Leventlerin Senyör — Antonyo Pakaçellinin gözlerinde bir sevinç parıltısı tu - tuştu. Fernandonun plânı çok gü - zeldi.. Hemen yapmak lâzımdı. Kılıcını havaya kaldırdı.. Bir - denbire geri döndü ve bağırdı: — Askerler.. Bu üç buçuk ser - seriden mi kaçıyorsunuz?.. Nereye gideceksiniz.. Geri dön.. Hücum . Antonyo, Fernandonun plânmı anlatmağa vakit bulamamıştı. Za- ten bunun yapılması için lâzım ge- len emirleri — vermeğe de lüzum yoktu.. Çünkü Hüsmen reis; ona yol açılsa da açılmasa da safları yaracak ve kaleye — girecekti.. O safları yardıktan sonra İleventleri karşılamak ve onlarla dövüşmek, maksat için yetecekti.. Düşündüğü ve umduğu gibi ol - du.. . Hüsmen Reis dağınık bir halde geriye dönen düşman askerleri - nin ortasından bir top güllesinin brzile geçti. Antonynmın kumanda ettiği Mü'reze onun ırkaııpdın ıclen “Teventleri karşıladı. Bir dövüş başladı. Antonyo kale kapısına doğru baktı. Fernando çoktan içeri gir - mişti. Hüsmen Reis de onun ardın dan içeri dalmıştı. O anda iç kale- nin kapısı üstündeki kulelerden bir boru sesi duyuldu. Bu ses: — Asker!... Geriye... Kaleye... Demek istiyordu. Antonyonun — mazgallarından ileriye doğru sekiz top birden gür- Tedi. Leventlerin safları arasında bir kargaşalık oldu. Bir at havaya fır- ladı. Üstündeki adam yere yuvar- landı. Bu kargaşalık arasında Anton- yo ile askerleri de iç kalenin kapı- sından girmişler ve kocaman kapı bir anda kapanmıştı. — Reis!... Reis nerede? — Reis kaleye girdi. Esir oldu. — Eyvah!.. Reis esir düştü. — İleri!... Onu kurtarmalıyız... Son sözleri söyliyen adam Frenk Süleymandı. Yılmamıştı. Fakat leventler şaşırmışlardı. Reisleri esir düştükten sonra onların artık hiçbir şey yapamıyacaklarını sanı yarladı. Zaten tarihte birçok sa - vaşlar hep bu sebepten kaybedil- medi mi? Buna rağmen Frenk Süleyma- nn yiğitce saldırdığını görenler enun ınlındın gitmekte tereddüt Türk ıkmulırı, yüksek bir ka- yalığa çarpan köpüklü bir denize üşlerdi. Kalenin kapanan kapısı önünde şaha kalkan atla- rını zor tutabiliyorlardı. Kapıya omuz verdiler. — . Yüzan: KADIRCAN KAFLI HABER — Akşıam Poslası safları arasında bir kargaşalık oldu. Bir at havaya fırladı O anda yukarıdan aşağıya ko- caman taşlar atılmıya, oklar yağ- maya, tüfekler patlamaya başladı. Demin ateş eden toplarda yeniden Türk leventlerinin üzerine gülle yağdırmağa başlamışlardı. Akıncılar şaşırmışlardı. Fakat bu işin böyle bitmiyeceğini en ab- dalı anlamıştı. Yazık ki artık iş işten geçmişti. Yalın kılıç olarak saldıran alt- mış yetmiş Türk akıncısı bu yük- sek duvarlı, korkunç ve aşılmaz kaleye karşı ne yapabilirlerdi? Böyle bir kaleye girebilmek için enaz dört beş bin asker ve ağır toplar lâzımdı. Frenk Süleyman çılgın gibiydi. "Düşmanın kaleden çıktığı da yoktu. Eğer düşman Türk yiğitle- rini püskürtmek maksadile bir çı-| kış yapsaydı onları her halde geri atabileceklerdi ve ırkıl.ırındıni da kaleye gireceklerdi. Fakat Fer-| nandonun böyle bir niyeti olmadı- | gı anlaşılıyordu. Oklar yağmur gibi yağıyordu. Toplar durmadan ateş ediyor- lardı. Leventler kırılmağa başlamış -| lardı. Frenk Süleyman duvarların di-| binden uzaklaşmayı ve başlıca yolı daşlarla konuştuktan sonra reisle-| rini kurtarmak için bir çare ara -i mayı düşündü. Arkadaşlarile birlikte geri çe - kildi. Dalyan Mustafaya bu haber eriştiği zaman herkesten çok şaşır di. O, Hüsmen Reisin düşmana esir olduğunu rüyada bile görse inanmazdı. Fakat işte bu bir haki- kattı. Leventler gemiye dönerken ©o Kızıl Kadırgayı mazgallara en ya- kın olan kıyıya çekmiş, dış kale kapısını, şehrin evlerile çarşısını gülle yağmuruna tutmuştu. Frenk Süleyman onu yatıştırdı: — Şimdi başbaşa verelim ve iyice düşünerek bu çıkmazdan çık manın yolunu bulalım. Dedi. Başbaşa verdiler. Bir çare bul - mak için görüşmeğe başladılar. Bir taraftan da yaralıları çabuk gemiye getirtiyorlar, ilk tedavile- ri Bütün leventler, Hüsmen Rei - sin kurtulacağı zamana kadar reis Hiğin Frenk Süleymana verilmesin de hemen birleşmişlerdi. SAA S CELLAT... İlk iş olarak dış kapı ile iki tara fındaki kaleler topa tutuldu ve az zamanda yerle bir edildi. Sonra gülleler şehre ve birbiri- ne yaslanmış gibi duran evlere doğru yağdırıldı. O zaman sokak- lardan iç kaleye doğru korkunç No. 34 bir panik başladı. Reislerinin esir düştüğünü, belki de öldüğünü gö- ren akımcılar hiç şüphesiz bütün bu halkı kılıçtan geçirseler gene kızgınlıklarını gideremezlerdi İç kalenin kapısı ardına kadar açılmış, hendeğin üstündeki köp - rü indirilmişti. Halk kovana giren bir arı oğulu gibi içeri doluyordu. O sırada halkın da leventlerin Ge şaştıkları bir şey vardı. O da Fernandonun yanında akıncıların beşon misli asker olduğu halde hücum etmemesi idi. Bununla be- raber iç kalenin mazgallarında da henüz bir kalabalık görünmüyor - du. Fernando belki de akıncıların büsbütün karaya çıkmalarını bek- liyordu. O zaman birdenbire bü- tün kuvvetlerile yüklenecek, hep- sini öldürecek ve boş kalan Kızıl Kadırgayı da ele geçirmiş olacak- tı. Böylelikle limanda ve gözünün önünde yakrlan yepyeni ve güzel kadırgasının yerine ondan on mis- -li daha değerli ve kuvvetli bir ge- miye sahip olacaktı. Lâkin biraz sonra Fernandonun bu kadar da cessur - olmadığı gö - rüldü: Leventler fena halde köpürmüş İerdi. İlk iş olarak Kızıl Kadırga bir az daha ileriye ve iç kaleye yakın bir kıyıya çekildi. Fakat oradan atılan birkaç gül- lenin hiçbiri iç kalenin duvarları- na ulaşamadı. Buna karşı iç kale- nin yüksek mazgallarından atılan du, gülleler Kızıl Kadırganım sağına soluna düşmeğe başladı. Frenk Süleyman gemiyi geri çekmeğe mecbur oldu. Leventler sabırsızlanıyorladı. Biran önce reislerini arzusile yerlerinde duramıyorladı. Bu kızgınlık karşısında bütün mev cutlarile kaleye hücum etmekten başka çare kalmıyordu. Frenk Süleyman yelkencilerle gardiyan- Jarı bir kat daha silâhlandırdı. For saların hepsinin zincirlerini birer birer yoklayarak iyice bağlı olduk larını gördü. Baygmlıktan henüz kalkan Tilki Hasanı bir kenara çekti ve şu emri verdi: — Biz gidiyoruz. Ölesiye dövü- şeceğiz. Bir avuç arkadaşla bu kartal yuvası gibi yüksek, bizden çok daha silâhlı ve kalabalık olan, kaleye gireceğimizi ummuyoruz. Fakat buna rağmen vazifelerimiz, girmek için uğraşmaktır. Savaşta | öldüğümüzü ve geminin düşman| eline geçeceğini görürsen ne yapa-| caksın, biliyor musun? — Bunu bilmiyecek ne var? Cepahaneliğe ateş veririm ve ben de karaya fırlayarak düşmanla dövüşerek ölürüm. (Devamı var) Bir A Minimini ölüyü uzattılar.. yeneden sonra: — Bu, bir hayli zaman evvel öl- müş.. dedi. - Lâüakal dört beş saat evvel hayata veda etmiş... Bu sırada, Samiyede öyle bir hal vardı ki, sanki içeriki odaya atıl - mak, orada hayalini gördüğü ga - Doktor Tevfik, kızda, sonsuz asabiyet gördüğü için Bahriye işa. ret ederek onu tutmasını bildirdi . İhtiyar dülger: — Evlâdım.. Kendini - topla.. - dedi.- Rica ederim. Yalvarırım SANa.... — Hayır.. Hayır.. Ben kızımı is- terim, Jaleyi isterim. Onu tekrar bulmadan — sakinleşmeme imkân yoktur. Baba., Beni tutma.. Sen beni tuttuğun sırada çocuğu kaçı- ran adam büsbütün uzaklaşcak .. Eğer onu tutamazsan bil ki bütün mes'uliyet sende! Kızın asabiyetinden ürken dok- tor: — Hanımcığım.. Eğer iddia et - tiğiniz gibi, ortada bir — hırsızlık varsa bu şekilde kovalamanızdan hiç bir fayda çıkmaz.. O adam kimbilir nasıl tertibat almıştır. ve hangi istikametten, nereye gitmiş- tir. — Ah.. Öyleyse kayboldu.. Ev - lâdımı büsbütün kaybettim.. Öyle ağlayordu ki, sanki bayıla- caktı.. Çıldıracağından korkulur - du,.. — Böyle bir şey söylemiyorum.. Kat'iyen kaybetmezsiniz.. Çocu - ğunuz gene takib olunur.. Fakat başka yollardan.. Birazdan polis komiserliğine gideriz.. İnanın ki , bir çocuğun kolaylıkla çalınma - sına polisler de müsade etmez ... Adalet, alçak hırsızın yakasını bı- rakmıyacaktır. O derece büyük — bir otorite ile konuşuyordu ki, genç kızı sustur - sakinleştirdi.. Boynunu bükerek: — Hakkmız var. - dedi. - Sizin söylediğiniz gibi olsun. Öyle yapa- İzm, » Ve, bunun üzerine, hikâyesini — Biz de seni uzaktan gördük .. | Niçin etrafına bakmarak geri dön- || dün?, söyledi: — Sizi uzaktan gördüm de onun için geri döndüm.. Esasen, hiç kimse, bu maceranın bu tarafına ehemmiyet vermemiş- ti. Bütün bu vak'alar öyle havsa « lanın almıyacağı meselelerdi ki... Genç kadın, sözlerini şöylece bitirdi: . — Anlaşılıyor ki, ben sokak - tayken buraya biri girmiş.. Doktor Tevfik sebebini sordu: — Bu bebeğin size aid olmadı- ğina emin misiniz?. Bu şüphesinden dolayı haklıy - dr. Zira, zengin olmayan bu çocu- ğu aşıracak biy hırsız tasavvur et- miyordu. Burası, ne Lindbergin ço- cuğunun çalmdığı Amerikaydı, | şkın Hikâyesi EERİ Tevfik, onu uzun uzadıya mua - | Burada, genç kadın bir yalan | | ne de kölelik, — cariyelik usulleri cari olan bir memleket!.. Hem sonra, bu ölü çocuğu bu - raya niçin bırakmışlardı?. Dok - tor, düşünüyor, düşünüyordu . bu meseleye bir türlü akıl erdire - miyordu. Genç anne izahat veriyordu: — Haydi efendim, diyelim ki, çocuğum, kendiliğinden öldü, ö - hkünce de (olmaz a) yüzünün gözü- nün şekli değişti.. Fakat elbiseleri- ni neyle izah edelim?,. Benim ço - başında böyle — Demek, elbiseler de başka.. — Evet efendim.. Bu aralık, baba da söze karıştır — Doktor bey,.. Siz> bu çocu- ğun lâakal üç beş saat evvel öl- müş bulunması — lâzım geldiğini söylüyordunuz.. Halbuki ben size, geldiğim vakit kızımın çocuğu sap- pa sağlamdı.. Ben ise, size geleli ancak yarım saat, haydi haydi üç çeyrek, yahut bir saat oldu. Doktor: — Hayret.. İşte, — bu, olur şey değil.. Demek ki mesele doğru.. . dedi Ölü çocuğa bir daha baktı: — Üç saat de değil. Bu, lâakal yedi sekiz saat evvel ölmüş.. Bu şerait altında şüphelenmeğe ma- hal yok... Bir süküt büküm sürdü .. İki erkek endişeliydiler.. İçle « rini kurtlar kemiriyordu.. Muam - mayı hal için uğraşıyorlardı.. Sa » miye ise, bir iskemleye oturmuş , başını iki eli içine almış; ağlıyor - du. Söze ilk başlayan doktor oldu. Soğuk kanlılığını sade o muhafa - Za etmişti. — Bahri Efendi.. Haydi, kızını- zr alm.. Karakola kadar giderek meseleyi anlatm.. Mümkün oldu - ğu kadar sür'atle işi anlatmalı .... Ben de bu müddet zarfında zev « cenizle meşgul olurum İhtiyar, kızı ile, ve turoniyle © kadar meşgul olmuştu ki,, asıl has- tayı, unutmuştu. — A.. Sahi,, Onu baygın halin « ABÖNE ŞARTLARI | Türkiye B'cınbix 1400 Kr. 2700 Kr.j 'ı:o » 1450 .î | ILÂN ı'nmresı Ticaret ilânlarımın tatırı 12,50 Sahibi ve Neınyıı Müdürü: HASAN RASİM US Basıldığı yeri (VAKIT) Matbansı