mahbus You KISMIN HULASASI; da, stanedeyin, orada hastalar- Sadullah adlı bu köylü her- Ma vi ediyor, yatak arka- dü rına elinden gelen iyiliği yap- le çalışmyor. Fakat bir gün diğ “ede bir şandarmanın bekle- İbi farkediyor ve Sadullaha bu tuy anin kimi beklediğini s0- ekg O, jandarmanın bizi dediğini #öylüyor, konuşuyo- Tuz; > a Mala, âyni ciddi tonla tekrarla — Bi a bekliyorlar İşte beyini. ik, on, tan Aptali dönmüştüm. Fa- Lem hişin bekliyeceklerdi?. Sap b düşünüdüklerimi anlamış. <p iyor gibi ilâve ve izah etti: a.s, lan” (hapisaneden) geldik Yayim diye-bizi bekliyorlar. 9 Hakimhktan sıkılan harekst- * ğine başka taraflara. çeviriyor, Maia yordu. Aramızda soğuk bir 0 Armıştı. İğ maz bir pisikoloji; içinde Yö, Mü şodi pek hatırlâyamıyo- bağ ha iki tarafa döndüren Sa - >E 0 İpse niçin girdin? diye sordum. Sy vel cevap vermekten korkan Sn, yaptı, bir tereddüt hali geçir - N T da öldürdüm de, dedi. taya gelip dayanmasına &- m bir bali vardı. Pakat hâ. dığım bir sebeple, anlat da vaz geçemiyor gibiydi. Niha- iğ bir sesle devam etti? e (Gökçegüvem) denim bey. Wi bildin mi? Hani tğ, Köyümüzün olduğu yer, dağ « dan ötürü, çoğumuz çoban. Kd Ekip biçmeğe yarayacak ta- Ri, ban gün doğuya düşer. Ek, her- vaktine göre üç, beş &vlek A, “Wier hani... Ka bunları anlatmaktan sonsuz Yo, Yuyormuş gibi başını yor - i ie duvara dayıyor, yaşadığı tal Tar hatırlamak, kendisini he. Sik, Tiyorduz bir kaç yüz baş davarı, dö tiz m, tarlası “olan ağalar “TC me yalan (söyliyeyim. arın çoğu böyle mal kav - iy azar, Ne olur, başımıza be- iş», "elimiz, mülkümüzü, elimiz- yda kaygusuz olsak. . i, 1 kendiliğinden, alaylı, fakat la a Yalist mantığiyle “malı, Mest kaynağr,, olarak, uzun &- Yor ve çok heyecanlı insan - istik hareketlerle elini. Sallıyordu, Ütdu: uzak günlere ait dağ - I toparlamak isteyen ni den geçire iz . EESİEŞİLESLSİLER Z/ İd iy” bulaçıktan sözüm ona bir i Bigem Eh, ölmiyecek kadar dik, Nidelim, nafakamız bu, #, 7 di Me :Tam harmana kavgalı ol - ty İnka gün doğerken tarlaya Va Bi Bimızda ne görsek beğenir. k “rü tarlaya girmemiş mi?. Penek,, ine sarınmış, horul 'or., Mü gelmiş, ekinler küflaç ol: Na, ii *psini silip süpürmüş. İl iy inandırsın, ağlayayazdım. i yp ila, inan olsun Çaltıpat- Ke Üm gibi billâh vermişim eN iye $oban uyandı, komşu tayt köpey, Yortular, Bir kaç koyun, ydi öldürmüşüm.. Sürünün e P bir kaç koyuniyle Kumdan ötürü bana kin MEM ye N Gi sarya zarara gitmeyivi - Bay, sürüsü. Eş, dest “A. lak ağ, Güdükoğle pusu kura - Ve Baş, nk al, dediler, “Gü « May tü, or atakmış,, diye kapst. wi kapı dışarı çıkmayacaz Hastahanedeki | | Yazan: Mustafa Niyazi mı?. .Adam sen de aradan epey geçti, Bir akşam vakti alaca karanlıkta horandan dönerken, Güdükoğlunun sa- yalarını geçer geçmez, beni pusuya dü- şürdüler. Ben onlar, onlar hen başla - dık ateş etmeğe, Valla bilemiyecem emem, cenk epey sürdü. Karşı taraf- tan silâh sesi tek gelmeğe bulaştı. Aza- dan çök geçmedi. “Amah gözünü seve- yim ateş etme Sadullah,, diye bir sös duydum. Aman deyene ateş etmek kahpelik olma mı ya?, Ateşi kestim, a- yağa kalkam, “aman,, diyene gidem de- dim. $en'misin gelen?.. Bir silâh pat- ladı, bir, bir daha,. Sol kolumun omuz başi yanar gibi oldu. Deliye dönmü- şüm, Nasıl herifin üstüne abandım bi- lemiyecem, “Altı patlar, daki bütün fişekleri herifin göbeğine boşaltıver - dim. Yemekten sonra, kazadan çandarma, kaymakam, doktor geldi. Beni Güdük oğlunun ölüsü yanına götürdüler, Herifin ölüsünü görünce, beni Kan tutfu, Güdükoğlunun yüzü sapsarıydı, gözleri cam gibi ışıl ışıldı. Ağrı güler gibi açılmış, altın dişleri görünüyordüz. Sadullah sustu. * Mes'ut, ferah insanların sakin güler yüzlülüğü ile bir bana, biraz ilerimiz - de öbek öbek topalnmhış yarenlik eden köylülere bakıyordu. Yalnız dudaklarında bir nikoton acr- lığı halinde tükürmek istediği hslde tü- küremediği bir şey var gibiydi. Sadulla. hin iki'üç pozu vardır ki unutmadım. Bur halde işte onlardan biridir. y Ve a.s Daha aradan iki vön geçmeden, Sa- duHahi taburcü çıka "lar, Bir iki günü- mü bir hâstadene bir hastaneye nakledi- len köylü dostumdan ayrı geçirdim. Fa. kat bir gece yarısı tekrar döndü. Çok ağır hastaydı. Hiçkonuşamıyordu. Geç vakte kadar | başında bekledim, göbeğine buz torbası koydum. Bana borçhi bir gülümseyişle dertli dertli bakıyordu, Gece yarısından çok sonra yatmam için gözleri, halsiz hareketleriyle o kadar yalvardı ki, biraz uzanmağa mecbur oldum. Yattığım gibi uyuyuvermişim, Sabah erkenden uyandığım zaman koğuşu â- yakta buldum. Sadullah ölmüştü. Sebebini sonradan öğrendik: Apandisiti patlamış. Koğuştakiler, gece Sadullahın hiç bir (rhi) nı duymadıklarını, sabahleyin ölü bulduklarını söylüyorlardı. Fakat, ihtimal bir ses çıkarmamak için kendi- ni zorladığı yüzünde belliydi. Çenesi çekilmetliği için ayrık kalan ağzı ve yuvalarından uğramış gözleri, yüzüne güler gibi bir hal veriyordu. Mustafa NİYAZİ Haberin deniz ve macera romanı 16 Sabah saatları pek zevklidir: Genç işçi kızlar, bir gecenin maceralarını birbirlerine anlatır Fabrikanın kapıları, işçi yüzüne, saat yedi - buçuğa kadar duvardır; — İyi amma bunun acelesi ne?, Fab- rikaya daha yeni geldim. Benim kim ol- duğumu, ne olduğumu bilmeden bir insana böyle bir şey teklif edilir mi? — Acelesi şundan ; Eğer acele etme- se sana başkaları el koyabilirler, — Güzel doğrusu, Bunu kızmış bir tavırla (o söyledim. Böğrülce bundan alındı: — Kızmaman lâzım kârdeşim, dedi, Bu ayıp bir şey değil ki., İster konuşur, İster konuşmazsın.. O bunları söylerken sârışım delikan. Imın de mütemadiyen bana baktığını hissediyordum. Ben önüme baktım, işimle meşgul ol- mıya başladım. O da bu bareketimi, teklifini red telâkki ederek uzaklaştı. Bugün cumartesi.. Öğleyin çıkacağız. Bu sabalı, cumartesinin zevkiyle olacak, fabrikaya her günkünden erken gelmiş- tim. Kap: önü kalabalıktı, Herkes bek- leşiyordu. . Bu her sabah böyledir. Fabrikanm kapıları işçi yüzüne, saat 7,30 a kadar duvardır. Açılmaz, Ancak bu saatte ga. rip bir gıcırtı ile açılan kapılara, dışa- rıda bekleşenler hücum eder, Yarım saat sonra da İşe başlanır, Evden çıkmadan temizce yıkanan el: ler, gene hemen o dak'kadan itibaren kararauya başlar, Gönç kız — Benimle evlenirseniz iç- ki ve cıgara içmiyeceksiniz; ben iste- mem, Şair — Öyle ama bol bol karnımı do yurabileceğim. i. Röportajı yapan : i Neriman i Makine gürültüleri alır yürür. Ya - vaştan konuşmalar, (şarkılar ' başlar. Genç kızlar, bir gecenin maceralarını, hâdiselerini, işlerine aksaklık vermeden anlatırlar, İşçiler, fabrikaya en küçük bir zarar vermemiye çalışırlar, Ziyan olan şeyle. re kendi mallarıymış gibi acırlar. Daha iş başı yapmadan, yanıma Ha - cer geldi. Hacer, bu on sekiz yaşlarında kadar görünen işçi kızı benim samimi dostla” rimdandır. Benim bulunduğum yerde çalışmıyor. Bölümü ayrı. Bana: — Bugün cumartesi, dedi. Erken çıkacağız.. Bize gelir misin? Evimizin önü kalabalık olacak. Çıkar, azıcık do- laşırız, Tabii işin yoksa. — işim yok, gözüm. Gelirim.. — Peki öyle ise. .Ben borudan sonra gelir bulutum. .Sakmı ben gelmeden gis deyim deme. . 4 — Hayır, gitmem. Seni bekliyeceğim. — Haydi şimdilik Allaha ismarla- dık. : Divetini kabul etmemden doğan bü- yük bir memnuniyet ve gülümseme içinde koşarak bir başka grupa karıştı. Karmakarışık bir halde, saatin yedi buçuk olmasını, kapıların açılmasını bekliyoruz. Hazer, uzaklaşırken yanımdaki kız- lardan biri arkadaşına şunları anlatı- yordu: — Bu bayram bir manto, Wir baş örtüsü alacağım. Param biraz daha toplansa hemen düğünü de yapacağız. O zaman fabrikadan da çıkacağım. Ar- tk Hasan (nişanlısı olacak), çelişme. me istemiyor. Daha şimdiden gürültü edip duruyor. Amma ne yaparsın para lâzım!,. Bunu, yanında duran muhtelif yaş- lardaki kadınlara söylüyordu. Onlar da can kulağiyle din'iyorlardı. Bunler başka yerlerde çalışıyorlar, Gün geç - tikçe şu kapı önünde bekliyenlerin hep | siyle ahbap olacağım muhakkak, İşte içlerinden biri bana döndü: — Yeni mi geldin? dedi, — Evet, bir kaç gün oluyor.. — Yal, Nerede çalşıyorsun?. — (B.) ustanın bölümünde. 5 — Aman 6 (B)!. Bari ne alıyor- sun saatine?, — 6 kuruş. Siz ne alıyorsunuz? açılmaz! Yalnız burada, /benim yanımda ton. lanan kadınlarındeğil, belki fabrikada galışnalram en ihtiyarı, 70—75 yaş - larında görünen bir nine, uçkurluklu çarşalının pelerinine sarılarak hiddetle homurdandı: — Ben de altı kuruş alıyorum. Kı zım.. Hem bu fabrikanın 8 senelik işçi- siyim.. 45 yaşlarındaki bir başkası atıldı: — Ben on iki senedir çalışıyorum ya! Grubumuzda iki genç kadın dara vardı, Onlar bir şey söylemiyorlar. Yal- nız dinliyorlardı. İkisi evli imişler. İikisinin de muh - telif yaşlarda çocukları varmış.. Biriri kocası kereste fabrikasında çalışıy: muş, ötekininki de askermiş, kaynana - siyle oturuyormuş. Biz, dereden tepeden, İabrikadan, ücretlerden bahsederken vakit gelmiş, kapılar ardma kadar, kendilerine has garip gıcırtılariyle, açılmıtştı. Herkes içeriye hücum etti, Soyundular. Man - tolarını çıkardılar. İş gömlekleriyle, ma kinelerinin başlarına geçtiler. Ben de ayni şekilde hareket ettim. Makinenin başma geçtim. Gene hergünkü işimi yapmıya koyuldum.. Ya idikkatsiziikten, ya acemilikten O lacak ilk sardığım bobinler fena sarıldı. Bunu yanında çalışanlardan biri gördü. Fabrikanm malı kendi malıymiş gibi benimsiyen bu kız: — Dikkat et kardeşim, dedi. Yazık, günah değil mi? Bak bozuk yap:yor - sun!,, Doğrutu onun bw ihtarından utan - drin. Daba dikkatli olmrya gayret et - tim, Fakat bobinlerin fena sarılışınlaki kabahat, benden ziyare makinenindi. İp- Tik sarılacak olan demirlerin sıkıştır! - dığı köşeler tutmuyordu. Nitekim öte- kilerin de ayni şekilde, ara sıra bozuk sardıkları oluyordu. Bu küçük bozukluklar, hem işçirin boş zaman geçirmesine, hem üzülmeri- ne bem de ipliğin ziyan olmasına sebep oluyordu. O gün on ikiye kadar, hergünk'i can sıkıntısr ve yorgunluğu âuymuyarak geçti. Saat 12 olmadan makineler dur « du, İşler bırakıldı. Ben, iş bitti diye ha- zırlanıyordum. Ellerim yağlanmıştı. Bunları temizlemenin bir yolunu arı, yordum. Yag Devamı var ; buna hiç şüp- Yazan: Ali Rıza Seyfi, yon haydutlar tarafından muhafaza ediliyor ve güya “Cenubi Amerika devletlerinden ( birinin hesabma!,, İnşa edilmiş bulunuyordu! Önümdeki esrar gittikçe derinleşiyordu: o Acaba bu adam kimdi? Ne için bir İtalyan otelinde gece yarısın- dan sonra küme küme elmasları, yekutları ka- rıştırarak oturuyor, ne İçin sabahlara kadar gök gürültüsü Con gibi bir korkunç haydutla konusu- yordu? Bu eşi görülmemiş mücevher yığını onun kendisinin miydi? Yoksa çalınmış mallar mıydı Tar? Bütün sorgunlar küme küme beynimin üstü- ne yığılryordu. Düşündükçe, İşin sonu nereye va. rırsa varsın bu esrarı anlamağa karar vermiş- tim. Artık âdet ve usullerimin hududu — dışma kadar çıkmak, kara sakallı adamla (elmasları hakkında malümat alabilmek için hiçbir şeyden yılmamak büyük parolam olmuştu. Dizlerim kı- rilacak gibi ağrıdığı halde bulunduğum gözetle me vaziyetini bırakmıyarak kara sakallı adamın uyanmasını veya yerinden kalkmasını (o bekle. rim.. Hemen sabaha doğruydu k!: O adam kımıl dandı ve sonra birdenbire sandalyesinin üzerin. de doğruldu. Görebildiğime göre bu adamın bü- tün vücndundan sinirli bir irkilme de geçmişti. Masanın üzerindeki elmas, yakut, zümrüt yığını- nı yerden aldığı büyük bir meşin torbaya doldür. duktan sonra torbayı da demir kasaya (koydu; kasanın anahtarını da yastığının altına yerleştir di. Bereplermi sırtından acele İle attı, masanın üzerindeki lâmbayı öylece yanık bırakarak kar- yolaya uzandr. Bana gelince, artık plânımı kurmuştum, Bu odaya girecek ve öğrenebidiğimi öğrenecektim. Bu çok tehlikeli bir işti; bundan başka âdeta bir hırsız vaziyetine de düşmekteydim; lâkin uzun yıllar polis hafiyeliği ve casusluk (o mesleğinde çalıştığım İçin odaya girmek bana öyle pek güç bir şey görünmüyordu. Bundan başka, önümde açılan esrar perdesi bana daha korkulu ve tehli- keli işler yaptırabilirdi. Meçhâl adamın artık w- yuduğuna iyice kanaat getirdikten sonra hemen kapıda açtığım delikten çıkardığım tahta parça- sını çantamdaki soğuk tutkal ile gene oraya yer leştirdim. Kapmın kilidini aletlerimle söktüm, ayağıma yumuşak terliklerimi giydim; rovelve- rimi beltmdeki kemerime sokmuştum; çünkü iki elimde yumusak bir kumaş ile odadaki oOadamı bayıltacak olduğum klorform şişesi vardı. Oda- va girince hemen karyolanın yanına giderek klor form şişesini bir müddet meçhül adamım burnu- na tuttum. Dört beş dakika geçinen; uykusunun çok de rinlestiği,adeta bir baygmlık haline geldiği şüp- hesizdi. Artık onun uyanacağından korkmu- yordum; başının altından anahtarı alıp Kasayı ye mesin torbayı açtım. Bunun içinde insanı he- vecana düşürecek, şaşırtacak micevherat vardr. Brezilya elmasları, sarımtrak İmit burnu taşla rr, çok değerli Hindistan yakutları, penbe inci-” ler, kara ineller, firuzeler, zümrütler biribirine karısmış bulunuyordu. Lâkin şunu söylemeliyim ki: Birdenbire benim bu taşlara karşı duyduğum alâka azalıvermişti: Cünkü torbanın ioinden er- kardr#rm cok sanatkârane islenmis, sark wewlâ yanılmıs elmas ve yakut karısık bir (gerdanlık bütün dikkatim! üzerine çekmişti; lAmbanın 181- £ma tutup da bakarken, bu gerdanlığı bir daha görmüş olduğumu hatırlıyordum hem kalmamıştı. Lâkin isimleri, yerleri, vakit- leri hatırlamakta büyük bir kudretim olduğu hal de zihnimde bu gerdanlık için hiçbir bilgi bula- mamaktaydım. Bununla beraber elbet bir ipucu yakalıyacaktım. Mücevheratı tekrar kasaya, a- nahtarı gene yastığın altma koyarak (geldiğim gibi, yavaşça odadan çıktım ve kapıyı kapadım. Lâkin yatakta uyuyan adamı tetkik etmeği unut muş olduğumu sanmayınız. Onun çehresinin en ince çizgileri bile beynimin defterine iyice çizil- miş yazılmıştı. Başının biçimini, omuzların, elle- rin, vücut şeklinin bütün hususiyetlerini bir daha Unutmamak üzere biliyordum. Artık bu adamı yüz bin kişinin içinden tanıyıp ayırmak benim i- çin en kolay bir işti. l Odamda yatağıma uzandığım vakit, bütün dimağ kuvvetimle gerdanlığı düşünmeğe başla- dım: Ben bunu perede görmüştüm? Hangi şerait içinde ve ne sebeble görmüştüm? Bir saat kadar bu iki sorguya cevap bulmak İçin uğraştıktan, yorulduktan sonra uykuya dalmısım.. Lâkin bu uyku, bana uyanıklığın yapamadığı büyük hizme töyapmıstı: Vücudum baygın düştükten sonra dk dimağım fanlivette devam etmiş olmalı ki: Rü- ya gibi bir halda, bü gerdanlığı nerede gördütü- mü hatırlavıverâlm: Liverpool IWmanında yoleon salonuna memur hafiyeler arasında bulunuyor. dum.; Star atlantik vapur (o kumpanyasının Sen Petersburz vapuru Neyyorka gitmek üzere kal- karkön, o vaktin meshur elmas hırsızı Carl Ravş manı yakalamıştık. İste bu gerdanlık onun Üz€- rinden çıkmış ve sahibine verilmişti. Pek iyi, sa- hibi kimdi?.. Kim41?.. Kimdi?.. Bir sevinç havkirrile uyandım, gerdanlığın sahibinin adı ve adresi dudaklarıma gelmisti: ve Devam: var 1