10 Ekim 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

—T AA n GÜ z u Cuği SiRdE—ği İli &*A ' âî& sit% Yazan şMurad Sarîoglu F kızın Gökbigem Ğ Hulâgü mektubu hayretle okuyordu: “Ben, sağım Aykut da yanımdadır.....,, Kimdi bu adam? Ne yapıyordu? — Kendisinden ne istiyordu? Yoksa 0o- nu kaçırmağa mı gelmişti? O, daha bu fikirlerden kurtulma- dan boğuk bir ses kulağınm dibinde çınladı: — Sen Mustasımsın değil mi? Mustasırm bu sesi asla tanrmadı. Karanlıktan yüzünü seçemediği bu a- dama cevap verdi: — Evet! — Beni tanıdımn mı? — Hayır! Sze Dur öyleyse, şimdi tanırsm! Pencereyi mahsustan örtmüştüm. Es- rarengiz adam yerde bir örümcek gibi 'Yürüyerek uzaklaştı. Eliyle yoklıya- D yak duvarın yanma kadar ilerledi. Ve * . duvarda sallanan bir ipi şiddetle çek- ti. İp ucuna bağlı ve perde vazifesini yapan kalm bir bezi pencerenin önün- den düşürdü ve oda aydmlandı. Oda aydmlanır aydınlanmaz esra- rengiz adam geriye döndü ve halifeye doğru gene bir örümcek gibi ilerleme- ye başladı. Zindan aydmlanır aydınlanmaz ha- life Mustasım ufak bir feryat kopar- dı. Bu feryadı gördüğü — manzaranın korkunçluğundan ileri geliyordu. Çün kü bu adam hem korkuncç derecede ve şekilde kanbur, hem de kördü. Göz ye rine suratında koskocaman iki delik bulunuyordu. Fakat bu Doşluklar, sanki yerlerinde çok kuvvetli iki göz Kör kanbur korkunç bir homurtu İ şumdemm Ş Beni tanrmadın mr? “Müstasim cevap vermedi. Bu Kor- kunç şekildeki adamı da tanrmıyordu. Bunun üzerine o devam etti: — Elbette tanryamazsm! — Fakat ben seni hiç unutmadım. Bu, gözlerim görmediği halde kokundan, nefes almp Ben esirci kanbur Reşidim. Nasıl şim- di hatırladın mı? Müustasım gayriihtiyari bir sarsıntı geçirdi. Kanbur devam etti: — Şimdi beni her halde tanımış olman lâzımgeliyor. Sana birçok de- falar esir kızlar getirip satmıştım. * Sen de son defasmda bütün bu çalış- malarrma mukabil olarak gözlerimi O zenci cellâd Beşire çıkartmıştm. Hatırladım mı? Mustasrm her şeyi hatırlamıştı. Yal nız korkusundan ne yapacağmı, nasıl hareket edeceğini bir türlü kestiremi- yordu. Bu srrada kanbur Reşit ona gene yaklaşmış ve bileğini kavramıştı. — ÖO zamandanberi, bana kat'iyyen merhamet etmediğin gündenberi sade ce bir tek arzu ve hisle yaşıyorum. Senden intikam almak! Elbette gü- nün birinde buna muvaffak olacağı- ma inanıyordum, Ve beni yaşatan ye- gâne şey de bu imandı. İşte nihayet hislerimin beni aldat- madığını görüyorum. Seninle karşı— laştık. Hem de nerede? Korkmn' Senden intikam alırken a Tal H A IR / Nakleden: kat'iyyen bir haksızlık yapacak deği- lim.. Ben bütün fenalığrıma, menfüur mesleğime rağmen biraz namuslu bir adamım. Sana yapacağım şey sadece bir mukabelei bilmisil olacaktır. Sen benim gözlerimi oydun! Ben de senin| gözlerini oyacağım. Bununla beraber senin geberme saatin yakm olduğun- dan benim gibi uzun cehennem azap- ları içinde aylar geçirmiyeceksin. Bu da senin benden daha talili olduğuna delâlet eder. Halife Mustasım bağırmak, kaç- mak istiyordu. Fakat müthiş bir kor- ku bütün vücudunu sarmış, ve hare- ketsiz bir hale getirmişti. Kanbur Reşidin —çelikten farksız parmaklar taşiyan eli yavaş yavaş suratma doğru yükseliyordu. Mustasım kurtulmak için son bir hamle yapmak istedi. Fakat buna da muvaffak olamıyarak yere yığıldı. Hakikaten bir örümcek gibi olan kan- bur Reşit, besili bir sineğin üzerine çullanan ibr örümcek gibi Mustası- mın üzerine çullandı. Sol eliyle hali- fenin gırtlağını kavradı. Ve sağ eli- nin iki parmağını bütün mümanaat gayretlerine rağmen gözelrine soku- verdi. Mustasrm acı acı bağırırken Kan- bur Reşid: — Trpkı benim gibi bağırıyor. Çığ- Hklarımın akisleri hâlâ kulaklarım- dan gilinmedi diye homurdanıyordu. Kanbur Reşidin sarfettiği bu bü- yük efor onun da bütün kuvvetini bi- Parmakları gevşedi. Avucımda tuttu- Kendisi de boylu boyuna yere yuvar- landı. Yalnız bu düşüş onun için de feci oldu. Kafası şiddetle yerde bulunan sivri bir taşa çarptı. Şimdi artık yer- de cansız bir ceset halinde yatıyordu.. Nöbetçiler, Müstasımın kulakları sağır edici feryatlarına yetişte pek gecikmediler. Fakat içeri girdikleri zaman çoktan iş işten geçmiş bulunu- | yordü. Nöbetçiler alelâcele bezlerle artık bayılmış olan Mustasımın gözlerini bağlarken bir atlı geldi. Orada bulu- nan ve baş gardiyanlık vazifesini ya- pan zabite bir kâğıt getirdi. Zabit kâğıdı açtı. Hulâzğü namına Boğatimur imzalı olan bu emirname aynen şöyleydi: “Elinizde esir olarak bulunan Mus- tasım ölüme mahküm edilmiştir. Bu emirname eline varır varmaz kendisi- ni derhal bir çuvala koyarak büyük Bağdat yolunun ortasma bırakacaksı- nız!,, Zabit derhal vaziyeti anladı. On da- kika sonra büyük Bağdat yolunun ü- zerinde ağzı sımsıkt kaaplı ve hare- ketsiz bir çuval yatıyordu. Bağdadın ileri gelenleri ve halkı zalim halifele- rinin içersinde upuzun yattığı bu gu- valı nefretle seyrederlerken uzaktan| nal sesleri duyuldu. Belki beş yüz, bel ki de bin atlıdan mürekkep Hulâgü- nun bir süvari kolu dört nala büyük KADIIII.AII BENi Hissi Roman Hatice Süreyya -—i - Lâkin kelimelerin zayıf,manasız ve zavallı olduğunu farkediyor. Yüreğini kasıp kavuran, benliğini altüst eden felâketi azıcık olsun nakletmek husu- sunda bile, sözler o kadar âciz ve za- Vallı ki.. Söylüyor, fakat ifade aczi- nin bu derecesine kendi de şaşıyor: — Hasta bir oflum var... Yirmi ya- gında, kocaman bir oğlum.. Şimdi on- dan ayrıldım.. Ve hıçkırıyor.. Erkek: — Yirmi yaşında bir oğlunuz mu var?,. İşte buna ihtimal veremezdim.. Diye mırıldanıyor. Kadın, dudaklarını Iısırıyor... Ya- bancı erkek, başka Şeyler düşünü- yor.Acaip bir söz söylüyor: — Demek ki, beşikteyken doğurdu- nuz.. Hatıralarını anlatan © EFDAH TALAT —223- Yazan: 1HSAN Üç senedenberi yaralı, izzeti nefsi kırık bir kütle üzerinde şımarıklığın, alçaklığın bütün çeşitlerini gösterenler pılılarını, pırtılarını toplamağa başla- mışlardı. 'Türk ordusunun İstanbulu işgal e- deceği korkusile tirtir titriyen Rum, Ermeni ve Yahudiler, Galatadaki İn- giliz pasaport bürosunu her gün izdi- ham halinde dolduruyorlardı. Bunlar ihanet ettikleri topraktan kaçmak için çare arıyorlar, birer küçük seyahat ve- sikası alarak ilk vasrta ile İstanbuldan uzaklaşıyorlardı. Onlar arasında başlıyan paniğin eşi- ne pek az tesadüf edilirdi. İngilizler, onların bu şekildeki korkaklıklarını ya- rr hayret ve yarı istihfafla karşılyorlar- dı. Kaçanlardan bir kısmır daha durendiş daha tedbirli ve müteyakkizane hareket ediyorlar, bir gün gene bu topraklara dönebilmek ihtimalini hesap ederek se- yahatlerine ticari maksatlar atfediyor- lardı. Bu gibiler İngilizlere müracaat etmiyerek Türk polisine, pasaport işle- rine bakan dördüncü şubeye müracaat ederek buradan muntazam birer pasa- port alryorlardı. Bunlar bittabit iler- de vaziyet tavazzuh ettiği zaman tek- rar memlekete dönmeyi düşünüyorlar- dı. Nitekim öyle oldu. Türk ordusundan korkarak İngilizlerin kucağına — düşen ve birer küçücük vesika ile — hudutlar dışma çıkanlar ise (firari) — damgasını yiyerek mukadder âkibetlerini buldular. Kaçanlar böyle, Kalanlar veya kalma- ğa mecbur olanlar ise general İsmet İ- nönü ile General Harington — arasında (Mudanya mütarekesi) — aktedilinceye kadar hayli heyecan geçirdiler. etmeliyiz . Hattâ, mübalâğa etmeden — şurasını da iddia edebiliriz ki, yalnız Hristiyan ahali değil bütün kudret ve satvetleri- ne, bütün gösteriş ve cakalarına ve bü- tün avantajlarına mukabil itilâf kuvvet- leri erkânı bile o nazik ve mübhem gün lerde hayli heyecanlı ve kararsız daki- kalar yaşadılar. Hakikaten o zamanki vaziyet korku- lacak gibiydi. Ordumuz — İstanbul hu- dutlarına dayanmıştı. Eğer, itilâf dev- letleri kendi muvafakatları ile şehri tah liye etmedikleri takdirde cebren ve mü sellehan girecekleri ve buradan Trak- yaya geçecekleri söyleniyordu. Bu şa- yalalar, ortada halli çok müşkül bir buh ran doğurmuştu. Mudanya mütarekesi bu kararsızlıkların önüne geçti. Fakat, artık sabır ve tevekkülü tükenmiş olan balk da çektiklerinin intikamını alma- ga başladı. Şehirde hergün bir hâdise oluyor. İhaneti sabit olan ve ele geçen bazı kimseler birer birer öldürülüyor- du. Mahut Peyam Sabahın sahibi Ma- hut Ali Kemalin vakası bu arada gelir. Artık İngilizler bu tevali eden hâdi- seler karşısında şunu bunu değil, yal- nız kendilerini, kendi emniyet ve hu- zurlarnır düşünüyorlardı. Hattâ İngi- lizlerin hizmetine girmiş olan bir sürü insanın âkibeti bile meçhül — kalmıştı. Onlar da kendi başlarının çaresine ba- kıyorlardı. Krokerden çalışan memur ve müstah demler namımmna bir iki kişi vaziyetleri- nin ne olacağını kölonel — Ballara sor- muşlardı. Ballar da bu işi arkadaşlarile görüştü. Hattâ, bir gün beni çağırdı: — Efdal vaziyet karışık... Bizim işi- mizde çalışan adamların hayatlarını mu hafaza etmeliyiz. Türkler, belki onlar- dan hınç almak isterler. Buna karşı, bir yoldan Bağdada doğru geliyorlardı. | Süvariler bir anda yerde hareketsiz yatan çuvala bitiştiler ve çiğniyerek | geçip gittiler. Toz bulutları ortadan kalktıktan sonra üç dört asker çuvala yaklaştı- lar. Ve onu alelâcele bir tahta tabuta koyduktan sonra götürdüler. Halife Mustasım atların nalları altında can vermişti. Hulâgü iki hafta kadar sonra esra- rengiz bir yerden şöyle kısa bir mek- tup aldı. “Baba, “Bu mektubun seni büyük bir hay- Tete düşüreceğini biliyorum. Belki de bu satırlara inanmıyacaksın! Fakat inan ki hakikattir. Ben, kızın Gökbigem sağım, Beni, halife Mustasımın eski kumandanla- Tından olan Hüseyin adında bir yiğit, karısı Zübyede ile birlikte saraydan kaçırmış kurtarmıştı. Ayni şekilde bu iyi adam Aykutu da yaralı bir halde surun dibinden kaçırıp kurtarmıya muvaffak olmustur. Ben, senin yüzüne görünmeye cesa- ret edemediğim için onlarla beraber gitmeye karâr verdim. Şimdi uzak Artık İsmet cevap vermedi. Hacet bile yok.. Lâkin, susmak. da hoşa git- miyor. Lâf açıldığı için, karşıki oğlan de- vam ediyor: — Herkesin kendine göre ayrı bir derdi vardır, hanımefendi... O kadar üzülmeyin... Ehemmiyetli olan sıh- hattir. İsmet: — Tabil - diye cevap veriyor. — Öyleyse siz de sıhhatinizi düşü- ün... Gençsiniz, güzelsiniz.. — Üzülmeyiniz yazıktır.. İsmet, yerinden fırlıyor. Gözlerinde şimşekler cakıyor.. Deli gibi delikan- Irya bakıyor.. Eli, ağır bir şey arıyor.. bir yerde dördümüz çok mes'ut olarak yaşıyoruz. Sevgili kocam — Aykutun yaraları her gün biraz daha iyileşi- yor. Onun da sana çok selâmı Ellerinden öper, beni daffetmeni Tica ederim sevgili babacığım..,, Bu mektup Hulâgüya büyük bir in- şirah vermişti. El altımdan yaptığı tahkikatta Aaskerlerin Aykut — diye gömdükleri adamm Şşekli şemailinin Aykuta hiç benzemediiğni öğrendiği zaman sevincinden Mustasımın misil- siz hazinelerini bütün askerleri ve ku- mandanları arasında taksim etti. Ne tuhaf şu insanlar? Bu hâdise- den birçok seneler sonra Karakurum- da kim olduğu bilinmiyen kör bir a- dam ölmüştü. Koca karılar tuttular, bir masal uy durdular. Sözde bu adam öldürüldü zanendilen halife Mustasımın ta ken- disiymiş. Tabit aklıselim sahibi kimse ler buna ihtimal vermediler. Hükümet mahafilinin de bu gibi şa-| yialara bittabi ehemmiyet vermemesi lâzımgeldiğinden bu rivayeti tekzip etmeye biel lüzum görmedi. SÖON Murad SERTOĞLU Vurmamak, öldürmemek için kendini zor zaptediyor... Bağırmak, tahkir etmek arzusü, içi ni yakıyor. Fakat bunlara mâni ol- mak için, kendini koridora dar, atı- yor. * k (& Murad, parlak bir güneş altında ışıl ışıl yanan şehre doğru, penceresini açtı. Erimiş billür, erimiş altın, biri- birine karışmış... Yukarı katta, mu- siki faslir devam ediyor.. “— Bugünün kışla alâkası yok.. Tam bir bahar ortasındayız... Sanki, İstanbul da, benim gibi, onu karşıla- mak için böyle hazırlandı...,, Gözü saate kaçıyor.. Fakat saati bilmiyor değil ki... Daha biraz evvel vVür. | Vaziyet karışık, işimizde çalışi adamların hayatlarını muhaf çare düşünüyorum. Bizim yer4 deminin ailelerini de burava * nasıl olur? dedi. ' — Siz bilirsiniz. A — Sen bu işi bir tetkik et € gel konuşalım. Ertesi sabah, saat yedi buçl Kapiten Benet ile mülâzim P! kere geldiler. Ballar henüz ya!* dan inmemişti. Benet benim © lerek köloneli sordu. Henüz 4! diğini söyledim. — Görüşeceğimiz çok mühi var, Sen giderek miralayı kaldi ğ inmesini rica ettiğimi söylü Benetin halinden, isticalind gene mühim bir şey mevcut * anlamak güç olmıyordu. Köfi ların yatak odasına çıktım. B henüz kalkmıştı. Lâvabonun geçmiş yıkanıyordu. Kendisin? leri haber verdim, ayrıca Beflf lerini de bildirdim, | — Pekâlâ! O kadar acele ? benim giyinmemi beklemesinit” ,, ya gelsinler dedi. 7 Kapiten Benet ile mülâzim Ballarla yukarıdaki yatak odati” * nuşmaları iki saatten fazla sü” de aşağıda dokuz doğurdum. * acaba ne kumpas kuruyorlar. V yak başımıza bir çorap örr Ben bu düşünceler arasındi e. rak koridoru arşınlarken onlar " — rıdan aşağı inmeğe başladılar Bu sanat beni ayrıca mükemtii” koloji mütehassısı yapmıştı. Ballarda surat asık.., Herifin $' nı sıkmışlar... Hiç ses çıkarm ma girdim. — Bu işin nasıl olsa — kokü Yukarıdaki konuşmaların da İ! anlaşılır. diye düşünüyordum * mın zili çalındı. Ara kapıdani odasına geçtim. İhtiyar kumandan abus bir ortada dolaşıyor. Herifi zehirl? Beni görür görmez muğber bif — Çocuğum! Polis müdürü yin bütün hüsnü niyetine, gay? tedbirlerine rağmen, bazı ahvâ çok şiddetli ve haşin davrı i ladr. Bunu bilfiil gördük, İhtit de haberin vardır. (Deva Yakında Bu sayfada 1T —Seon korsan 1914 - 1918 senesinin en — canlı deniz macerası. akreple yelkuvnn. Yürüm türlü... Bir türlü daireyi lar... Halbuk_i zavallı Murad? biyetle, ne buhranla onlarım * ni takip ettiğini bilmeleri W Kızgın gibi, sırtını saate ; Şimdi gözleri suluboya bir © sunda... Kış, kar, sükün... bugün; o tabloyla nasıl bir linde... Pencerenin dışı yem)” bahar içinde... Şen, şakrak.: * rüuhu gibi. — Tren geceyarısı - geldi.. teyze ile amca bey, garda karşıladılar... Aile saadeti | İsmeti yalnız bırakı i siyle, ikisi de onun evinde Y? dı., Delikanlı gayet iyi bıl! (

Bu sayıdan diğer sayfalar: