hi bütün şiddetiyle gelmişti. He- “e gün Şura Bukasof'un çalıştığı memurlarından birisi daha Yaz iline gidiyordu. b ir giderken, arkadaşlarını te- teker dolaşıyor, onlarla vedalaşı- al Ve soruyordu; > Eh, ben gidiyorum çocuklar, size İuptan ne getireyim?. rede kalan memurlar hemen he- A bir ağızdan: “Biraz cenup güneşi, biraz da deniz yu getir, diye şakalaşıyorlardı. he Bukasof ta, diğerleri gibi, “yaz geçirmek Üzere cenuba giden Kadaşlarının ellerini sıkar, onlardun ra li biraz da deniz suyu, Ütirmelerini rica ederdi. Fakat bunları Hrlerken kimse farkms varmadan İşin gülerdi. Çünkü Şura Bükasof, basit ruhlu, her den zevk alan bir adam değildi. O, kimsenin tatbik etmediği, hiç ikim- hatırına getirmediği orijinal! bir halleder gibi gecelerce bu yaz tatili,, projesini düşündü. mai tatilini cenubi Kafkasyada, kıyılarında geçirmeğe karar Fakat Bukasof yaz tetiline “ori- bir çeşni vermek için herkesin gibi “istirahat evleri,, ne, Ve- “sanatoryom,, İara gitmiyecek- Müsusü bir oda kiralamayı, tek “böge- İftirahat etmeği münasip gördü. derhal tatbika koyuldu. İz- mii Arkadaşlariyle vedalaştı. Ve © akşam trene atladı. Tki günlük NE yolculuktan sonra gideceği yere ML Trenden iner İnmez, gördüğü Her taraf mis gibi kır çiçeği ko- kuyordu. Bukasof hangi istikameti tu- tacağınr düşünürken yanına, pırasa br yıklı, uzun boylu, kara yağız bir adam yaklaştı. Hilekâr gözlerini kırpıştıra - rak: — Oda mı arıyorsunuz? dedi. Elimin altında, mobilyeli çok güzel odalar var. Bukasof sordu: — Yemek iyi mi? Bol mu? — İyi de lâf mı? İstirahat evleri bu- nun yanında hiç kalır... Her. öğünde çorba, et, tatİr, meyva var, Bir ay için- de on kilo şişmanlayarak buradan ay- nbrsnız(, -— On kiloyu ne yapayım? Çok şükür kasaba borcum yok., Bana üç kilo kâfi gelir. — Amin efendim, o sizin elinizde... Kaç kilo isterseniz o kader şişmanlar- sınız!. Pırasa bıyıklı adam Bukasofun ba- vulunu kaptığı gibi yürümeğe başladı. Bukasof ta onu tekip etti, Yolda, pırasa bıyıklı adamdan tuta - cağı oda sahibesinin Zoya Vasilyevna isminde bir kadın olduğunu öğrendi. Yemesiyle içmesiyle beraber, bir aylık oda kirasının fiyatını sorup öğrendiği zaman hayretinden küçük dilini yuta- cak gibi oldu. Fakat kendisini çabuk topladı; “Adam sen de, diye düşündü, Bir ay kalmak şert değil a!.. Vs hafta kalıveririm.,, Pırasa bıyıklı adama da ayrıca para vermek icap etti. Meğer herif alelâde bir ev dellâlınden başka bir şey değil miş7. Eve geldikleri zaman onları karşıle- yan Zoya Vasilyevna oldu. Bu, iriyarı, esmer,, bıyıkk bir kadındı; Gelir gel Çok orijinal KAL poe Dar, karanlık ve basık tavanlıydı, hiç te lüzumu olmadığı halde bazı yerle- rine perdeler asılmış, Maamafih Bu- kasol odayı cana yakın buldu. Zoya Vasilyevns lâf arasında ona: — Talihiniz varmış, mösyö Bukasof, dedi, evim ve yemeklerim bu havalide nam vermiştir, Eminim ki siz de mem- nun kalacaksınız!.. Bukasol erkenden odasına çekildi. Keyifli keyifli yatoğına uzandı. Fakat, hemen ertesi gün, Zoya Vasilyevna'nın iki kocasiyle beş çocuğu olduğunu öğ- renince biraz câüı #rkıldr. Çicuklardan biraz rahatsızlık çekmek ihtimallerini hatırına getirdi. Fokat: “Kapımı kilitler, keyfime bakarım, diye müteselli oldu. Bu maksatla, dün akşam hiç kapümağa lüzum görmediği kmpısına yaklaştı. Lâkin odasında kapı olmadığını, perdelerden birinin. bu maksatla asılmış : olduğunu hayretle farketti. Buna bayağı içerledi. * Öğle yemeğinden sonra bir şekerle- me yapmak istedi. Yatağına uzandı. 'Tam uykuya dalmak Üzere iken Zoya Vasilyevnanın en küçük kızı Agnessa, “kucağında bir kedi yavrusiyle odasına girdi; — Amca, amca, diye seslendi. Bak- sana kedime! Ne güzel değil mit, Kedinin bir kulağı kesik, kuyruğu gödüktü. Bukasof, nezaket icabı bu “kılkuyruğu,, “ne güzel, maşallah!,, diye okşadı Zoya Vasilyevnan'n - birinci kocası gece yarılarına kadar keman çalar, ikin- el kicası ise müthiş horlardı. Bu yüzden zavalı Bukasof deta uyku uyumaz ol Zoya Vasilyevnanın yemekleri fena değildi. Fakat o kador ayni çeşit şey- ler yapıyordu ki, Bukasola bir tiksinti geldi. Bir akşam kiracısının canının şikıl- makta olduğunu farkeden Zoyâ, ona bir parti poker oynamıtarın: teklif et- ti. Bukasof bu oyunu iyi bilmemekle beraber razı oldu. Verandaya bir masa çıkardılar. Bir lâmba yaktılar. Zoya Vasilyevna ile iki kocası ve Bukasof masa başına geçtiler. Oyuna başlayalı daha yarım saat ol müdan Bukasof hapı yuttuğunu anladı. Zoyanın her iki kocası mükemmel oyun oynuyorlarmış, Zoya da onlardan geri kalmıyordu. Üstelik bu akşam müthiş şansı vardr. Halbuki zavallı Bukasof e- lindeki bir ful asla, “pas, diyor, bir döper ruvadan kaçıyordu. Bukasof'un İcna oynamasına sebebiyet veren şey - lerden birisi de mütemadiyen elindeki parayı hesaplaması idi, Zoya'nın ve yahut kocalarından birinin kazandığını gördükçe: — Eyvah yandık, diye söyleniyordu. Artık, birinci mevkiyle dönemiyece- Zim. .Eyvah, eyvah ikinci de elimden gitti. Dur, dur galiba üçüncüye de bi- nemiyeceğim.. Gece yarısını biraz geçe, artık her şey bitmiş bulunuyordu. Bukasof 500 rüble Koybetmişti. Moskovaya yaya dön- mekten başka yapılacak hiç bir şey kal- muyordu. Oyunun sonunda Zoya ile kocaları küstahça bir gülüşle Bukasoftan, kay- bettiği paraları ödemesini istediler, 'Bukasof büyük bir perişanlıkla: — Ben bu paraları ödemiyeceğim, dedi. Zoya Vasilyevn, ellerini kalçalarına geçirmiş !.. — Paraları siz ödemiyeceksiniz. de kümesteki tavuklar mı ödeyecek? diye haykırdı. Zoyanın birinci kocası kollarımı sıva- yarak; — Delikanlı, dedi, kumar borcu ns mus borcudur, bunu ödemek lâzım. Zavallı Bukasofun rengi kireç gibi ol- muştuz — Ben bu paraları ödersem, ekmek alacak parâm bile kalmıyacak, diye in- ledi... Ziya'nın ikinci kocası da lâfa karıştı; — Biz seni zorla oyuna sokmadık.... Kendi atzunla oynadın! Oyunda hile de yapılmadı. Şu halde ödemen lâzm. — Sizin eviniz “istirahat evi,, değil midir?, — Tabil ki “istirahat evi,,. Size “İsti- rahat evleri,, nden daha iyi bakmadık mı?, Bukasof kadının sözünü kesti: — Mademki evinizin bir “İsirahat e- vi, olduğunu kabul ediyorsunuz, o tak- dirde her istirahat evinin, müşterileri- nin hoşça vakit geçirmelerini parasız o larak temine mecbur olduklarını da kabul ediyorsunuz, demektir. Binoena leyh bu sizin oyununuzun parasız olma s: lâzım gelmez mi?. Bukasof'un bu son sözlerinden &on- ra karı ile iki kocası biribirlerine ba“ kıştılar.. Bir kaç dakika hiçbir şey söylesnediler.. Nihayet sükütu bozan Zoya oldu. Birinci kocasma dönerek: — Frans, dedi, mösyönün eşyalarını al ve avluya indirl.. Zavallı Bukösof gecesinin geri kalan kısmını bahçede, bâvulunun üstünde an Manzaralar onu şaşırttı. Derin İN nefes elde, mez Bukasofa odasını gösterdi. Odat muştu. B MÂRRIZ BÖ POMPADUR we ———— — — Söyle bakayım, yavrum... Bu izdi- Vaç hoşuna gitmiyor, değil mi?. Jan fevkalbeşer bir enerji ve irade ğa Ma muveffak ol lu. Sadece, yavaşça ağlamakta devam etti, — Pekâlâ yanılmış olabilirsin. Bu teylet herkesin başına gelir.. Budur de- Dİ üren, değil mi?, Bu gavalli Hanriyi Sevdiğini zannettin. Madam d'Etyol olmayı kabul ettin.. Ve ancak son anda alen ki, kuzenin için kalbinde, kar- deşçe muhabbetten başka bir şey yok. Mesele budur! Üzülme yavrum..Han- Tiyle konuşup bu izdivacı bozacağım.. Yalniz sen üzülme. Jan birdenbire doğruldu. Darağacına çikan babasının hayali Yözlerinin önünde belirir gibi oldu. Göz yaşlarını sildi ve, mietin Bir ses- le, içinde en küçük bir tereddüt bile ezilemiyen bir sesle, hayat fedailiğini mükemmel bir şekilde gösteren bir ses- le şöyle dedi: — Yanılıyorsun, babaçığım: Han- tiyle izdivacım bana hiç bir esef, hiç bir acı vermiyor... *Türnem hayretle bağırdı: — Yanılıyorum, öyle mi?, Bu dakikada cidden hatikulâde “ite Jan ayni tavırla cevap verdi; — Yanılıyorsunuz! Bu İzdivaçtan son derece memnunum. — Demek onu seviyorsun.. Öyle mi? — Seviyorum!. . — Ve mes'udsun?. — Evet, baba: Mes'udum!. , 'Türnem düşünceli bir halde, Janın *lini tuttu. Bu el büz gibiydi. (o Fakat metin genç kadın ürpermedi > Ve Rülümsiyordu!. . — Bu göz yaşları. Baygınlığın.. — Bu bir kapris. Bir heyecan cse- —Tanı, * — Kilisedeki şarkılor, musiki sesle | / ti, bu ışıklar ve kokular. Bütün bun- Jar beni 'şaşırtt.. Heyecana düşürdü.., Biliyorsunuz ki baba, ben küçük bir deliyim. — Jant. Yavrum. .Yalan söylüyor. sun!.. Babana yalan söylüyorsun!., — Yemin ederim ki doğru söylüyo- rum! — Yemin ediyor musun?, Çehresinde bir mazlumun ifadesi be- ren Jan cevap verdi: — Başınız üzerine. Evet, başınız Üs zerine yemin ediyorum!.. Turnem vicdanının en derin bir ye rinden vurulmuş bir halde düşündü: , — Ya Râbbiml., Anlaşılan bu, zan- nettiğimden doha vahimdir. Çocuğu - mun saadeti etrafmda, korkunç (ve müthiş bir sır ve fesad hissediyorum! Nedir bu? Bunu öğreneceğim! Bu yok da hâyat ve servetimi feda etmek lâzım gelse bile öğreneceğim!, Bir kaç dakika sonra nüfustaki kay- dine nâzârim, benüz sabahleyin Jan - Antuanet Puâsson ve şimdi madam Lö Norman d'Etyol olan, Jan, mütebessim bir çehreyle, Parisin maliye, edebiyat ve san'at âlemine mensüp şöhretlerden müteşekkil bir kalabalığın bulunduğu büyük salona girdi. Herkes onu alkışladı. Jan babasının kolunda, kendisini hayranlıkla seyreden kalabalığın ara- sından geçti ve hakiki düşüncelerini gizliyen şayan: hayret bir metanet ve tebesstimle herkese ayrı ayrı teşekkür ederek, herkese ayrı ayrı İltifatkâr, na- zik ve güzel kelimeler söyledi. Herkes, onun barikulâde bir kadın o» lacağını hissediyor gibiydi, Sarhoş olmadığı zamanlar bile, nük- teli ve güzel kelimeler söylemesini bilen Krebiyon bağırorak şöyle dedi: — Artık dokuz yerire on ilham peri- si var.. Bir eğlence perisi yaratmak bi- zim asra tevdi edilmişti.. Bundan baş- Be korkunç bir sesle: /Lâtfen sayfayı çeviriniz) MARKİZ DÖPOMPADUR.. | 6 İşte bu anda, Janm düştüğü bu an- da, bir adamın onu kolları arisına aldr ğını gördü. Bu adamın çehresi istıra- bından ve belki de hiddetinden altüst olmuştu.. Genç kadını yakaladı, kaldır- dı ve , Lö Norman d'Etyollun ayni ze manda koştuğu arabaya yerleştirdi . Janı kollarına almış olan bu adam, genç kadınm Üzerine eğilen asil çehre- sinde korkunç bir endişenin bütün ifs- deleri okunan bu adam Arman dö Tur- nem. Janın babasıydı!. . Çılgın bir nidayla: — Ah! Acaba yanıldım mı?, Acaba çocuğumun felâketine mi sebep oldum? Diye mırıldandı ve âdeta inler gibi ilâve etti; — Eğer öyle ise vay halime!.. Yolnız zevç, değişmiyen korkunç te- besümiyle gülüyordu. Şövalye d'Assas bütün bunları bir nazarda gördü; bu ancak bir kaç sa- niye sürdü, sonra davetliler de kaybol» dular.. Daha sonra kilisenin karşısında toplanmış olan kalabalık ta dağıldı. Ve nihayet, Sen * Jermen kilisenin ka- prsı da kapandı.. D'Assos, elleri göğsünde kavuşmuş bir vaziyette, olduğu yerde hareketsiz kalmıştı. Göğsünü derin bir iç çekişi kabarttı, Luvrun balkonuna donuk bir nazar stfetti ve kralm kayolduğunu gördü. O zaman mırıldandı: — Bitti!.. Benim için ber şey bitti! Sendeleyerek bir kaç adım attı, Diş- leri biribirine çarpıyor, gayri şuwri bir halde mırıldanıyordu: — Kralı seviyor.. Bitti.. Her şey bit- tir... Şövalye; düğün alayına dahillermiş gibi hareket eden, fokat arabalarla be- raber uzaklaşmıyan iki kişiyi görme - mişti, Pretr sokağının bir köşesine saklan- miş olan bu adamlar d'Assas'ı gözlerin- den kaçırmamış ve onun her harekteini tokip etmişlerdi. Bu iki kişiden, birisinin adı Berrye idi, Diğeri ise kont dü Barriydi!. Polis müdürü Berrye, kalabalık da- gıldığı sırada bir işaret yaptı, Şövalye d'Assas, birdenbire, beş altı kişi tarafından sarıldığını gördü. — Affedersiniz, subayım.. Siz Overn slayı bayraktarı şövalye d'Assassnız, değil mi?, Şövalye, mahrun bir sesle cevap ver» di; — TÂ kendisiyim.. Bu cevap üzerine adam şapkasını tekrar kafasına geçirdi ve şöyle dedi: — Sizi kral namına tevkif ediyorum. xn ZIFAF GECESİ Kedez Oğüsten'de Turnem konağın- dan yüz adım mesafede, on dördüncü Lüi devrinde, prens d'Oranj tarafından inşa ettirilmiş olan büyük ve güzel bir ikametgâh vartdr. Sırası gelmişken söy- liyelim ki, on beşinci Lâinin kalbi üze“ rinde, uzun müddet icrayı bükmettikten sonra, mevzuu babsettiğimiz hâdiseler- den iki ay sonra, mahiyeti ebediyen meçhul kalan bir ölümle ölen meşhur “Markiz dö lâ Turnel,, düşes dö Şato- ru 1717 de bu ikametgâhta doğmuştu. Şimdilik, Mari — Ann, düşes dö Şa toru, âdeta şenlane bir şekilde sarays dan kovulmuştu, Göyet tedbirli bir ka- dın olduğu için de, on beşinci Lâinin hazinesinden çektiği mühim bir serveti nakte tahvil ettikten sonra, ecnebi memleketlere gitmeğe hazırlanıyordu. On beşinci Lâ aşkları için cidden âlicenabane bir şekikde para sarfederdi; Açığı nasılsa halk kapatıyordu! .. Hülâsa, bu 1744 senesinin eylül ayın: da, meşhur düşes, ikametgâhı, kat'iy.