14 Ocak 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

14 Ocak 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

1 te! İKINCIKA*HTN — 1938 HABER —- Akşam postasr İstanbul konuşuyor Pazartesi pazarında ... Esnafın en büyük korkusu Byagmur.. "Pazarın kurulduğu Okaktaki dükkân- Cilar da pazarın başka bir yere kaİdırılmasını İstiyorlar esi bazarında yağcı Balikesirli zeytinci W günü yolunuz düşer de ı“%iz dan Tahtakaleye gitmek Meşhür kebabçının yanındaki a Sapa: sapmaz, neye uğradı- B Ü daş Tırsınız, &a ısy Ol o gün bin bir çeşit esnafın Maıhnnt:'âsm uğramıştır. q'“âr v âdleta Satmak için avaz avaz bağı- 9 Yolunuzu - keserk, sizi İiş- dtnle, h önünde durmaya mecbur e- Ma *P buraya toplanmışlardır. lim A “Sülar caddesi denen bu yere a &T atmaz, Ülra ilk anda midemi bu- | ğülu bir mManzarayla karşılaştım. k:an çma sıra sıra ceviz, fındık ldın zrmş olan bir adam, yaya- k'kıl;,l âamîâî pis bir kâğıdın üzeri- " he Pestil Yyığmıştı. Aman yarab Tn p SEfİL m dq bil, emezsı anzarası vardı bu pestille- “ haı Niz. Sanki toz toprak, çöp ığx'lı-. kıl değilmiş gibi, zavallı pes- bi Smı sokağın çamurlu kaldı- * bu Lu'“*'“Uordu Fakat mal sahi- geçeneye"—’ aldırış bile etmiyor. Ge- ne"-—ı lnal'ım satmıya çalışıyordu. SÖylena , “iye, nerdesin, diye söyle- M aa la“f dan geçtim. Biraz daha b î'erdl Yağcılar, peynirciler dizil- Üpa bu î;m tamamen köylü kılık- Bi al'kesırı tan, evvelâ Zeyneb isim- "lum_ 1 Otta Yaşlı bir kadınla ko- y u_" Satmaî lisanı olmasma rağmen, zeyne'ğln bin bir dil dökmesi- Bt a söne bb'rçok kaçamaklı ce- Ha dna vaziyeti şöyle an- Bir kere Yalnız Pazartesi pa- Sattlğm inek yağı, yu- '“'w., %Sene €vvel öldü. Uç ya- la Meydanda kaldım. O W'mya. şimdi evlâdı P*ı şul€ür &a Reçinip gidiyoruz. ' Nerede çocuğun? İ Mlekete gider - gelir, ğh*ki_ bm de satarım, derdin var SN ze mMrı senin/ Ynebin cevab vermesi- Yanındaki — tezgâhta T kadın söze karıştı: Ve ı Yor, A;ît"'dı y Ü kalkhğ, l'! dlyordu Şu sırt ha- Sin akşamları malları- Pazartesi pazarında Haberciye derl an- latan esnaflardan biri mızı, tezgâhlarımızı kaldırmak pek güç oluyar, Ben tekrar Zeynebe döndüm: — Sen, dedim, şunun doğrusunu söy- le, akşamları nasıl götürüyorsunuz ar- tan malları. Gözlerini kırpıştırdı, hafifçe güldü, ay ni garib şivesile: — Sırtlayı, sırtlayıveriyor, arka yol- lardan götürüyoruz, işte işin doğrusu. Kadınların yarından ayrıldım, ve bir az daha ilerdeki ihtiyar bir satıcının ya- nma sokuldum. Bu, Gönenli Mehmet is- minde 62 yaşında bir adamdı. Garib de- ğil mi, onun da bir oğla varmış, her hafta gidip gelir, babasma mal getirir - miş. Babası da satarmış. Mehmedin ya- nındaki Gemlikli zeytinci de dertsiz ol- duğunu söyleyince, orada da durmadan, caddeden aşağı yürüdüm. Yolun sonuna yaklaştığım zaman büyük ve temiz bir kürü yemiş tezgâhr kurmuş bir satıcı, bana şöyle dert yandı: — Bizlerin en büyük derdi, yağmur- dur. Hava kuru oldü mu, hiçbir şeyin e- hemmiyeti yoktur: O böyle söylerken, temiz temiz gözle- re yerleştirilmiş yemişlere bakryordum,. Adam, sanki ne düşündüğümü anla - mış gibi: — Ben dedi, temizliğe pek riayet e- derim ama, doğrusunu isterseniz, bu bir az boşuna zahmet oluyor. Şimdiki müş- teriler pek garib., İçlerinde malın temizi- ni arryan binde bir. Hepsi ucuz olsun da ne olursa olsun diyor, geçiyorlar. Sokağın karşı sırasında, işportasına diş firçasından kolonya, krem, traş takı- mı ve aynaya kadar bin bir çeşit eşya dizmiş genç bir esnalım yanına girerek konuşmıya başladım. Onun da yegâne korkusu yağmurdu, bir de kazancın az- lığından bahsediyordu. 'Tam bu sırada, önünde durduğumuz dükkânın kapısı açıldı, tzun boylu bir adam dışarı çıktı. Bana: — Bayım, dedi. Siz galiba gazetecisi- niz. Rica edrim, her şeyden evyel bizle- rin, yani buradaki dükkâncıların hali- ni yazınız. Pazartesi günleri bu pazarın burada kurulması yüzünden mahvoluyo- ruz. Görüyorsunuz, dükkânlarımızın Ö- nü baştanbaşa işportalarla kapanmıştır. Bir müşterimiz gelse, içeri girecek yol bu İamaz. Bütün dükkânları baştanbaşa dolaşınız, hepsinin sahiplerine sorunuz, size ayni şeyleri söyliyeceklerdir. Bu caddedeki dükkânlar hep bir olup dük- kân başına ellişer lira vermiye razıyız, tek şu pazarı bizim sokaktan kaldırsın- lar, başka bir yere nakletsinler... Karşımdaki zat daha fazla söylemedi. Fakat dükkânlarının önüne şöyle bir ke- re bakmak bütün sözlerinin tamamen haklı olduğunu ispat ediyordu. HABERCI Istanbul radyosu 17,00 İnkılâp dersi: Üniversiteden nak- len Recep Peker tarafından 18,30 plâkla dans muüusikisi 18,45 Saz eserleri: Kemani Reşad, piyanist Feyzi 19.00 — Konferans: Çocuk terbiyesi, Ali Kâmi Akyüz 19,30 Bey oğlu Halkevi gösterit kolü tarafından tem. sil 19,55 borsa haherleri 20,00 Necmettin Rıza ve arkadaşları tarafından türk musi. kisi ve halk şarkıları 20,30 hava raporu 20,33 Ömer Rıza tarafından arabea söylev 20,45 bayan Muzaffer Güler ve arkadaşları tarafından türk musikisi ve halk şarkıları (S. A.) 21,15 ORKESTRA: 1i — Fucik: Marche 2 — Tsechaikovsky: Andantino in modo canzönne, 3 — Driğgo: Pızzıcalo 4 — Ponchielli: Danza delle oöre. 5 — Tosti: Parted. 22,15 Ajans haberleri 22,30 plâkla solo. lar, opera ve öpöret parçaları 22,50 son haberler ve ertesi günün programı 23,00 sön, BÜKREŞ: 18,00 Römen havaları 20,10 — şarkılar 20,35 operadan temisil nakli 23,00 plâkla |. hafif müzik, BUDAPEŞTE: 18,35 plâkla dan$ havaları 20,30 operadan temsil nakli 24,05 radyo oörkestrası. BERLİN:; 19,00 bando 20,00 plâk 21,10 Berlin fl.ır monik örkestrasının plâkları 22,00 temsil nakli 23,30 konser ROMA: 17,00 Senfonik könser 20 30 orkestra 21,30 hafif müzik 22,00 temsil nakli 24,15 cazband. VARŞOVA: 19,10 plâkla film parçaları 22,00 temsil nakli 23,00 Varsova flârmonik orkestrası könseri, , Hicran hakkında bu şekilde hareket edişim sırf kendisine karşı düuyduğum iyi hislerden doğuyordu. Zaman asabı- mı yatıştırmıştı. Şimdi artık, onun gi- bi harekete kendimi mecbur gör- miyordum, Mahkeme günü gelip çattı. Kendi kendimle mücadele ettim. Neticede git medim, Daha sonraları benim mahkeme celplerini sakladığım ortaya çıktı. Bir taraftan annemin, diğer taraftan avuka timın itablarına maruz kaldım. AÂvu- katım: — Sen elimdeki delilleri alryorsun, Kendini mahkümiyete sürükliyorsun diyordu. Haklıydı, ne diyebilirdim He- le annem tasavvur edemıyecegımz ka- dar kızmıştı. Günlerce kendisile yüz yüze gelme meye çalıştım. Neticede öğrendim ki annem avukatımın — üzerinde — tesir yapmıştır. Ve bu benim müracaat etmemem üzerine belki de sukut eden müuhakemenin yenilenmesine çalışılacak tır. Artık mani olamazdım. Benim ya- pabileceğim şey vaziyetten Hicranı haberdar etmekti. Böyle yapmak iste- dim., Adresine bir mektup yazarak ken idisile görüşmek istediğimi bildirdim. Fakat verdiğim randevüye gelmedi. İkinci bir mektup yazdım. Bu sefer apartımanın kapıcısı ile gönderdim, Elinde mektubumla geri döndü. Bu vesile ile Hicranın evinde olmadığını da öğrenmiş bulundum. Kendisi çocuk larile beraber Gebzede bulunan koca- sınm yanına gitmişti. Tatil zamanının bir kısmını orada geçirecekmiş, Gebze- deki adresini bilmediğim için vaziyeti mektupla bildirmeme imkân yoktu. Bu- nu muhakkak bildirmeliydim, Fakat ne yapabilirdim. Gece, karar verdim. Er- tesi sabah Gebzeye gidecek ve kendi- sile konuşmaya çalışacaktım. Böyle yaptım. Ertesi günü Haydarpaşadan sabah postasına atladım. Trende bir fotoğrafçile tanıştım, Bu adam da Geb zeliydi. Oraya gidiyordu. Bana Gebze- de kime gideceğimi sorduğu zaman uydurma bir isim söyledim. Adant kaş larını çattı, şöyle bir düşündü: — Gebzede dedi, böyle birisi yok... Ben tanımıyorum.. — Yeni gitmişler.. Adam gene düşünceye daldı. içinden çıkmıyacağını anlayınca : — Varınca sorar öğreniriz, dedi.. Hareketimizden bir buçuk saat son- ra Gebzeye gelmiştik. İstansyondan o- tobüse bindik, on dakika sonra da şe- hirde bulunuyorduk . Fotografçı beni yalnız bırakmadı. Dükkânına götürdü. Yolda, Hicranın kocasiyle karşılaştık. Fotoğrafçı onun- la bir hayli konuştu. Ben kendilerini yalnız bırakarak ilerledim. Beni tanı- mamıştı. Buna çok sevindim , Fotoğrafçının dükkânında bir müddet kaldım. Birlikte kahveye gittik. Yolda uydurduğum isim üzerinde israr ettim. Kime sorulduysa, Gebzede bu isimde kimsenin mevcut olmadığı söylendi. Önce, birisini bularak, Hicrana ha- ber göndermeyi düşünüyordum. — Âz sonra bundan da cayidım, Çünkü Geb- İşin duyulmamasına imkân yoktu. Gebzeye kadar boşuna geldiğime hükmedince çok canım sıkıldı. Ne ya- payım ki bir defa gelmiştim. Hiç olmaz- sa adresini öğrenmeliydim. Fotoğraf- çınım ağzını aradım: — Dükkânınıza giderken yolda ko- nuştuğunuz zat bana hiç yabancı gel- medi. Kimdir? . — Ö mu? Diye sorarak, izah etti. Evli olduğu- nu, iki çocuğu bulunduğunu, karısının da bir müddet evvel Gebzeye geldiğini Yazan; Kenan Çinili — Melekzad Çinili ( ERKEK — RIZ ) | Gebze yolunda Fotografçıya uydur- ma birisim söyledim Adam bir haylı düşündü ve Gebzede böyle bir kimse yok! dedi ze küçücük bir yerdi. Konuştuğumuzun | (Tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur) — Nüumara d0 — anlattı. Neticede de nerede oturllukla- rını söyledi, , Artık yapılacak şeyi yapmıştım. Ak- şam üstü son trenle dönmek istiyordum. Halbuki kahvede tanrdığım Halk Fır- kası reisi beni bırakmak istemiyordu: — Bu gece burada kalınız.. Özür diledim. Bu zat bana fırkayı gezdirdi; tiyatrolarını gösterdi. Trene müşteri yetiştirecek otobüsler, ötellerin önünde duruyordu. Ben bunlar dan birine bineceğim sırada, Hicranın kocasiyle oturduğunu öğrendiğim Safa ötelinin kapısı önünde çocuklarını gör- düm, Onlar da beni görmüşlerdi: | — A.. Kenan ağabey!, ! Diye bağırarak ötele gırdîler Benim Gebzede bulunduğumu annelerine müj- delemiye koştuklarında hiç şüphem yok tu, Fakat kalmadım. OÖtobüs te zaten hareket etmişti. Trene güç yetiştim. E- ve döndüğüm zaman saat dokuzu ge- çiyordu. ü Ertesi gün Hicrana vaziyeti, Safa o- teline yazdığım bir mektupla anlattım. Bir kaç gün sonra da kendisi geldi.. Buluşup konuştuk. Annemle avukatı - mın hareketine çok kızmışt, Fakat ben ne yapabilirldim. O zamana kadar yapabileceğfimi yap- mış, işi önlemiye çalrşmıştım. Kendisine: — Elimde hiç bir şey yok, dedim; Ben şimdiye kadar ne yapılmak icap e“ diyorsa yaptım. Maamafih gene çalışa- cağım . . Filhakika sonradan çalıştım ve anne- mi davayı tazelemek fikrinden cayldır- dım, Bununla beraber Hicranm aleyhim- de açtığı tehldit davası hâlâ devam edip gidiyordu. . * & Bugünleride başrma feci bir kaza gel- di. Sipahi ocağında tanıyırp ahbap ol- duğum Misirlr bir Prensesin Mısırdan koşu için getirttiği Turkuan adındaki beygiri ile bir pazar günü gezmiye çık- rruştım. Niyetim Büyükdereye kadar gitmek ve deniz havası almaktı. Zincirlikuyu civarından Bebeğe giden yola saptım.: Dağlar arasından ağır ağır inmiye baş ladım ... Sağ tarafı derin bir uçurum, solu dağlık, ancak bir kişinin geçebile- ceği dar bir keçi yolundan ilerlerken a- tın ayaklarının kayar gibi olduğunu his settim. Yanılmamıştım. AÂtm ön ayak- larının bastığı toprak kaymış ve at mü— vazenesini kaybetmişti. Anf bir kararla sola atlamak istedim. Fakat hayvanın kendini kurtarmak için yaptığı hareketle sol yerine sağa fırla- dığımı gördüm. Ben kayalara vura vura idönerken atın da döne döne yuvarlan- dığını görüyordum. Bir an geldi ki artık hiç bir şey bilmiyordum. Gözlerimi ağ- rılar içinde hastanede açtım. Başımda *oplanan hastabakıcılar bende hayat e- seri bulunduğunu görünce sevinmiş o- lacaklardı: — Gözünü açtı, gözünü açtır Diye sesleniyorlardı. Fakat bu ayılış uzun sürmemişti. Âz sonra tekrar ba- yılmıştım. Neden sonra biraz kendime gelebildim. Bana ,kim olduğumu soru- yorlardı. Ancak o zaman adımı ve ya- lan yanlış adresimi söyleyebildim. (Devamı var) Ankarada Bayan Jaleye Mektubunuzu aldım ve okudum. Fa- kat içinde cevab vermeye değer bir şey bulamadığım için cevab veremiyeceğimi teessüfle arzederken, size biraz olsun im- 1â ve kitabet dersi almanızı samimiyetle tavsiye eder, bilvesile hürmetlerimi su- narım, Erkek - Kız

Bu sayıdan diğer sayfalar: