Seyahati Yazan Ahmet Necdet M ünye P elindeki gazetede bu küçük takıldi; Okuürken birdenbire şu satırlara  Dtmh.t arkadaşı aranıyor Söne sürecek uzun bir. dünya ünda tine çıkıyorum. Bu müddet esna- bana refakat edecek bir genç ka. vardır. Lisan — bilmek 9* mektupla müracaatları, “îı"f%n az kalsın karşısında oturan ihtiyar daire arkadaşının boynu lacaktı. İşte senelerdir tahayyül '©ye ulaşması için bir fırsat İkçey ? Masada birikmiş temize çeki- Bözı #vrakı, aylardır kahrını çektiği Gt düzen yazı makinesini istihfafla _î"ı bunlardan kurtuluyordu. Kafa. B me i bitmeden diğeri başlıyan gü- ha ler biribirini kovalamağa baş - & Sanki hemen oluyormuş gi. :İlıı]" tasarlamağa koyuldu: Binen 't arkadaşı, adali vücudlu, tah- kep v Otüz yaşlarında, yakışıklı bir er- Kâmar, Aktı. Transatlântiklerin — lüks —N“:.ımuda. trenlerin yatakl: vagon. Viyan,” Parisin, Londranın, Berlinin, “L—ı. ve dünyanın meşhur bütün g, “İhde en büyük lüks ve ihtişam teç “Yüzecekler, kimbilir nasıl eğlene- p. tler göreceklerdi? Rüy aklında geçirirken — birden ı.h';!'hd yol arkadaşının kendisini t P beğenmiyeceğini hatırladı. acele acele çıkardığı ayna- :ı &h!l: baktı. Sanki onunla şim. 'ü:."'!uıhıq gibi yüzürtün boya - e tüzelemeğe başladı. ı:l:eı (bey) yazıları bekliyor!. hâademenin yüzüne ters ters H, İşinde büyük bir isyan dalgasının hissediyordu. (Halbuki er- Böyle zamanlarda isyan hisset . Beraber bir. küfür savururlar.) Yapamadığı için şu masanın Üüs- Gdüran kâğıtları almağı, müdürün Keçip parça parça ederek yü- iTlatmağı düşündü. Maamafih Siyy, YAPmadı, kafası gene seyahat ilâ. *hg.:::“ olduğu halde makinesini tı- < *da başladı. Ş n ve ilk görüşmede sami- insanlardandı. Bir ma - urup yarım saat süren ilk Styahatin yarısında geri Tabit fevkalâde hâdiseler Ne güzel yerler- göreceğir, şehirler, Jüks yerler, vahşi ormanlar, cen L W Te f anlatıkça, Mediha, bir oyuncak hefliye e- k sevinciyle ellerini bi . » kısa çığlıklar çıkara- © güzel, ne güzel! diyordu. A EŞ d İf gezine gezine Şemsinin evine giderek orada uzun uzun konuşuyorlardı. Nihayet seyahat günü yaklaşmıştı. Mediha işinden istifa etti. Önüne gelen tanıdığma yapacağı seyahatten bahsedi yor, tahayyül ettiği plânları, Şemsinin Çizmiş olduğu proje gibi göstererek an. Jatıyordu. Artık Şemsi ile beraher ya - şomağa başlamıştı. w Bu mesele etrafında vakia bir sürü dedikodu dönüyor, Medihanın Şemsiye metres olduğu söyleniyordu. Genç ka- dın bunları tekzip etmemekle beraber aklırış ta etmiyordu. Allahın bildiğini kuldan neye saklayacaktı sanki? Ma. kul düşünmek lâzımdı; dört sene dün- yanın dött tarafını dolaşacağı genç bir erkekle iki kardeş gibi yaşayacak değil di ya! Şemsi böyle bir şey İsteseydi, pek âlâ yaşlı bir kadın bulabilirdi. . . * Yola çıkmak için her şeyleri hazır- dı. Şemsi yalnız bir şey beklediğini, fa. kat bunun ne olduğunu sürpriz yapa- cağını söyliyerek Medihaya anlatmıyor- du. Bir cumartesi günü Şemsi, apartıma. nın merdivenlerini bir solukta çıktı, kapıda kendisini bekliyen Medihayı bir çocuk gibi kolları arasıma alıp havada döndürmeğe başladı: — Mediş, Mediş, yârın gidiyoruz!, Genç kadın sevinç içindeydi. Ne saa- deti.. Birden aklına Şemsinin sürprzi geldi.. — Neydi, o bana yapacağın sürpriz? Ne olur kuzum üzme beni söyle? .. Şemsi hemen elini cebine götürdü, karşısındakini üzmekten zevk alan bir tavırla epey durduktan — sonra bu kart çıkarıp Medise uzattı .. Bir aydır dünyanin en mes'üt inzanı olduğunu sanan Medihanım — yüzünde evvelâ bir hayret ifadehi belirdi. Sonra kızardı, morafdr ve nihayet sapsarı o - larak yere yuvarlandı. Kartta, kendisiyle Şemsinin yanyana resimleri ve altında uzun bir cümleden sonra şunlar yazılıydı: * sw Bütün meşakatlara katlanarak dünyayı baştan başa yaya dolaşack bu göençlere yardımınızı esirgemiyeceğinizi ümit ederiz!.., yapacağı Ahmet NECDET hizmetçilik yaptım ! — (8) ı Fabrika kapıcısı beni güler yüzle karşıladı: Hele bir muayene ol da, ondan sonrasını düşünürüz ! Birdenbilre içime korku çöktü: zayıf ve ufak tefektim. saatlerce çalışabileceğime ben bile inanamıyordum Fabrikadan İstanbula dönerken, yol- da, uzun bir müddet, iyi kalbli kapıcı- yı, güler yüzlü ustayı, merhametli po. lisi düşündüm. Doğrusunu söylemek dâzımgelirse, ben onları çok cana yakın bulmuş, çok sevmiştim. İçimde bir bahar havası var: Her şeyi sevimli görüyordum, Fabrikaya gi- derken yolda rastladığım arabacının söz atışma sinirlenmiştim. Onunla bir daha karşılaşsaydım, içimde hiç bir kızgınlık duymıyacaktım. Yanımdan — geçen — bir kadını, kö- mürcüyü, marangozu, büyük bir un çu. valı taşıyan hamalı velhasıl herkesi, her şeyi kendime yakm, kendimden bulu - yordum. Ertesi günü ksabahleyin erkenden gene fabrika yolunu tuttum. Yolda ilk işim bir sokak fotoğrafçısına resmimi çektirerek üç kopya almak oldu. Fotoğrafçı ile aramda geçen konuş - mayı burada kaykletmeden geçemiyece - ğim, Ona yaklaşıp ta: — Fotoğrafımı çekecekmi siniz? Dediğim zaman beni şöylece süzdü: — Ne yâpacaksmız resminizi kücük hanım? dedi. — Lâzıml.. — Neye lâzım söyleyiniz.. — Size ne? Neye lâzım olursa olsun. — Nüşte kullanacaksanız, ona göre çekeyim, diye sorüyorum. — İşe gireceğim, fabrikadan istedi- ler!. Ben işe gireceğim dediğim zaman, o- nun gene beni süzdüğünü hissettim. Dayanamadım : — Beğenemedin mi? dedim. — Ne demek küçük hanımcığım? Neye beğenemiyeyim. Sizden İyi kâti- be mi bulacaklar?, — Benim nerem kâtibeye benziyorl. İşçi olarak giriyorum. , Fotoğrafçı güldü : — Pekâlâ siz gene öyle deyiniz.. Be- nim gözüm aldanmaz. Sizde işçi kılığı var mı?, Cevap vermedim. Fakat fotoğrafçının bu sözleri midemi bulandırmıştı. İşçinin kendisine göre husust bir giyinişi mi Vardı? Pekâlâ görüyordum: Onlar ara - Röportajı yapan : Neriman sında da benim gibi sırtlarına pardösü geçirenlör bulunuyordu. Tslak fotoğrafları elime alrp sokak fo- toğrafçısının yanından ayrıllım. Elime bakarak yürüyor ve ayni zamanda dü- şünüyordum. Birdetibire gözüm ayaklarıma ilişti .. Birgün evvel boyattığım nisbeten yeni ayakkaplarımı giymişim! Pırıl pırıl par- lıyor. Fotoğrafçının sözleriyle ayakkap- Tarım arasında bir münasebet aramıya çalrştım. İşe giden kadınların, ayakları- na, böyle, pırıl pırıl parlıyan bir iskar - pin geçirdiklerini hatırlayamıyorum. * Hemen eve dönidüm. Daha ilk teşeb - büste, östümde en küçük bir şeyin ko- kusunu bırakmamrya mecburdum, Bu iş bana tam iki saate mal olmuş- tu. Tekrar evden çıkıp fabrika kapısı- na geldiğim zaman saat onu bulmuş, hattâ biraz da geçmişti. Kapıcı beni güler yüzle karşıladı. Yalnız: — Pek geç değil mi? diye sordu. — Bugün yalnız fotoğraflarım: geti - recek değil miydim? dekdlim. — Erken gelseydin, işe de başlar- din.. — Yal. Pek yazık oldu, öyleyse... Şimdi başlayamaz mıyım? — Hele bir kayıt muameleni yaptır, müuayene ol da ondan sonra düşünürüz.. — Muayene de mi var?, — Tabit değil mi yat.. Bakalım ça - lışabilecek bir bünyen var mı?. Şimdiye kadar aklıma gelmiyen bir mâünile karşılaşryorum, demekti bu... Ciddi bir müayeneye tâbi tutsalardı belki de çalışamazdım. Zayıf ve ufak te- fektim.. Saatlerca ayakta durup çalışa- bileceğime ben bile inanamryordum. Bu korku, içime, birdenbire tanınmak k;ıkıuulld-ın daha acı bir surette çök - tü. Ya doktro beni zayıf ve işe elverişli bulmazsa ne aldaktı? Kaç gündür hayalimde yaşıyan ve bugün artık ta - bakkuk sahasına girmiş görünen İş, bir an içinde mahvolacak ve yeni baştan fabrika fabrika dolaşmak mocburiyetin. de kalacaktım. Benim muayene lâfı üzerindeki du- ruşumda bir fevkalâdelik'sezen kapıcı: — Muayeneden neden çekiniyorsun, yoksa hasta mısm? dedi. Doğrusu şimdiye kadar bana; “Has- tayım!,, vehmini verdirecek bir şeyim olmamıştı. Kapıcıda böyle bir kanaat uyandırmanın doğru olamıyacağırı dü. şünerek: — Kendimden korkum yok.. Fakat, zayıflığıma bakarak, çalışamaz demele- rinden korkuyorum.. Böyle bir şey o- lursa tekrar kapr kapı dolaşmak, iş ara. mak lâzım gelecek. — Korkma!.. Bizim Hoktor iyi adame dır. San'atının ehlidir. Muayeneye bile lüzum görmez. İnsanın gözünden nasl olduğunu anlayıverir. — Mescdle yok öyle ise., — Ha şöyle sakinleş.. Haydi bakalım, gir şu odaya da fotoğrafınla nüfus kâ- godını ver. — İşini yaptır.. Ondan sonra ne yapacağını sana söylerler. Başımr, peki der gibi eğerek ilerle . dim. Odaya girldiğim zaman orasını kalar lik buldum. Bir kaç erkek, beyaz gödn- lekli gencin karşısında duruyorlardı. Onlar işlerini bitirsinler diye biraz bek. ledim, $ Bu erkeklerden biri, is istiyondu.. Genç sordu: — Ne iş bilirsin?. — Hiç bir şey. » — Seni ne yapalım öyreyeer. — Ne olsa yaparım. — Hiç bir şey bilmiyen ne olsa ya « pabilir mi?, —.. DEYerin Bu cevap Karştsmda susan erkek hak sızlığını anlryor, fakat durüşiyle çalış- maya mecbur olduğunu anlatıyordu. Bu iri yarı bir adamdı. Ancak ve ancak bir yerden diğer yere yük taşımıya, klüçük nisbette bile kafa işine ihtiyaç göstermiyecek vazifelerde işe yarayabi. Tirdi. Fabrikada böyle bir adama da ihtiyaç görülmüş olacaktı kf onu da kabul etti- ler. Ben daha diğerlerinin de işlerini bitirmesini bekliyordum. Detlamr var Diye sordum. Karâdenizin yüksek ve fırtı- nalı kıyılarında dahâa çocukluğunda denizcilik derslerini almış olan bu tecrübeli adam ufukları - bir daha uzun uzun süzdükten sonra: — Ne bileyim, efendim; — dedi. İkl gündür hava yüzünü bizden saklıyor, her şözümüzü yala- na çıkarıyor gibi.. Bu cevabı almea hepimiz can sıkıntıslle sı- cak güvertoyi bırakıp aşağı salona indik , Deniz öğleden sonraya kadar büyük bir ay- na gibi düz, buruşuksuz ve rüzgfrsız kaldı. Ben yüreğimin son kerteye kadar sıkıldığını duyu- yor, güvertede, Balonda sabırsız adımlarla gezi- niyordum. Yelkenli yatları o kadar sevdiğim hal de bugün belki bin defa yelkene lânet — ettiğimi hatırlıyorum... Lâkin akşama doğru lodos ufkundan bulut kümeleri yükseldi, güneş görünmez oldu, geno 1o dostan gelen bir hava akıntısı hareketsiz yel- kenleri doldurdu ve birden bire yağmur sağana- ğile gelen bir yaz borasının karşısında bulun- duk. Bütün İngiliz kanalt köpük içinde kalmış, Kâartal yatı bir yanına yatarak yol almağa başla- mıştı; Doğan kaptanın her vakit sert, çatık du- ran yüzü bile gülmeğe başlamıştı.. Oh, artık yola düşmüştük.. gidiyorduk... yetişiyorduk. Güneş batarkan aşağıda acele birer çay İçip gürerteye çıktığımız vakit Lostromo Tufan rel- sin kaptana: — Takele baş omuzluğunda bir yat var? Diye seslendiğini duyduk. Bolki yirmi kişi birden: — Adımı okuyor musun? Dediler. Buna dürbününü gözünden çekmi- yen rels cevap yerdi: LAfrans! © anda da Doğan kaptanın kumandası gür- demişti: Alesta orsa alabanda tiramola! (1) (1) Yolken gemilerini döndürmek için gemi cileri hazır bulunmağa çağıran kumandadır. Kaptan bu hazır ol emrini vermişti. Lâkin “Kel örsa alabanda!, kumandasını vermiyerek bekliyordu. Bizim yat aradığımız gemlye dalga- Jar Üzerİnden atlıya atlıya sokuluyordu. — Onun yaldızla yazılmış adını artık dürbünsüz bile oku- yabiliyordum, lâkin işin garibi şurası idi ki: LAf rans yatı, sandığım gibl Plymuth limanma doğ- ru değil, sahilde kendine en yakın olan 1ss1ız bir buruna doğru gidiyordu. Buruna gelmeden ön- ce ve dönmek fçin lâzım olan yelken Mmanovra: Jarından hiç birin! yapmaksarzın Pocadan öyle bir denbire dönüvordi ki: Bütün direk ve arma takı- mınım yerinden sarsıldığı ta bizim yattan far- kolundu: randa yelkeni ta ortasından, yukarı- dan aşağı doğru yırtılmıştı; 1skotaların yeri de- giştirilmemiş, tekne devrilecek gibi Tüzgâr altt- na eğilmişti.. Sanki bu geminin içinde gemlcilik- ten anlıyan tek kimse yoktu! Şimdi (Lâfrans) yatı yon! baştan — Fransa kıyısına doğru giderken bu garip, tehlikeli ma- âuı—,rıum ne demek olduğunu bulmağa çalışıyor- Mİ,, Tufan reisin bütün denizcilik duyguları ka- barmıiş, yanık yüzünü bir öfke bulutu kaplamış- tı. Bir mil uzakta olan (Lâfrans) yatı gemicile- rine işittirebilecekmiş gibi: gir" ;dlnk. :l'ım“"n bakın, be hayvanlar!., ye haykırdı.. Bon TenaL Bi v ra Doğan kaptana doğru — Acaba bu gemide halata el sürmüş bir a- dam yok mu? Diye homurdandı, Doğan kaptan hiçbir say söylemeksizin LAf rans yatına bakıyordu; elinkü tekne şimdi gene © parişan ve başı bos hâlde bir daha yol değiştir- mişti. Doğan kaptan ona yaklaşmak için bir daha: — Alesta örsa alabanda! Kumandasını verdiği ve gemicilerimizin ha- Tatların başma kostukları gırada onun omuzuna dokunarak dedim ki: — Doğan kaptan, sen bu İşten ne — anlıyor. sun,.. Demindenberi baktığım halde bu geminin wxüvertesinde tek bir adam bile seçemedim; biz- den mi saklanıyorlar, yoksa gemiyi bırakıp git- mişler mi? Doğan kaptan dönme manevrasını bitirdik« ten sonra bana baktı: — Dediğiniz şayi ben çoktan seçtim ve hiç bir mana veremedim; onun için tedbirli yaklaş- mak istiyorum; acaba bu İngiliz gemicileri çok vakit yaptıkları gibi baştan aşağı körkülük sar- hoş olup sızdılar mı? Doğan kaptan — dürbünü ile — yeni baştan (LAâfrans)a —bakarken — benim yüreğim artık sıkılmağa başlamıştı. Şu karşıda dalgalar üzerin de doli gibi dolaşan yelkeni yırtık, halatları kar Makarışık yatta bana güvenen bir dost olduğunu düşününce bütün tüylerim ürperdi, birdenbire Do- ğan kaptana: — Kaptan, dedim, ben bu gemiye gidece- Bim! — Bu sırada bunun imkânı yok, yarım &aat sebrediniz, size haber veririm. Kaptanın doğru söylediğini biliyordum: Ak şam karanlığı İngiltere kanalrmın üzerine inme- &e başlamıştı, deniz fazla idi, sert esen rüzgârın elinde oyuncak olmuş gibi görünen — (Lâfrans), yatı ise çılgın gibi, Önceden bilinemiyocek dönüş- lerle çeyremizde dalreler çiziyordu, bu vaziyete göre kaptanın uygun, tehlikesiz bir vakti bekla- mesi elbette lâzımdı. Yanımda durup bütün bu olup bitenleri bü- yük bir dikkatle soyretmekte olan İnciye dön- düm: — İnci, şimdi sen salona İnmelisin. İşin eğ- lenceli parçasr bitti. Güzel kız gözlerime derin derin baktı; — Niçin yalnız salona inecek mişim? — Yukarıda rahatsız olursun, onun için? Koluma girer gibi bana büsbütün yaklaştı: — Hayır, yukarıda sizin için, kardeşim AH ıçın tehlike var... Ondan bana aşağı inmemi söy- lüyorsunuz. — Belki var, belki de hiçbir şey yoktur; lâ- kin herhalde senin inmekliğin çok iyi olur. — Bilâkis çok fena olur, siz ve — kardeşim güvertede durup, bir tehlikeyi karşılarken ben mam.. aşağı da otüral A ğ n