ae ASA * G, Y — AUA U UAT MN ç B ) UNKT İA A GU UN $ ŞUBAT — 1038 (Baştarafı dünkü saynmızda) v halkı uykudaydı. Kırmızı su ta Kit goceliği styardım. Kilot pantalonu- ü bacaklarıma, avcı biçimi kadife ce İetimi sırtıma taktım. Minimini rugan vardı. elimin işaret Krmağını sağ uıins.': kulağına, sol e- ıllunkıhıl diğerine geçirdim. Solayı, “wçın develer gibi, öne arkaya sal- k“'lk. Ayaklarımın ücuna basa basa im. Merdivenden inerken basamaklar :“Nıdı. Evimiz eakt, tahta bir evdi. a:'hnıo. geceleri ötesinden berisin. l“'du_.t" gütırtılar, gıcırtılar düyü- .:'bunuı gümliş sapı savatir, daomuz & İsİ kırbacı taşlığın duvarında aı- Ükoce u. Uzandım; aldım. Kadife b '*tirmin Iliğini gevşetip arasına sok- H?' Bahçe kapısının eşiğinde çizme- Mi giydim. Yine sağımı solumu kol B k, ayaklarımım ucuna basarak â- doğru yürüdüm. Yağmurlu bir sonbahar sabahıydı. t*ıhıı kalesi üzerinde yağmur bulut- ai Jolaşıyordu. Çok erkendi. Bahçe- “;Nr köşesindeki kazların kümesi b derin bir sessizlik içindeydi. Yal- K topal ördek, gece yağan yağmur- “% bir su birikintisine dalıp * kânat çırpıyordu. kapısını açmak olmadı. M %n: karışan okşlg:şr gübre _:'“ genzimi doldurdu. Simsiyah Yeniği direkte isli yağ kandili Nu 'Or, kara tavanda, yamrı yum- Ra , hayvan sidiğiyle vıcıkla- Üü SPTAk zeminde, loş alevin, önüne gölgeler - kıpırdaşıyordu. Bukalemun rokat kb- Ahirin en dibindeki bir boş | zim. yemlikte horulduyordu. Hayvanı gece yalnız bırakmamak için babam onu burada yatırırdı. Uyuduğundan emin olmak Lüzimdı. Ta yanma kadar git- tim. Oh... Evet; uyuyordu. Ağzı a- çıktı. Ve, akşamdanberi yerde birik- miğ ekşi kokulu gübre yığnı Üzerin- den kalkan yeşil sırtlı sinekler, ağzı- nin etrafında, alnmda, yanaklarında dolaşıyordu. Kırgıiz uyanıktı. - Başıni çevirmişti. Boynunu uzatmıştı. Bana bakıyordu. İçim içime sığmıyordu. Hem korkuyor düm, hem seviniyordum. Yanma yak- laştım. — Öh Kırgız... Güzel Kırgız... Yav- rüm Kirgiz.. Koca at, kıpırdamadı. Tıpkı Receb Bibi, ufacık ellerimle göğsünü, karnı- ni şamarladım. Yelelerini sevdim, Huysuzlanmadı. Şaştım. — Oh benim Kırğızım, uslu Kırgı- zım... HMA stizüyordu beni Kırgız... Sanki yapacağım — yaramazlığı — anlamıştı. Yanınma pek az kimseyi yaklaştıran Kırgızm büyülü gözlerinde, sankt bir gülümseme vardı. Ve, ben onun bü uysallığinden cesaret alıyordum. Rocebin uykusu ağırdı. Burnunun Ucunda koskoca atı eğerledim de bana mı demedi. Fakat... çıkarken nal ses- lerine uyanması ihtimali vardı. İşte © zaman bütün bu hazırlıklar suya dü- gebilirdi. Arayıp tarıyarak, elime dört çuval eskisi geçindim. Teker te- ker, Kırgızın ayaklarına sardım. Tir- nakları temizlenirken bile huysuzla - nan at, vik demedi. — Oh benim Kırgızım... Uslu Kırgı- V inlağ _İ_İ_”Il Enis Di — HABER — Aksam bostast Yazan: & eeegreeenene Dizginlerinden tuttum. Evvelâ a « hardan, sonra bahçeden çıkardım. Bozuk kaldırımda eşinen bir iki ta - vuktan başka, sokakta kimsecikler yoktu. Çuvalları sryırdım, attım. Yo- lun kenarmdaki tümsekte, parlak ö- zengilerin kayışlarmı en son deliğine kadar kıstım, Atın hâlâ ses! çıkmıyor- dü. e. zlf!ıerhıe atladım. Üzengiler yine u- zun geldi; ve ben bu defa ayaklarımı üzengi kayışlarına geçirdim. Babamın gümüş sapı savatlı, domuz derisi kiır- bacını elime aldım. Dizginleri tarttım. — Haydi Kırgız... "Keçiören”, ver elini... Ferahimdan uçuyorum, Başım göğe ermişti. Kol- tuklarım kabarıyordu. Ortalık aydımlanmıştı. Hâlâ “Keçi- ören” bağlarımın islak yollarında, Kırgızı dörtnala koşturuyordum. Çok geçmeden yakalandım. Bir bağ çiti dibinde önüme askerler çıktı. Ka- çamadım. Babam öfkesinden kuduracak gibiy- di. Olduğu yende, koca çizmelerinin kalm topuklarıyla eşiniyor, tepiniyor, toprağı oyuyordu. Siyah, palabıyıkla- rmın uçlarmı Isiriyordu. Annem, bahçe kapısının eşiğinde, nefesi tıkanmış bir. halde, babama yalvarıyordu: — İlişme... Allah aşkına ilişme... Hiçbir şey düşünemiyordum. Gözle- rimi rugan çizmelerimin parlak uçla- rma dikmiştim. Tirtir titriyordum. Yabancı bir nefer, Kırgızı ahrra çek- ti. Babam, kalm elini boynuma sokâ- | — Oh benim Kırgızım... Uslu Kır-, | rak, kadife ceketimin yakasmdan kav- radı. Ahıra sürükledi. Ağlamıyor- dum bile... Dayağı hak etmiştim. Üzerinden isli yağ kandili sarkan rak bağlandığımı, iri gümlüş topuzunu Keçiören yollarında düşürdüğüm do- muz derisi kırbaçla müthiş bir dayak yediğimi hayal moyal hatırlıyorum. Yarı baygın bir haldaydim. Hiç unut- madığım bir şey: Kırgızın, başmı çe- virerek, boynunu uzatarak, dayak ye- yişimi seyredişi... Büyülü gözleri ne alaycıydı! — Ah Kırgız... Hain Kırgız!... Biraz huysuzlansaydı, sels uyana- caktı. Önü kaçıramıyacaktım. Bana da mükemmel bir dayak ziyafeti çe- kilmemiş olacaktı. Kemiklerimin, etlerimin sızışı gün- lerce sürdü. Öfkeli babam, zavallı Re- cebi benim yüzümden üç gün hapset- miş... Roşat ENİS — SON — Doktor Hafız Ce nal Dahiliye Mütehassısı FPazardan başka günlerde öğleden soare #nat (28 tan 8 ya) kadar İstanbulda Diran yolunda (104) oumarab husüsl kablcesinde hastalurını kabul oder. Salı, cumartasi güs leri sabab “0,5--12” saatleri bakiki tukaraya mahsustur. Muayenehane ve et telefimt 22308 Kışlık talafon: 21044 29 N, KAHRAMAN RKIZ ——— Heler misiniz?, Yani atınızı a kadar bana verir misiniz? — Seyahatimi tehir etineğe raziyım. € Atımı size vermeğe sslal. Bu at ;lilh altmış altın eder, , ği 'bo bir an tereddüt etti, SONCa ver- bi karardan çehresi tapsarı kesilmiş * halde şöyle dediz lü: Mösyö atınızı satın alıyorum ve “Ütmeş altın vermeğe hazırım. Sökaz, adamın bu fedakârlığına hay- :'::'dı Fakat Büna rağmen atına bi- Ci ,;:lp verdi: tlcessür.. Vâkis zengin bir a- ::î *İ_îllm Amma, atımı çolç seviyo- li .:lzım ailemizden sayılır.. Eğer ."“ıu: Sütarsam, karım beni dayaktan » €İdden mütcessirim.. Hoşça ka- küş ad'::“nlıden dolayı da size teşek - im.. îh: .k"di kendine; M" bir adama benziyor., Ve bağırdı;.. — Mösyö 'l"'du,_ durdu *Heyecan içiride ürpe- yarın Eho kat'i bir tavırla: Nimak 'Wı dedi, demek ki atınızı ne ’."lm: e de ödünç vermek istemi- p. ” öyle miz . © & imkânı; yok.. Allaha ısmar» Ö '“uı.“hğ_"kn seyahatinizi tehir Beğ et h'):t söylemiştiniz. , —Myı. t yarın hareket edebil- Yi Hönyğ giçetbah hareket/ edeceksiniz, ban anu ı':' tehlikesine maruz bulu- Kti Misini çç tarmak insaniyetini gös- KRüşE "—ı na Verdi . Ürur bir tavır takınarak Ka u c'“ııh KA ş—__ 'san değil miyiz? Tabil bir — ; — Sevabını getireceksiniz. , Ve adam Raskasın tereddüt ettiğini görünce ilâve etti; —Mösyö, mösyöl! Bunun mükâfatını bal bol göreceksiniz: Sizi çok yüksek bir şahsiyete tavsiye ederim . Raskas hep ayni aptal tavriyle tekrar sordü: — Ve Su mektubun, bir insanı ölüm. den kurtöracağını söylüyorsunuz, öyle mi?, — Evet, mösyö, size yemin ederim ki bir insant ölümden kurtaracaksınız !.. Raskas bir an daha düşüntür gibi bir tavır takındı ve sonra içini çekerek Ülâ ve etti; — Tabii, atım biraz fazla yürüyecek ve ben de fazla yorulıcağım, diye bir İnsanı ölüme mahküm etmeme imkân yoktur.. Ve Raskas atından inerek ilâve etti: * — Nc yapmam lâzım?. Raskasın oynadığı aptallık rolü cid- den bir şaheserdi. Tibo, Blüaya gide- cek mektubu Raskasa verdi ve Şeverni hin binasının bulunduğu yeri de iyice farif etti. Raskas tekrâr atına bindi ve Blüa yolunu tuttü, — Kalbi heyecan içinde garpıyordu. Düşes dö Şevröz'ü yakala- mış demekti, Ve Raskas dört nalla iler lerken, peder Jozefin çu sözlerini hatır kyordu: “Her ne bahasına olursa olsun düşe- sin dük dö Vandoma inltihak etmesine mâni olmak lâzım !.,, servet ve saadetif hayali, gözlerini şimdiden kamıştırıyor- du, Bütün bunları düşünerek kahkaha- larla gülüyor ve neticede gşöyle diyor- du; Cübbeli benim bu muvaffakiyetim den adamakıllı ezilecektir.. Blüaya geldi ve doğru evvelce İnmiş olduğu hana gitti. Orada, atınr ahıra bıraktıktan sonra odasmna kapandı. İlk işi, Şeverninin binasmna götürmesi icap KAHRAMAN KIZ 289 Diye kekeledi ve derhal ayağa fırla- yarak hürmetkâr bir tavırla onu selâm- lamağa başladı. Panar da bu vaziyeti görerek kendi kenkline şöyle dedi; — Olur şey değil! Bana öyle geliyor ki, meşhur elçi pekç mütevazi bir adam.. Bu danc demek? Hiç olmazsa parası var mı ocaba, Lüvinyi, Raskasın gözleri içine bakı- yordu. Birdenbire sordu:! *- Kardinal hazretlerini ne zaman görmeniz lüzumdı? » - Fakat.. Iş bitince.. Ne zaman müm kün olursa... , -- Pekâlâ! Şu hâlde ona dersiniz ki, , -- Ona ne derim?. Lüvinyi bir seniyelik düşünceden sontra sörünü tamamladı: —- Hiç bi şey! .. Ve bu cevapla beraber arkasını dön- dü. Raskay, getirilmiş olan tavuk — kı- zatimasmı atıştırmağa ve göyle düşün- meğe başladı; — Şövalye &8 Lüvinyi burada, hal... Burada ne işi var acaba?. Kimin hesu- bına çalışıyor acaba? Daha bundan bir kaç gün evveline kadar dük d'Anju'nun adamıydı. Demek Flöri hâdisesinden sonra, Eh! Ne yapalhm? Lüvinyiden bana neği Raskas yemeğini artık bağırmadan bitirdi, Ve bu tahavvül Panar'ı endişe- ye düşürdü. Çünkü ekseriya parası ol- raryan açık gözler böyle haller takınır- dordı. Bereket ki biraz sonra, Raskas biç pazarlık etmeden hesabını gördü: Anlaşıları peder Jozefin vermiş olduğu para kesesi bir hayli bereketliydi. Ras- kas hem hesabınt görüyor, hoem de a- damcağızın ağzını aramağa çalışıyor - du. Fakat Panar, şövalye dö Lüvinyi hakkında hiçbir şey bilmediğine yemini etti. Küçük casus tekrar yola koyuldu ve bir müddet sonra Blüaya geldi. Tik işi, doöğruca küçük bir hana gitmek oldu. Şatonun yanında bulunan bu mütevari hana, şatoyu muhafaza eden askerler gelirlerdi, Raskas odasına kapanınca, vaziyetini gözden geçirmeğe başladı: Düşes hak- kında bir tek haber alabilmişti ; Bu ha- beri Etamp ta almıştı. Opdan sonra, o- nun izi hakkında en küçük bir malümat dabi alamadı. Raskas birax daha düşündü. Sonra, tanımakığı yehri ziyaret eden mütevazi bir seyyah gibi şatonun etrafında dolaş- mâağa başladı ve nihayet Lüar köptüsü- nü geçti. Raskas bir fikir arıyordu. Da- ha doğrusu iki saattenberi, bir fikrin etrafında dolaşryor, fakat ona bir türlü yanaşmıyordu. Bu fikir bir isim şeklini alryordu ve bu isim Marşönüar'dı. Marşönüar neydi? Biüadan biraz me- sefade bu isimde bir orman vardı. Or- manın yanında, Şatodöndan Blüaya gi- den yoldan biraz ötede de gene Marşü- nuar adını taşıyan bir mevki bulunu - yordu ve Raskas şöyle düşünüyordu : — Mademki onun, Marşönualda bir şatosu var, neden orada olmasın? Ora- dan pekâlâ monsenyör dö Vandomla temas edebilir. İstediği anda, Blüoya, Orleana, Şatodön'e, Vandom'a kaçabi. lir ve hattâ icabında ormana sığınır.. Öyle ya, noden Marşönüarda olmecın? Raskas nihayet kararını vererek Blü. aye döndü, hana girdi, atına bindi ve derhal * Margönura — hareket ederek akşamın saatyedisine doğru oraya vardı. Orada, ilk kulübenin yanında duta - rak, kendisine doğru gelen fakir bir ka- dına şöyle dedi; — Tanrı sizi takdis etsin, fakat evve 1â guü altını alım.. Kadın altını alir ve mınıldandı; — Tanrı sizden razı olsun âlicenap asilzade.. Ğ — Şimdi söyleyin bakayım, Manşö- nüarda, asil düşes dö Şevröz'e ait bir Şato var mı?, » el