bir Çi- nogonun hayatı değil miydi? Böylece Ah Çov'un adının son harfini yazma. ği unuttuğunun farkımna varmamıştı. Emirde Ah Ço yazılıydı. Kruşo gardi. yana bu emri verdiği zaman gardiyan - da ona Ah Ço'yu teslim etmişti. İki katırın çektiği bir yük arabası- 'nm ön tarafında, Kruşonun yanında oturan Ah Ço tekrar güneşe kavuştu- ğguna memnundu. Jandarmanm yanın. da oturürken kendi kendine gülümsü- yordu. Hele katırlarım Antimoöno İis- tikametine tevcih edildiğini görünce yüzündeki gülümseme daha genişle - mişti. Muhakkak Şemmier onu tekrar tarlalarda çalıştırmak için geri çağırı. yordu. Hava da nekadar sıcaktı. Mel. temle kesilmişti. Katılar terliyor, Kru- Şo terliyor, Ah Ço terliyordu. Fakât bu sıcaktan en az müteessir olan Ah Ço idi. Bu ayni güneşin altımda ta- mam üç sene pamuk tarlalarında ça. lışmıştı. Durup durup gülümsüyordu. Bu gülümsemeler öyle icten gelmeydi ki, hattâ Kruşonun kalm kafası bile yavaş yavaş harekete gelmeye başla- mıştı. Kruşo nihayet daha fazla daya- namadı: — Sen ne tuhaf adamsın! dedi. Ah Ço bu sözle büsbütün neşelen- mişti., Kruşo ona Kanoka diliyle hi . tap etmişti, Bu, orada bulunan bütün beyaz şeytanlarm ve Çinogoların bil. dikleri müşterek bir dildi. (Devamı var) gözü önünde canlanıvermişti. İleriye tanımması hepsinden kolay olmuştu. | lirdi. O zamena kadar kanmdaki ateş MARKİZ DÖ FOMPADUR 105 10& MARKİZ DÖ POMPADUR —caan e n Dedi., Bunun üzerine şövalyı de tit- riyen sesiyle şöyle dedi: — Heyhat! Madam, size ne söyli. yeyim? Bir rakibim olduğunu anladı- ğim zaman, kalbimi ezen ıstırabı size söylemeğe cesaret edebilir miyim?. — Şövalyel, . — Ahi,, Yalvarırım size, bırakım kal- / bimi taşıran acı ve ümitsizliğimi ayak- larınıza sereyiml!.. Sizi seviyorum, ma- dam! Bunü biliyorsunuz!.. Bunu pek âlâ biliyorsunuz!.. Bunu daha ilk na, zarda görünüz.. Sizi bir çılgın gibi se- viyorum, çünkü aşkımın sonu olmadı- ğmr görüyor ve sizi bütün hayatım Mmüddetince seveceğimi hissediyorum! Bir rakip!.. Hem ne rakip! Krall, Jan heyecan içinde ürperiyor, göğ- Sü keskin solumalar içinde sür'atle inip çıkıyordu, e Şövalyenin sözleri, onu tasvir edile- Mez bir hayranlık içinde bırakıyordu .. Krai, pencereleri altında dolaşmağa ğ'ımiıîî!.. Oh!, Demek onu seviyor. di., Genç kadın ayni zamanda da, alev- den nazarları ruhuna kadar işliyen bu güzel genç erkeğin bu hakiki bu ateşin, :: çılgın aşkımdan müteheyyiç oluyor- — Yalvarırım, size, diye mırıldandı, hikâyenizi bitirin.. —Bu gayet basittir, madam! Bu te- sadüften müthiş bir ıstıirap duyarak ol. düğüm yerde dürürken, arkamdan ba- Sıma korkunç bir darbe yedim, düştüm. dimi kaybettim. Sonra, sizi, Üze- rime eğilmiş bir halde görür gibi ol- dum. Kendime geldiğinm zaman, sizin Senjermen kilisesinde bulunduğunuzu öğrendim.. Oraya koştum.. Ve orada sizin izdivaç merasiminizin yapıldığını gördüm.. İşte tam bu sırada tevkif e. dildim — Niçin?... — İşte şüphesiz, kiç bir zaman öğ- Tenemiyeceğim bir nokta., Fakat benim | tevkifim, size.. Kralı tanıdığım esnada kafama yediğim darbenin tabit bir de- vamı şeklinde görünmüyor mur, Jan da ayni fikirdeydi!.. Ve her şe- ye rağmen, şunu düşünmekten kendisin alamıyordu ki, eğer Fransa kralı, d'As. sas olsaydı, bir rakipten — kurtulmak için, şüphesiz böyle bir çareye baş vür- mağa tenezzül etmezdi! Fakat bu ide- likanlIıryı öon beşinci Lüi tevkif ettirmişse niçin onu bu kadar çabuk serbest bı- raktırdı?. Genç kadın pekâlâ biliyordu ki, Bastiy'e girmek sön derece basit bir şey olmakla beraber oradan çıkmak, çok güç bir işti.. Burada bir süla vardı ki, bunun cevabını da şövalye verdi: — Benimle alâkadar olan kuvvetli bir şahrs beni kurtarmağa muvaffak ol- du. Binaenaleyh bana yazmış olduğu « nuz mektubu ancak şimdi alabildim.. Beni imdadınıza çağırıyordunuz, ma. dam .. İşte, geldim! Söyleyin! Ne yap- mak, kimi tahrik etmek lâzım?. Jan bir am sustu.. Gençlik ve aşk içinde parlıyan bu mert çehreye bir türlü yenemediği bir heyecanla bakıyordu. Samimi bir aşk kadar sari bir şey o- lamaz.. Genç kadın bu anda, gözleri bu ka- dar saf bir bağlılık, ve bu kadar derin bir ümitsizlik ifade eden güzel şöval. yeye karşı, belki, merhametten daha başka bir şey hissediyordu. Yavaşça, tatlı bir sesle: — Şövalye, dedi, beni dinleyin... Si- ze en iyi dostum nazariyle bakıyor ve size bulunduğum vaziyet ve şeradt için- de yegâne dostuma.. Kardeşime olduğu gibi hitap ediyorum !.. , D'Assas, ümitsiz bir jest yaptı: Kal. binin Ümit ettiği kelime bu kardeş ke- limesi değildi!.. Jan, ayni tavırla devam etti: — Sizi çağırmıştım, çünkü nefret ete tiğim birisiyle evlenmek üzere bulunu yordum., Hakikati öğrenin şövalye: — zi Üğzed DG | L aai ellal DA e g B ni tan sonra, muhterem dostunuzdan bizi yalnız bırakmasını rica edeceğim.. Çünkü sizinle hususi görüşmek isti- yordum.. Noe haşmetli bir tavırla: — İmkânı yok, mösyöl. Dedi, Krebiyon da şarap bardağını yuvarlayarak ilâve etti: — Bu tamamiyle imkârnsızdır.. O- rest ve Pilâd, Gaston ve Pollü, ayni e- lin iki parmağı, beraber çarpan iki kalb, ayni düşünceler, ayni zevkiselim. ler... 2 D'Aessas garip bir endişeyle: — Pekâlâ, öyle olsun!.. Dedi ve kendi kendine ilâve etti. — Baküsün sadık bendeleri olan bu İki garip mahlüktan ne elde edebilirim? Hiç bir şey veya gayet az bir şey.. Krebiyon birdenbire bağırdı: — Al.. Bonzanfon sokağında, baygın bir halde bularak karşıdaki eve götür- düğümüz delikanlı siz değil misiniz?. — Yal! Demek beni alrp bu eve götü- ren sizsiniz, öyle mi? Şu halde size bütün samimiyetimle söyleyebilirim ki, ikiniz de şövalye d'Assas'ın dostusu - nüz!.. Yekdiğerinden ayrılmaz iki dost ga- rip bir vakar ile eğildiler. Şövalye de çabucak devam etti: — Fakat bana, alçakça ve namert bir şekilde arkamdan bu müthiş darbeyi kim indirdi?. — Kimseyi görmedik.. Sizden baş. ka.. Ve demin de dediğim veçhile siz bitkin bir haldeydiniz ve çehreniz sap- sarıydı.. Sokak ıssızdı. — Her ne olursa olsun, size bütün kalbimle teşekkür ederim. Siz bana, hiç bir zaman unutamıyacağım bir iyilikte bulundunuz. .Benim şükranrma güvene- bilirsiniz.. Krebiyon, Puassonun, kulağına eğile. rek: — Çok sevimli ve nazik biıci'qcu.k_l_ a i Hi anık iwâlini Gi e 'e MN ni ril Diye fısıldadı. Noe de ayni tavırla, ilâve etti: ğ — Hem de bize iyi şeyler içiriyor!,. D'Assa, bir an sükünetini muhafaza etti, Sonra, hafifçe titriyen bir sesle şöyle dedi: — Mösyö, bana yaptığınız iyiliken dolayı, size döst nazariyle bakacağımı söylemiştim.. Bunun içindir ki sizinle, dostlarla olduğu gibi, samimi bir şekil: de, açıkça konuşacağım.. Ve bilhassa Noec'ye hitap ederek: — Mösyö, diye ilâve etti, halinizden ve kıyafetinizden görüyorum, — ki siz.; mektubu yazan., Sizi bana gönderen şahsın basit bir uşağı olamazsınız.. Bu şahsr iyi tanıyor musunuz, mösyö?, Ya, ni.. iyice tanıyot musunuz?. Noe bir kahkaha atarak: — Zannederim, dedi, kendisi kızım: dır!.. Şövalye hayretler içinde bağırdı: — Kızmız mı?. Ayyaş, haşmetli bir tavırla: — Evet, mösyö, dedi; Eloiz Puas- sonun kocası, bugün madam d'Etyol ©- lan Jan - Antuanet Puassonun babası Noe Puasson benim. D'Assas kekeleyerek tekrarladı: — Kızınız!. . — Hayretinizi anlıyorum.. Benini gibi güçlü, küvvetli, sihhatte bir ada. mın, nasıl oluyor da böyle sıskacık, u- facık, nahif bir kızım babası olduğuna hayret ediyorsunuz, Benim kızım haki- katen zayıftır, mösyöl Bazu namına bir şey yoktur! Koca bir yemek esnasında, yarım bardak şarabı bile boşaltmaktan âcizdir! Bundan başka baş dönmeleri, göz yaşları, boş şeyler için bayılmalar | D'Assas, dehşete pek yakın bir hay- retle Puassona bakıyordu.. Bu adam! Janın babası! Buna imkâ yoktul. Nasıl oluyordu da, bu ayya , en muhteşem bir tarzda döşenmiş mü- kemmel bir konağın sahibi olacak kadar zengin bulunuyordu? — Nasıl oluüyordr ... BÜ LtAĞME Si ah e İi

Bu sayıdan diğer sayfalar: