Halırâlarını anlatan: Alman korsün gemisi “Deniz kartalı” wm -süvarisi nont Feliks fon Lukner — 00 Iri dalga, başlarımızın üzerinde yükselmiş, yükselmiş ve “Deniz kartalı, nı kaldırdığı gibi kayalıklar üzerine çöp gibi atıvermişti Çünkü motörümüzü) nı gördük. Hiç şüphe yok ki herhangi herhangi bir hücum ihtimaline karşı yormamak ve cüz'i kalmış olan mayii mahrukumuzu beyhude yere israf et-| memek mecburiyetindeydik. o Bundan maada da yanaşacağımız adanm gayri meskün .olması icap ediyordu. Biz de Sosyete takım adalarmdan Mopelyayı intihap ettik. Bu cenup adaları pek güzel ve lâtif olmalarına rağmen gemici için iki bü- yük mahzura maliktirler;: Demir ma- halli ve liman yokluğu... "Temmuzun yirmi dokuzuncu günü! Mopelya adası göründü. Adaya yakla- İ şınca periler diyarma giriyormuşuz gibi olduk. Deniz altında mercan yı- ğınları kademe halinde yükseliyor ve her umkta başka bir renk arzediyor- lardı. Mercan yığınlarından bazıları suyun üstünde birkaç adacık hâsıl et- mişlerdi, Kayalıklar arasındaki geçit “Deniz Kartalı,, için çok dardı. Bundan maada bu geçitte kuvvetli bir akmtı da var- dı. Demirlerimizden birisini mercan birikintilerinden birisine taktık ve a- dadan oldukça uzun bir mesafede kal - mak için bu demire kalın çelik halat- ların birisini tesbit eyledik. Filfkalarımız mayna edildiği sırada Kristof Kolon'bun Amerikayı kegfet- tiği zamanki hissiyatmı duymaktay - dık. Dokuz aydan fazla hasret kaldık- tan sonra karaya kavuşmuştuk. Ken- dişinden daha kuvvetli bir düşman ta- rafından svlanması tehlikesi olan av- cmın asap gerginliğinden artık kür- tulmuştuk. Şimdilik Fransızlarm Mo- pelâya adasında sayfiyeye çekilmiştik Adada milyonlarca deniz kuşu yuva kurmuştu. Sahilde bol balık vardı. Ne- 'batat mebzuldü. İki sene evvel getiril miş olan domuzlar da yabanileşmiş ve müthiş üremişti. Erzakımız mükem- meldi. Adada üç zenci de vardı. Bu zavallı Jar bir sene evvel kaplumbağa avı için Fransızlar tarafımdan adaya getirilip bırakılmışlardı. Evvelâ bizi görünce fena halde ürktüler; İikin sonradan alıştılar. Ve bize çok yardımları oldu. Efrat grup halinde çıkıyorlar, av avlıyorlar, balık ve istiridye tutuyor- Jlardı. En büyük zevkleri kuş yumur- taları bulup çiğ çiğ içmek ve Hindis- “tan cevizi toplamaktı, Ahçımız yaba- © İnileşmiş domuzlardan birini boğazla- mıştı. Yakflamış olduğumuz bir kap- Tumbağayı devirip sürüklemek için dört, beş kişi bir araya gelmek mec- buriyetinde kaldık. Hayvan o kadari büyük ve ağırdı. Gemiye tamamiyle yenilenmiş erzak İle avdet ettik. Dün- yanın hiçbir milyarderi o akşamki ye-! meğimiz kadar nefis ve mütenevvi bir ziysfet veremezdi: Domuz külbastısı, kaplumbağa corbası, martı yumurta - ları, ıstakoz ve saire... 'Bu tagaddi tarzı sayesinde az zamanda eski kuvvetlerimizi kazanmakta ge- cikmedik. Müstakbel seferlerimiz için komanya hazırlamayı da ihmal etmi- yerek balık tüssülemek üzere tesisat vücuda getirdik, Diğer taraftan domuz eti, kaplumbağa filetoları tuzluyor, — binlerce yumurta biriktiriyorduk. Vaziyetimiz mükemmeldi. Bir tek düşüncemiz geminin iyi demirleme - miş olmasıydı. Demir mahallimiz bize pek emin görünmüyordu. Acaba 'gemi- « yi serbest bırakıp denize açılmak ve » bir kere sabahleyin, bir kerede ak- “gam üzeri karaya yaklaşmak daha faydalı ve muvafık olmıyacak mıydı? » Lâkin bu, bize kıymetfar mayii mah- “ rukumuzdan bir kismının sarfına mal © , olacaktı, Zaten motörümüz de tamire muhtaç bir hale gelmişti ve onu tamir file meşguldük. Ağustosun ikinci günü sabahın sa- st dokuz bocuğuna doğru mezun efra- dı hâmil bulunan filika sahile yaklaş- tığı sirada ufukta denizin kabardığı- bir hareketi arzdan mütevellit bir dal g8 bize yaklaşıyordu. Şimdiye kadar içimizden hiçbirisi böyle bir.hadisei İ tabifye ile karsılaşmamıştı ve zabitan bu hâdisenin sebepleri hakkında biri- birleriyle münakaşa ediyorlardı. Lâ- kin dana tehlike ani göründü. Derhal emir verdim: — Demir zincirini kes! Motörü ha: zarla!, Herkes güverteye!. Dalga dalma yaklaşıyordu. Kuvvet- li bir sesle tekrar ettim: — Motörü çalıştır!.. Motörün muzik havası tulumbalan. dı. Lâkin beybude!.. Motör çalışmıyor: du, Kulağımı makine dairesine çevir » miş helecanla motörlün homurtularmı bekliyordum. Bu müddet zarfında ise dev gibi dalga yaklaşıyordu. Dalga geminin haş tarafına geldi çattı ve baş lara? dikildi. Kurtulma. mız İçin birkaç saniyelik bir müddeti. miz kalmıştı. Kulaklarımız heyecan Ve helecandan uğuldıyarak motör gü- rültüsünü bekliyorduk. Heyhat, artık iş işten geçmişti. İri dalga başlarımızın üzerinde yük- selmiş, yükselmiş ve “Deniz kartalı, nı kaldırdığı gibi kayalıklar üzerine göp gibi atıvermişti. Geminin direkle- ri güverteye döküldüler.Sademe birkaç ton sıkletinde kaya ve mercan parça- ları koparmış ve bunlar güvertenin üzerine serpilmişlerdi. Dev dalga Al manya imparatorluğunu bu havalide temsil eden birkaç tahta parçasını da silip süpürmüş “Deniz kartalı, nı kâ- yalıklarda parça parça etmişti, (Devamı var) Geçen tefrikaların hülâsası: erkeklerini tercih ettiği için, başından binbir macerâ geçmiştir. kin son olarak esir taciri hacı Mustafanın zevcesi Gl muştur. Fakat o dn artık Havvadan ti kıp önü terkediyor. Lâkin talikı selâşe ile tatlik edip tekrar nikâhlı «iha el mak va hazı hizmetlerde kullanmak 1s tediği için, kujle yaptırimak üzere 'Tan tiya gönderiyor, Bu xasaba, Habeşin tan anbilerindedir. Esir tacirinin gemlle ri de burada demir > Havva arapça bilirdi. Uzun ebeler cariyelerle temas ede ede, bahusus A- rap sahillerinde dolaşa dolaşa bu lisa- âu, Polizlotluk istidadı kendisinde pek fazlaydı. Zaten Tantu kasabası nekâdarcık yer... Çarşaflı kadınla haremüağaları - nm geldiğini görünce halkın büyük bir kısmı sahile toplanmıştı. İmam da onların arasmdaymış. — Lebbeyk! - diye ortaya çıktı. Haremağaları, toplaşan çoluk çocu- ğa: — Haydi siz dağılın... Yallah! - emir verdi ve kırbaç savurdu. Ortalık tehna olunes, imama: — Bu hatıma bir hulle lâzımgeliyor. Bu işi siz tertip edeceksiniz! « dediler. İmam, memnuniyetle: — Hay hay... Emriniz bu olsun.. Bu- yurun fakirbaneye! « cevabmı verdi... Havvanın yüreği hop hop ediyordu. Havva hâlâ örtüler altmda oturuyor. Kendi maiyeli ile imamın konuştukla- rmı dinliyor: — Hulle iğin LR ii bir gece mukurenötter sonr, bah boşamalı... Ya m ve şer Ne ya- pariz?... Boşamaz, böşamaz.. Çünkü, diye Micera ve aşk romanı nı öğrenmişti. Esasen yedi dil biliyor» | beyaz kadın, buralarda görülmüş şey değildir... Bazılarımız, buna Aşık olabi- Alman Erkânı harbiye şifre zabiti Semraya çiçek gönderdi Sarışın zabit cebinden bir kart çı- kardı ve bir miktar para vererek: Sevincini belli etmedi. Garsona: — Odama götür. — Şu garklı artiste hemen şimdi gü- Dedi.. Kulisten çıktı. zel bir buket çiçek götür ve kartımı kenarına bağla! 5 Deği, Kartın üstüne şu kelimeleri yazdı: “İkinci katta beşinci locadayım.,, 'Takdirkârmız... Zâbitlerin sahne arkasma gitmeleri yasaktı, Semra kartı alıp yukarıya bakacak olursa, genç Alman zabiti de kendisi- ni uzaktan tanıtmak fırsatını bulacak- tu. — Ondan sonrası kolây.. Hele bir kere göz aşinalığı tesis edelim. Çıka- cağımız sırada bir kart daha gönde- rir, kendisini lokantaya davet ederiz. Diyordu, Garson bahşişini alıp git- ti, Üçüncü perde açılıyordu. Müzik değişmişti. Flüt, keman.. ve piyano ve ud sesle- ri yükseliyordu. Almanlar için işldilmemiş orijinal bir müzik, Semra kulis arasında dururken, gar- son büyük bir buketle şarklı dansözün yanına sokuldu, buketi uzallı. Semra derhal çiçeklerin arasma bir toplu iğne ile iliştirilmiş olan kart dö viziti çekip aldı.. Okudu: B.D, Von Ştanke Alman Erkânharbiye dairesi şifre zabiti, yüzbaşı Semra sevincinden çıldıracaktı. Daha sahneye atıldığı ilk gecede Kendisine, tam aradığı yerden bir Al man zabiti buket gönderiyordu. Dekor değişikti, Sahnenin ortasında bir çeşme vardı. Çeşmenin yalağında bir kaç kuzu su içiyor. o Semra köylü bir çoban kızı kıyafetinde görünüyor du. Bu sahne Almanların çok hoşuna git- mişti. Berlin kalkmın mili duygularımı okşayan ve herkesi biranda (o harekete getiren (çoban kızı) şimdi türkçe ola- rak, yüksek sesle çoban türküsünü söy- lüyordu; “Ben bir çoban kızıyım, Göklerin yıldızıyım. Beni sevmeyin gençler! Yüreklerde sızıyıme-y Semranın çok tatlı, #cak ve yüksek sesi vardı. Bu parçayı Söylerken yavaş- ça başını kaldırarak ikinci kat localar- dan beşinci Jocaya gözünün (ucuyla bakmış.. Locada oturan iki zabiti gör- mekte gecikmemişti. Zabitler çılgın kir tavırla Türk ar. tistini alkışlıyorlardı. Semra zabitlere gülümsedi, Ve hafif- çe başını sallıyatak selâmladı. Semra şimdi kuzularm: sulüyor ve onlara maniler söyliyerek çeşmenin ö- nünde raksediyordu. Bu sahne çok canlı, çok hareketli ve bilhassa maili duyguları o okşayıcı bir mahiyette idi. Localardın birinde Türk sefiri ds oturuyor ve sık sık Türk ar- tistini alkışlıyordu. Semranın — ilk gece gösterdiği bu! muvaffakiyet, onu ölünceye kadar sah- ne hayatına bağlıyacak kadar büyüktü. Berlinde hiçbir artist (o bilhassa (Resi- 112 sürdü kessen boşamaz.. ileri lirler.. Kafasını Havva, aslen İzveçlldir. Esmer oenup| Ben kimseye itimat edemiyorum doğ- FUSUL.. İmamın bu sözlerine karşı ağalar telâşa düşüyorlar; — Peki, ne yapacağız? Mutlaka hul le lâzım... Efendimiz öyle emretti... Bir diğer haremağası: — Hem de bu gece. İmam: — Yarın gece olsa zararı mı Yar?... — Bilmeyiz... Lâkin, efendimiz öyle emretti... Yarın geceye kadarbuiş bitmeli. — Hayret... Halbuki, onlar yolda. Av, bir haftadan aşağı sürmez. Eğer biraderim olsa, buk, boşıyacağına €- min olurdum... Lâkin biraderim de u- zaklardadır. Yarından evvel gelmez.. Gene haremağası: — Bugtin bu Iş bitecek! - ti — Açıkçası söyledim... Kendimden başka bu köyde kimseye itimat edemi- yorum... Haremağaları, kuşbeyinleriyle bir türlü işin içinden çıkamıyorlardı. Havva, yüzünü gözünü örten örtüle- ri biraz kaldırdı. Aralıktan imama bak tr... Yetmişlik, fakat hâlâ dinç... Halâ kendisinden bir şeyler ümit edilebilir. Kır sakallı çenesi, acizle titremiyor... “Ah, haris herif! Beni gözüne kestir- âi... Başkasma kaptırmak istemiyor! Pek âlâ öyle olsun... İhtiyar ama, zen- cilerin ihtiyarları da herhalde yaman olur?,, diye düşündü. Usulla seslendi; — Seyit! Haremağaları yaklaştılar. —Bir şey mi emrettiniz? Anlasanıza, işte... Kendine İsti- yor... Tabif değil mi ya... Bütün para- lari kendi alacak. Bari nikâhı başkası diye emret Yazan: iskender F. em denz) tiyatrosunda bu kadar alkışlan- mamış, bu derece takdir edilmemişti. Necmi Bey partrde dokuzuncu sırada bir koltukta oturuyordu. Kendi kendi-! nes — Bu kiz cidden büyük bir sanatkâr ruhu taşıyormuş. Bu vesile ile ondaki istidadı da meydana çıkarmış (oldum. Vatani vazifesini bitirdikten sonra, is- terse, daima sahnede kalabilir, Çünkü bu, onun için bir istikbal ve bir (o gelir meselesidir, diyordu. Semranın üçüncü O numaras: da mu- valfakiyetle ve alkışlarla bitmiş, perde kapanırken halk Semrayı (o birkaç kere sahneye çıkartmıştı. Semra sahneden çekilince ilk (önce kendisini tebrik eden tiyatro direktörü Her Müller oldu. Semra odasına girerken, birçok gar-| sonlar, ellerine rengârenk (oo çiçekleric bezenmiş büketler getiriyordu. Semra bu büketlerin üzerindeki kart- ları okudu. Hiç birisi onu alâkadar et- memişti, İşte gene ilk gelen garson, E- linde bir kart daha.. Yavaşça (o yanım sokuldu: — Yüzbaşı Ştanke gönderdi. Garsonun getirdiği kartta şu kelime- ler yazıuıyordu: /Ben İstanbulu ve Türkleri çok iyi tanıyan dost bir askerim. Bu gece U- yatronun karşısındaki (o lokantada sizi Semra garsona gülerek başını dı: — Peki geleceğim. salla- (Devamt var) Yazan :(va&-Nü) imam: “Hulleyi burada yapacak muvafık biri! yoktur!,, diyerek, bu iş için kendi namzetliğil kıysın, bu İş de olsun, bitsin.. Bu g nasıl olsa emniyetlidir, beni yari bah boşamamazlık etmez... Haremağaları, kandılar; — İyi söylediniz! — dediler ci mevkiinden korkar... Hem de ihtiğ Havvanın istical göstermesini bebi, belki bu iş bozulur da bir çıkar, maksadına nail olamaz diy€ Afrika erkeği. Abanoz gibi simsiyah, sırım i erkek.. Varsm ihtiyar olsun., Ne yarlar var... Hemen milezzinler çağırıldı. Baf dan biri dua etti, ötekiler gahıtli lân ettiler. Merasim tamamlandı kâh kıyıldı. Havva, yeni gelin gibi he yecari yordu. Sanki hiç erkek görm Sanki kızlığın kapalı zindanı id bütün zevklerini hapsetmiş, müş, siklamıştı da, işte, karşısın kismet çikıyordu.. Ve hayatin wi ilk defa olarak bu gece alacaktı. Yaşıyacaktı! Bütün gün, akşamı iple çekti. yet, haremağaları, kultibenin <a da nöbetleşe kordon çevirdiler, koca züfafa girdi... Yalnız kaldı! Bir kerevet... Üzerinde uzun koyun postları.. Biribirlerine ekleri ler, geniş bir yatak örtüsü teşkil! yorlar! Ayni şekilde içli dışlı kapi lan bir diğer büyük koyun postü yorgan .vszifesini görüyor... İmam, “safa geldiniz, e tagllÖİ den cümlelerden sonra, bu yorganfi terip: Geceleri il serin, "da... - dedi. li |, ayaz, bir ayaz.. Bu kalın yorgan meye mecbur kalıyorum.. Havva, ona,en işvekâr tebe: ile gülerek: — Bu gece için meraklanmayınf zi Üşütmem... Öyle sarılır, sizi kö ma alırım ki... — Petağfürullah... : — Ein Sizin gibi bir hatuna bizim gibi âciz bir im kem gözle bâkmüsı kabil mi?.. kim oluyorum size el uzatacak? # olun'parmağım bile bir yerinize * mez... Yatağın öte ucunda ©de9 yatarım! — Fakat hulle?... — İşte nikâhımız kıyıldı. — Nikâh kıyılması kâfi mi? manasiyle izdivaç olmak Jâzun mi?... Hullenin şartı o değil mid İmam; — Ben, din derslerimi, Mısırdi medresede aldım.. Üstadımız | derdi ki, hulle için, nikâh ve ayni ğa yatmak kâfidir. Bir gece kaf” ca koyun koyuna uyur... Ve hul tamamlanır... Şartı böyleymiş. böyle biliyoruz. Havva; çattı belâya.. Ne umu)” ne buldu!! Bir meşale, kulübenin içinde # na kivrâna yaniyor, gölgeleri bi ne karıştırıyordu ve zencinm ile kendininki hakikatte sarmaş © mâzken, duvarda biribirine giriy” Yaklaşıyor, uzaklaşıyor, o yaklağ” du. “ Havva, sesi ihtirasla titriyer€ imama davetkâr nazarlar atal —Biryatakta sabahlıyacağif Koyun koyuna. Seninle.. - deği. * di, soyun... İmamın bir büyük kavuktan “* de beyaz entariden başka bir Di diği yoktu, Kavuğunu çıkardı. takke.. Gündüzlük entarisiyle b€ yatağa girdi. & İsveçli kadın, onu tahrik ed€ reketlerle soyunmağa başladı. F nasıl?... Sırtında ne var, ne yök rer birer ağır ağır attı. Bem gibi vilcudiyle ortada durdu. — Aman, hatun, örtün... (Devamı ©