Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Tabanca patladı ve çıkan kurşun kulağımın dibinden vızlıyarak geçti F Geçen kısmam hülâsası: Todd, Türklerin Sina yolundan yürü- Beçeceklerini öğrendikten sonra ün doğruluğunu tahkik için Akaha' Ya gönderilmişti. Burada Türk faaliyeti Yoksa haberi doğru olacaktı. Akabada kendisini bekliyen L'Estreau'nun tayya- Tesi çok kötüydü. 4—5 bin metre yük- Selemiyecek kabiliyetteydi. Çok — uğraş Mışlar; fakat tayyareyi yükseltmek im- kânmı bulamayınca da demiryolu bü- Yunca olan Türk faaliyetini görememiş lerdir. Hâdiseyi merkezine bildirmiş ve Tönmesi emrini almıştı. Londra, İngiliz kuvetlerinin yerinde mesini doğru bulmuyordu. Türk- Belmesini bekliyecek yerde hare- ket etmesi lâzımgeldiği — fikrindeydi. Gene Todd'dan bir rapor — istediler. O Taporları vermek için harekete geç- . Fakat Türkler ilerliyorlardı. Tayyare İle kanalı geçip de karşı tarafı gözden Seçirdiği zaman ilk raporlarının döğru Bunu anladı. 10 bin Türkle bir o ka dar da Arabım kanaldan kırk kilometre Stede olduklarmmı gördü, ve yeni bir ra- Verdi: “Türkler bu gece Tussum yakınların- bir yerde taarruza geçeceklerdir.,, Raporunu verdikten — sonra da harbi takip edebilmek için motosik- İttle kanal boyunca beş numaralı ileri kârakola kadar gitmesine izin verilme- Bini thâtedı' Gitti ve patırtıyı da gözlerile Râı;ğğ' kum fırtmasiyle başladı. Kü Fudurmuştu. Kumları göklere güneşin yüzünü kaplıyor- —— | hlisalib muhe Yazanlar : Ingiliz ordusu hava zabitlerinden Kenneth Brovn Collins, Meşhur seyyah ve muharrir Lovveli Thomas Makineli tüfekler çatırdamaya, tüfekler patlamaya başladı. Bütün garp Ssahili ateşle ışıldadı Gerçi Türkler düşmanımızdı, fakat yaman yigitlerdi doğrusu ... du. Öyle ki, öğleden sonra saat dörtte) ortalık zifiri karanlık oldu. Kumlar, sanki binlerce keskin bıçakmış gibi kesiyordu. Gözlerim, kulaklarım elbi- selerim kum doldu. Keşif kollarımız | kanalm karşı tarafından el yordami- le geriye geldiler.. Rüzgâra ve yerle- rini bulamadıkları Türklere sövüp sa- yıyorlardı. Hintliler yüzlerini sarıkla- riyle sarıp örttüler, tüfeklerinin meka nizmalarını mendilleriyle bağladılar ve namlu ağızlarıma ellerini lar. » Yanıbaşımda duran binbaşı Haring- ton: , — Acaba Londra tiyatrosunda ne oynanıyor? Dedi. Sesi açık ve pürüzsüzdü. San- ki büyük payitahtm şık bir salonun- da oturmuş da lâf atıyordu: — Core Arliss adlı bir delikanlımın (1) Disraeli'yi oynadığını hiç gördü- nüz müydü? Bu sözlere binbaşı Hopkins cevap verdi: — Ne demezsin yahu! Karanlıkta pek söyliyemiyorum belki de Dan- forth'du. Bu güzel çukur Disraelinin Cikriydi değil mi? Bunu satmalan man gafa oydu galiba? Bu sam rüzgârı da ortalığı kasrp kavuracak... Hey baba- can, bir muz yesene!.. Ağzıma, yumuşak ve kaypak bir şev kapadı- 96 » GÜ ZEAL PRENSES M —— —— sokuldu. Muzu çiğnedim, ağız dolusu| kum tükürdüm ve Türklerin taarrTu- zunu bekledim. Geceyarısını geçeli epey oluyordu. Kasırga durdu ve ay meydana çıktı. Kanalın karşı yakasında gümüşümsü bir kütle yükseliyor ve farkedimez gölgeler kıpırdanıyordu. — Birdenbire karanlık çoğaldı. kocaman cisimler, yamacın üstünde harekete geçti; bü- tün sahil de onlarla birlikte sürünür gibiydi. Bunlar Türklerdi! Gemilerini aşa- gıya, Süuya, indiriyorlardı! Birisi ateş açmak kumandasını verdi; bunun St. John Skene olduğunu sanıyorum, fa- kat, emin değilim; o gece zaten hiç kimse hiçbir şeyden emin olamazdı. Makinelitüfekler çatırdamaya, tü- fekler patlamaya başladı. Bütün garp sahili ateşle ışıldadı. Gerçi Türklerle gemileri bizim Gdüşmanlarımızdı. Fa- kat, hiç şüphe yok ki, yaman yiğitler- di. Kurşunlar üstlerine dolu gibi ya- ğıyor, iskambil kâğıdı gibi dökülüyor- lardı. Yaralıları kanâla yuvarlanarak boğuluyordu. Fakat gene de geliyor- lardı! Kanaldaki ve yerdeki gemiler bir düzüne kadardı.. İki kilometro bir me- safe içine dağılmışlar ve kanalm aşa- ği yukarı hemen yarısmı kaplamışlar- d[_ , : v 6 <a Ç IŞTE şimdi cehennem ateşinır.ı hararetini tatmaya başladık! Türk makinelitüfekleri kanalın karşı- sında mevzie girdiler. Geçidi himaye etmek ve bizim ateşimizi durdurmak için tetiklere bastılar. Kanal bir sal- haneye döndü. Beş numaralı ileri ka- rakolun bulunduğu yer, ana baba gü- nüydü. Yanımda bir Pençaplı hırlı- yordu; yaralanmıştı; kurşun göğsün- den girip arkasından çıkmıştı. Fıskı- yeden fışkırır gibi akan kanı durdur- maya kalkıştım; ne boş bir yorgun- luk. Adam ölmüstü bile. Miralay Geoghan'dan haber getiren| bir muhabere neferi, bana doğru sürü- nerek geliyordu. Gene bana parmakla- rınm arasında uzattığı kâgğıdı vızlı - yarak bir kurşun uçüurdüu. Çevremde ahlar, oflar, hem de ayrı aytı beş dil- den söylenen küfürler işitiliyordu. Skene bağrıyordu: : — Kendini gözet!.. Karanlıklardan, bir gemi — dolusu Türk, kanalın bizim bulunduğumuz yamacma çıikageldi! Kurşun cehen- neminden canlı olarak nasıl sıyrilıp gelebildiklerine hâlâ şaşarım. Fakat işte gelmişler ve tam da tepemize di- kilerek şeytanlar gibi harbe başlamış- alib muha'tebele'i Dillmize çeviren: A. E. lardı. Yanımda ölmüş olan Pencaplı- Böyle bir anda insanm düşünebile- ceği şeyler çok gariptir. Dudaklarım- — Benim yanımdan geçemiyeeek—-' ler! v L Sözleri döküldü ve Tevrattan şun- ları tekrarladım: ö “Karşılarıma kılrcımla çıkacak olur- f sam, beni geçemiyeceklerdir!,, ü Birdenbire karşımda iriyarı bir Türk delikanlısı gördüm. Tabancasının tetiğini çekeceği sırada, ben ondan da ha çabuk davrandım ve süngüledim, Ölümüme kıl kalmıştı. Çünkü tabanca — patladı ve çıkan kurşun kulağımımn dibinden vızlıyarak geçti. v (Devamı var) — j ©D) — Benjamin Disraelli Kont dö Beı..; consfield (1804--1881) İngiltere — başvekili — politikacı ve roman muharriri, İ Benjamin bir Yahudinin oğluydu. Londra — da doğdu fakat 1817 senesinde annesile ba- — bast dinlerini bırakarak İngiliz — kilisesine — girince oda hristiyanlığa vaftiz edildi. 1876 da kraliçe Viktoryayı Hindistan im- — paratoriçesi yaptı ve Süveyş kanalımın hisse — senetlerini satm aldı. O sene kendisine Kont — dö Beaconsflelâ asalet ünvanı verildi. 1878 senesinde Ruslara karşt Türkleri hi. İ maye etti ve Berlin kongresinde şerefli bir | gulh muahedesi imzal mu P GÜZEL PRENSES , 83 — Bu sefil dilenci kadın galiba aklını kaçırmış Jorj. Öyle şeyler söylüyor ki bir türlü anlayamıyorum. Bu iğrenç ka rıyı buradan defet.. Dük Jorj, elindeki kamçıyı tehditkâr bir vaziyette havaya kaldırarak Sosele bağırdı: — Haydi defol.. Daha duruyorsun. Eğer para istiyorsan git vekilharcı gör. Fakat bir dakika daha düşesin yanında istemiyorum. Defol, yoksa kam Sıya başlıyacağım... - Sosel, bir kaplan gibi kendini müda- faaya hazırlanmıştı. Lâkayit bir tavır- la Düke bakarak: — Nasdıl, dedi.* Kamçı mı? İşte bu tu- haf, Fakat Mösyö Dük, elinizdeki bu kamçı nihayet benim vücüdumda kan izleri bırakır. Fakat benim başınızın ü- Zerinde sallamak istediğim Scısı hiç de sizinkine benzemez! Benim hmçmm çarpışı daha müthiştir. İster- Sceniz bu kamçıdan korkup korkmadığı- Mt Düşesten sorunuz. Düşesin yüzüne baksanız a... Sözlerim onu nasıl sapsarı Yaptı. Müsaadenizle kamçımı aramağa Bidiyorum mösyö Dük. O zaman görü- lül'ü:_ . Çingene karısı iğrenç bir tebessümle ;özlerînî burada bitirdi. Sonra çevik a- imlarla merdivenleri koşar gibi inerek hçenin tarhları arasında kayboldu. he?ük şaşırıp kalmıştı. Bununla bera- faler kadının sözlerinden hiçbir şey L“Bamıştt. Düşes ise güçlükle ayak- dul'ahîliy'ı:ı:', titriyordu. Ük, karısını teskin etti: _"'—_Bu kadın çılgın galiba.. Fakat ni- N titriyorsun, Korkma, “ben yanında- : !Hâydi kahvalti edelim, sinirlerin tr. 'oğ“nu müteakip karı köca &sına oturdular. ta d ğre e iş kamçının Vera, ihtiyar kadının söz” -inden çok endişeye düşmüştü. Acuzenin bahsetti- ği korkunç kamçının başının üzerinde şakladığını düyar gibi oluyordu, H . H ÇİNGENEYİ SUSTURMAK LAZIM Düşes Vera, o akşam gizlice evinden çıkmış, âşıkt Zingaranım yeni kiraladı- ğt eve gitmişti. Âşıkı onu hararetle kar şılamıştı. Fakat Düşes müteessir görü- nüyordu. Zingara, merakla bunun sebe- bini sorunca düşes ona fena bir haber verdi: — Ah Zingara, dedi. Sorma başıma gelenleri... İhtiyar bir acuze epeyden- beri bizi gözetliyormuş. Bütün münase- betimize vâkıf olmuş. — Şimdi benden hakkı süküt istiyor. Eğer böylece ağzını kapatmıyacak olürsam meseleyi baba - ma bildirecekmiş. Kocam da duyacak, mahvolacağım. Bu haber Zingara için de mühimdi. Çünkü orada müstear bir isimle oturu- yordu. Bu ihtiyar kadın onun bütün işi- ni altüst edebilirdi. Sonra hükümdar, kızı ile kendisi arasındaki bu münase- beti haber alınca ona herhalde iyi mu- amelede bulunmıyacaktı. Bunları düşü- nerek endişeli bir tavırla odada dolaşı- yordu. h Düşes Vera, teessüründen ağlar gibi yaparak haberin alt tarafını da tamam- ladı: — Bu ihtiyar kadın bugün — yanıma kadar gelmeğe cesaret ederek benden ne istedi biliyor musun? Benim küçük şatom ile tam yüz bin frank!., Bunları kendisine vermezsem bütün aşk mace- ralartmızı gidip evvelâ babama sonra- da kocama haber verecekmiş... Halbu- sarımtrak mayiden — çorbaya üç damla damlattı. Sonra bu çorbadan kâseye bir miktar koyarak Annaya verdi. Yanına bit tahta kaşıkla bir parça da — ekmek koydu. Anna, çorbadan bir kaşık alır almaz çok lezzetli bir şey olduğunu gördü ve iştiha ile arka arkaya kaşıklamağa baş- lamıştı.. İhtiyar koca karı onun karşı- sına geçmiş soruyordu: — Et suyu ile yaptım, çorbamı na- sıl buldun? Fakat Anna, cevap verecek halde de- ğildi, Elinden kaşık düşmüş, başr omu- zuna doğru sarkmış, gözlerini kapamış tı. Muntazaman nefes alıyordu. — Falcı kadım karşısında gülerek söyleniyordu: — Ne lezzetli çorba, ne lezzetli!.. Ar- tık elimden kaçamazsın hükümdar kızı.. Sana, seni saadet içinde yaşatabileceği- ni söylediğim adamın kim olduğunu an: layamadın. O senin babandı.. Fakat bu sırrı bir hayli altiın almadan — kimseye söyliyemem. Bakalım bu sırra mezatta kim daha çok verecek? İhtiyar acüze böyle söylenerek Anna- yi kucakladığı gibi kulübenin ikinci ©- dası olan dar, aralık gibi penceresiz bir yere götürdü ve orada ince bir bez ya- tağın üzerine yatırdı.. Sonra ona bir da- ha bakarak: — Uyu, dedi. Seni burada yüzünde dolaşacak farelerden başka kimse ra- hatsız etmezl, EES. ( ÇS HANGİ KAMÇI DAHA FAZLA ACITIR ,” Düşes Vera, banyosundan — çıkmış, geniş malikânenin bahçeye — bakan alt kat balkonunda kahvaltı etmeğe hazır- lanıyordu. Hava çok güzel ve parlaktı. Vera, bu güzel manzaraları seyrede- rek neşelenmek istiyor fakat — ara sıra zihnine hücum eden korkunç hatıralar onu rahatsız ediyordu. Bu hatıralardan niçin korkuyordu? Annanın — boğazını sıkıp öldürmüş, — sonra da hükümdar makberesinde tabutunun mezara indiril meşinde bile hazır bulunmuştu, Artık neden ve kimden korkacaktı? Fakat bütün bu düşünceler onu iyice tatmin edemiyor ve hele — korkunç hâ- diseleri hatırladıkça ürpermekten ken- dini menedemiyordu. 'Tam bu sırada bahçenin tarhları ara- sında kül rengi ve kır saçlı ihtiyar ve çir kin bir çingene karısının durup kendisine baktığını gördü, Gayri ihtiyari titredi, Dük Jorj ile evlendikleri gece bahçede el falma bakan çingene karısını hatir- ladı. Fakat karşısındaki kadını ona pek benzetemedi. Sonra daha dikkatle ba- kınca bu kadının düğün gecesi yanla- rına yaklaşarak sadaka istiyen ve kaş- la göz arasında başındaki elmas iğneyi aşıran kadın olduğunu tanıdı. Sert bir sesle kadına seslendi: — Ne istiyorsun ihtiyar?.. Bu bahçe- ye nasıl girdin? Haydi buradan çık git, Dilenci kadın, ellerini ona doğru uza- tarak yalvardı: — Güzel düşes, bana bir sadaka veri- niz. Bu fakir ihtiyara acıyınız. Merha- met edip şu göğsünüzde parlayan iğne- yi bana bağışlayınız. Vera, hemen göğsündeki zümrüt iğ- neye baktı. Acaba bu kadın deli miydi? Kadına hidedtle haykırdı: — Amma da ahlâksız imişsin. Gözlerini toprak Bu iğneyi de düğün gecesi ve âç gözlü doyursun. başrmdan b k t * a l0 d AAA e l